Değerli bir hekim, yazar ve bilgeydi...

Hayatı mücadelelerle geçti.

Tıp Fakültesi mezunuydu. Uzmanlık alanı psikosomatik hastalıklar ve dâhiliye idi.

Atatürk ilkelerini yaşamının pusulası olarak görüyordu.

Henüz 36 yaşındayken Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı. Ömrünün son günlerine kadar bu uğraşı sürdürdü. Son yazısı 29 Nisan’da yayımlanmıştı.

Uzun yıllar Türk Tabipleri Birliği Başkanlığı yaptı, bürokraside müsteşarlık ve genel müdürlük düzeyinde görevlerde bulundu, üniversitelerde dersler, konferanslar verdi.

Psikiyatri, psikoloji, deneme, anı, eğitim, kişisel gelişim, sosyoloji, öykü ve mizah türlerinde 24 kitaba imza attı.

12 Eylül döneminde Barış Derneği davasında tutuklandı. 38 ay hapis yattıktan sonra beraat etti. Yani hiç suçu yokken hayatının bir bölümü çalınmıştı.

Geçen hafta 94 yaşında kaybettiğimiz Erdal Atabek’ten söz ediyorum.

Sadece değerli bir hekim ve yazar değil aynı zamanda bilge bir kişiydi o.

...

Çağımızda “İnsan kirliliği”nin “çevre kirliliği”nden daha önemli olduğunu belirtiyordu bir yazısında:

“Yaşama sevincimiz çıkarcılıkla kirletiliyor. Dünya, herkesin kendi çıkarının peşinde koştuğu bir yaşama kavgasıyla kirletiliyor.

Düşüncelerimiz şartlandırmalarla, baskılarla kirletiliyor. Yaşama kavgasına düşürülmüş insan günlük sorunlardan kurtulup da geniş ufuklara bakamıyor.

Duygularımız önyargılarla, korkularla kirletiliyor. Günümüz insanı duygusal davrandığı zaman aşağılanıyor.

Umutlarımız umutsuzlukla kirletiliyor. Umut her gün hırpalanıyor, horlanıyor, aşağılanıyor. İnsanın yazgısını değiştirme gücü azaltılıyor.

Mutluluk yasaklarla, tabularla, suçlulukla kirletiliyor. Mutsuzluk yaygınlaştırılıyor, yerleştiriliyor, kutsanıyor.

Yaşamak için dünyaya gelen insan, kendisini yaşatmamanın her türlü yolunu buluyor.”

...

Kadınların anlattıklarına dayanarak Türk erkeklerini şöyle tanımlamıştı:

“Bencildir. Kendini çok önemser. Her şeyin kendi dediği gibi olmasını ister.

Suskundur. Az konuşur. Ağzından kerpetenle laf çıkar. İlk tanıştıklarında çok konuşur, sonra ağzını bir kapar pir kapar.

Sevdiğini söylemez, kızdığını söyler. Hoşuna gittiğini bildiğiniz bir şey yaparsınız, ağzını açıp tek söz bile söylemez. Ama kızdığı bir şey olursa hiç geciktirmeden söyler.

Pohpohlanmaktan çok hoşlanır. Söylediğiniz doğru olmasa bile hiç kuşku duymaz. Kendine çok güvenir ya da öyle görünür.

Hastalığında çok mızmızdır. En küçük kırıklığında oflamaya, puflamaya başlar. Küçük bir çocuk gibi ilgilenmenizi, bakmanızı bekler.

Bizim demez benim der. Evdeki her şey onundur. Arabasını bakıma verse iyi olacaktır, oğlu yakışıklıdır, kızı çok iyi okumaktadır.

Gözü hep dışarıdadır, kendini Donjuan sanır. Başka kadınların kendini beğendiğini sanır, bundan da çok hoşlanır.

En küçük aksilikte panikler. Karşılaştığı güçlükleri büyütmeye bayılır, dünyada bir onun başına geliyormuş gibi davranır.

Hem ilgisizdir, hem de kıskançtır. Size karşı ilgisini belli edecek bir şey yapmaz. Ne tatlı bir söz ne bir demet çiçek. Buna karşın size gösterilen küçücük bir ilgiyi fark eder, aman Tanrım dünyanın en kıskanç erkeği karşınızdadır.”

...

“Kırmızı Işıkta Yürümek” kitabında erkeklerin kendilerini terk eden kadınlara yönelik şiddetini de şu sözlerle eleştirmişti:

“Eğer zamanınız olursa kumrular arasındaki kurlara dikkat edin.

Erkek kumrunun dişinin çevresinde nasıl dolaştığını, ne sesler çıkardığını, tüylerini kabartarak ne turlar attığını görebilirsiniz.

Bütün bunlara karşın dişi uçup giderse erkeğin onun arkasından koşup da tüylerini yolmaya çalıştığını, pençe atıp altına almaya çabaladığını hiç görmedim.

Hayvanlara yakıştırdığınız zorbalıklar ne yapalım ki insanlara özgü. Hayvan hayvanı hapsetmez. Hiçbir hayvan ötekine işkence yapmaz.”

...

Aynı kitaptaki bir başka yazısına,“Sadece size ait olan ama hep başkalarının kullandığı şey nedir” bilmecesini sorarak başlamış, devamında,“Bilmecenin yanıtı adınızdır. Gerçekten de adımız bizimdir ama hep başkaları kullanır” dedikten sonra şu ilginç öneriyi getirmişti:

“Kişinin hayat boyunca simgesi olan adını koyma hakkı neden kendisinin olmasın? Neden insan hakları arasında adını koyma hakkı yer almıyor? Bu konuda doğru olanın, çocuğa aile tarafından geçici bir ad konması, ergin yaşa gelince de asıl adın kişinin kendisi tarafından seçilmesi olduğunu düşünüyorum.”

...

Sadece yakınları ve dostlarının değil okurlarının da onu çok arayacağından, özleyeceğinden, yokluğunu hep hissedeceğinden eminim.

Yazarın Diğer Yazıları