Ettiklerini buluyorlar!

Ettiklerini buluyorlar!
PKK ve FETÖ'yü destekleyen 28 belediye yönetiminin görevden alınmasının haksızlık olduğunu iddia edenler çok ama gerçekten haksızlık mıdır bu?

Önce şunu söyleyelim:

Belediyelerin görevi, kendilerine çizilen sınırlar içinde yaşayan yurttaşlara hizmet etmektir. Fakat...

Türkiye'deki belediyelerin bir çoğu, yurttaşa hizmet yerine eşe, dosta, yandaşa hizmet ederek neredeyse "Ali Baba'nın çiftliğine" dönmüştür.

Bir de kanlı terör örgütlerine hizmet eden hain belediyeler vardır.

(...)

"Açılım" denilen ihanet süreci boyunca Güneydoğu'daki birçok ilçe cephaneliğe döndürüldü, sokaklar, caddeler, belediye araçları tarafından kazılarak tonlarca patlayıcı madde gömüldü. Sonra yine o belediyeler tarafından iş makineleriyle asfaltlama yapılıp, patlayıcılar saklandı.

Bunlar alçaklıktan, hainlikten de öte kalleş tuzaklardı!

PKK'lı teröristler bu hazırlıkların sonunda, ilçelerde, güvenlik güçlerimizle aylarca çarpıştı. Kentler yerle bir oldu, asker, polis, jandarma, korucu ve sivil yurttaşlardan binden fazla kişi hayatını kaybetti.

O belediyeler Türkiye Cumhuriyeti'ne değil, kanlı terör örgütüne aitti sanki! Emirleri Kandil'den alıyorlardı! Su, kanalizasyon, yol gibi hizmetleri yapmıyor, bütçelerini PKK terör örgütü için harcıyorlardı!

Devletin verdiği ödenekler, halktan toplanan vergiler hep teröristlere gidiyor, o katiller de bu paraları halkın canına kıymak için kullanıyordu.

***

Şimdi "Seçilmiş kimseler görevden alınır mı?" diye ağlamanın hiçbir anlamı yok. Halk onları, devlete tuzak hazırlasınlar diye seçmemişti.

Şimdi hesap verecekler!

Eden bulur, suç işleyen cezasını görür!

Rahmi Turan Sözcü

 

***

 

İktidar "sadakat/liyakat" kriterini değiştirmeli

--------

(...) Devlete sızmak isteyen gruplar vardır.. Devlete yerleşen ama palazlanamayan başka cemaatler vardır.. Fethullahçıların baskısıyla kımıldamayan örgütlenmeler vardır..

Fırsat bu fırsat demiş olabilirler..

Çeşitli söylentiler var.. Menzilciler güçleniyormuş, Süleymancılar ortamı kolluyormuş, çeşitli dini yapılar hareketlenmiş..

*

Bu sebeple mi bilmiyorum.. Diyanet İşleri Başkanı Görmez cemaatlerle bir araya gelmeyi planlıyormuş..

Yaklaşımı özetle şu.. 'Cemaatleri yasaklamak çare değil, devletleştirmek hiç çare değil. Cemaatleri siyasette, ticarette, futbolda görmemeliyiz. Toplumun manevi hayatına hizmette görmeliyiz.'

*

Doğru.. Doğru da bugüne kadar siyasete, ticarete bulaşmayan cemaat de olmadı.. Gerçi hiçbiri FETÖ gibi devleti ele geçirmek için uğraşmadı ama siyaseti yönlendirmeye çalıştılar..

Bürokraside güçlü olmayı amaçladılar..

Dünyevi hayat bize ne deyip sadece maneviyatla yetinmediler..

*

Gelelim kritik soruya..

Cemaatlerin, Fethullah timi yapılanmaların önünü kesmenin yolu ne?

Görmez bu sorunun da cevabını vermiş..

'Çare liyakattır, ehliyettir, ilimdir, özgürlüktür, şeffaflıktır' demiş ..

Dilerim; AKP iktidarı, Diyanet İşleri Başkanı'nın bu açıklamasını rehber kabul eder..

Liyakatı, ehliyeti esas alır..

Bizden-bizden olmayan ayrımı yapmaz..

Devlet işlerinde dini değil ilimi esas alır..

Devletin boşalan kadrolarını doldururken şeffaflıktan uzaklaşmaz..

*

Şunu bilirim..

İktidarın sütten ağzı yandı, artık yoğurdu üfleyerek yemesi lazım..

Alnı secdeye değiyor diye bir dönem Fethullahçıları el üstünde tuttular; ihanetin en büyüğünü yaşadılar..

Güvendikleri yapı devletin çivisini çıkardı..

Ülkeyi iç savaşa sürüklemeye kalktı..

*

Demek ki; 'alnı secdeye değiyor' kriteri doğru kriter değilmiş.. Alnı secdeye değen de hain olabiliyormuş..

Mehmet Tezkan Milliyet

 

***

 

Küresel sermaye öyle buyuruyor diye herkes susuyor oysa bu bir insanlık suçu

Genetik rulet

Arpad Pusztai adını hiç duydunuz mu?

(...)  Peşine polisler-istihbaratçılar takıldı.

Tehdit edildi.

İftiralara maruz kaldı.

(...) Kovuldu; ve yaklaşık 50 yıl sonra memleketi Macaristan'a döndü.

Mesele şuydu:

Arpad Pusztai, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar'ı(...) incelemek üzere görevlendirildi.

Ancak...

Eline geçen bulgular karşısında şoke oldu! GDO'lu patateslerle beslenen farelerin daha küçük ciğerleri, kalpleri, testisleri ve beyinleri vardı!

Keza, bağışıklık sistemleri zarar görmüştü ve akyuvar hücrelerinde yapısal değişimler yaşamışlardı!

Bu durum onları (GDO'suz patateslerle beslenen farelerin aksine) enfeksiyona ve hastalıklara daha açık hale getiriyordu.

Ayrıca, boyunaltı bezi ve dalakta hasarlar ortaya çıkıyordu; (pankreas ve bağırsaklar da dahil) dokular genişliyordu; karaciğerde iltihaplanma olurken, mide ve bağırsaklarda ciddi sorunlar yaşanıyordu.

Ki tüm bunlar kanser riskini artırıyordu!

Alarm verici olan diğer unsur ise, sonuçların 10 günlük bir testin sonucunda alınmasıydı; ve bu da insan yaşamında 10 yıla karşılık geliyordu!

Tehlike büyüktü...

Ekranda tartışmazlar

Jeffrey Smith adını hiç duydunuz mu?

ABD/New York 1958 doğumlu yazar, politikacı ve; genetiği değiştirilmiş tohumlara karşı amansız bir mücadele veren bir eylemci.

(...)

ABD Gıda ve İlaç İdaresi/ FDA'nın, GDO'lu gıdaların güvenliğine dair yaptığı tüm açıklamaların yalanlarını ortaya serdiler. İşin acı yanı Türkiye gibi ülkeler FDA açıklamalarına inanmak zorunda bırakılıyordu!

Dev şirketler, kârlılıklarına kimsenin müdahale etmesine izin vermiyorlar; aleyhte bulguları gizliyorlar; ve gıda güvenliği konusunu tartıştırmıyorlar bile.

(...)

Gıda endüstrisinin fonladığı araştırmalarla; tehlikeli sorunları ortaya çıkaramıyor ve ortaya çıkarılmış gerçekleri gizliyorlar. Bu nedenle...

- Deneylerde daha genç ve daha hassas hayvanlar yerine daha yaşlı hayvanları kullanıyorlar!

- İstatistiksel anlam ifade etmeyecek kadar düşük düzeyde numune ölçekleri kullanıyorlar!

- Besleme denemelerinin süresini sınırlandırıyorlar!

- Hayvan ölümleri ve hastalıklarını yok sayıyorlar!

Evet. Sizler, bu konularda ekranlarda bir tartışma gördünüz mü?

Yapamazlar... Yaptırmazlar...

Yabancı maddeler

Bizden...

Laboratuvarda (DNA ilişkileri bozularak) oluşturulan gıdaların, milyonlarca yıldır doğada yetişen yiyeceklerden farklı olmadığına inanmamızı istiyorlar! Yani...

Daha önce hiçbir zaman birlikte var olmamış olan genleri bir araya getirerek yaptıkları gıda ile; binlerce yılda oluşan ve güvenilirliği kanıtlanmış olan gıdaların aynı olduğunu ileri sürerek yalan söylüyorlar!

(...)

"Genetik Rulet" denmesinin sebebi tüketicilerin nasıl bir rahatsızlığa yakalanacağını bilmeden bu yiyecekleri tüketmesidir. Üstelik...

Sadece bitkiler değil. Arpad Pusztai ve diğer bilim adamları, GDO'lu yemlerle beslenen hayvanların sonuçları karşısında şok geçirmişlerdir. Örneğin...

- Büyüme hormonu rbGH enjekte edilen ineklerden elde edilen sütün içerisinde, göğüs, prostat, kolon, akciğer ve diğer kanser risklerini doğuran IGFI hormonu yüksek düzeyde bulunmaktaydı.

(...)

Araştırmalar göstermiştir ki...

Kendilerine tercih imkanı verildiğinde, hayvanlar GDO'lu gıda yemekten sakınıyor.

Siz de deneyiniz; tok köpek ya da tok kedi markette satılan kimi peynirleri yemez; sütleri içmez!

Soner Yalçın Sözcü
 

***
 

"Cumhurbaşkanına katılıyorum"

"Seçilmiş olmak, size sınırsız devlet, millet aleyhinde tasarruf yetkisini vermez..."

...Bunları, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kurban Bayramı'nın ikinci günü olan 13 Eylül 2016 tarihinde, Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV) tarafından Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen "79 milyon bir bayrak altında bayramınız mübarek olsun" etkinliğinde yaptığı konuşmada, görevden alınan ve yerlerine kayyım atanan belediye başkanları bağlamında söyledi.

Demek ki neymiş?

Seçilmiş olanlar:

1) Sınırsız bir biçimde devlet ve millet aleyhinde işler yapamazlarmış.

2) Çalışma alanı dışına çıkamazlarmış.

***

Elbette birinci ölçütteki "sınırsız" sözcüğü, seçilmiş olanların "sınırlı" bir biçimde devlet ve millet aleyhine tasarruf yapabilirler anlamını taşımıyor...

Devlet ve millet aleyhinde tasarruflarda bulunanların yetki alanlarının "sınırsız" olmadığını, "sınırlı olduğunu" vurgulamak için kullanılmış bir sözcük.

***

Seçilmişlerin sınırlarını belirleyen birinci ölçütteki asıl sorun "devlet, millet aleyhinde" tanımından kaynaklanıyor:

Elbette, terör, cinayet, soygun, rüşvet, yolsuzluk gibi sadece yasalara değil, toplumun tümüne karşı olan eylemler bu tanımın içine rahatlıkla girebilir:

Hiç kimse, seçilmiş olduğu için, terör eylemi yapmaya, cinayet işlemeye, soygun yapmaya, rüşvet almaya, yolsuzluk yapmaya hak kazanmaz!

İş, iç ve dış politika sorunlarına gelince "devlet ve millet aleyhine" ölçütü birdenbire çok tartışmalı bir nitelik kazanıyor:

Somut örneklerden sadece bir tekinin üzerinden tartışırsak; örneğin, komşulardaki iç savaşa karışmak "devlet ve millet aleyhine işler" arasına girer mi girmez mi?

Amacım bu yazıda sadece "seçilmişlerin sınırları" konusunu irdelemek olduğu için bu dış soruna girmiyor, sadece bu birinci ölçütün iç ve dış siyaset alanlarında çok "tartışmalı" olduğuna işaret etmekle yetiniyorum.

***

Seçilmişlerin sınırlarını belirleyen ikinci ölçüt ise çok net: "Çalışma alanı".

Seçilmişlerin görev ve yetkileri, yani çalışma alanları, cumhurbaşkanlarından belediye başkanlarına kadar, anayasa ve yasalar tarafından belirlenir...

Bunlara uyup uymadıkları da yargı tarafından denetlenir!

Dolayısıyla, bir cumhurbaşkanı da, bir milletvekili de, bir belediye başkanı da, kurallarına göre seçildiği anayasanın ve yasaların tanımladığı sınırlar içinde kalmak zorunda.

***

Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylediğine göre, "devlet, millet aleyhine iş yapan" ya da "çalışma alanı dışına çıkan" seçilmişler "Bal gibi de görevden alınır!"

Bu sözlere yürekten katılıyor ve sadece belediye başkanlarının değil, başta cumhurbaşkanı olmak üzere, milletvekilleri ve muhtarlar da dahil, bütün "seçilmişlerin", bugüne kadarki eylem ve söylemlerinin bu iki ölçüte göre değerlendirilmelerinin gerekli olduğunu düşünüyorum.

Emre Kongar Cumhuriyet

 

 

***

 

Örümcek ağı gibi sardılar

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesinden kaynaklanan iki temel dayanağı niteliğindeki 'laiklik' ve 'üniter yapı' ilkelerinin başına gelmeyen kalmadı.

Bu iki ilke üzerine inşa edilmiş devlet yapısını yıkmayı amaçlayan faaliyetlerin, on yıllara dayanan, uluslararası desteğe sahip, çok ince bir planlamaya dayandığı artık üstü örtülemeyecek açıklıkta ortaya çıkmış durumdadır.

 15 Temmuz kanlı darbe girişimi ve bir yıldır süren şehir savaşlarından sonra, FETÖ ve PKK'nın faaliyetlerini 'demokratikleşme' kılıfı ile izah etmeye dönük çabalar sürüyor. Bu iki örgütün kanlı faaliyetleri sürerken bile, "Türkiye demokratikleşiyor" diye savunmak ve bunu 'aydın' sorumluluğu diye sunmak, bir art niyet değilse, İran aydınlarının 40 yıl önce gösterdikleri türden bir saflık olmalı...

Demokrasi neresinde?

FETÖ faaliyetleri on yıllarca 'inanç özgürlüğü' kılıfı altında savunuldu, desteklendi. İnsan hakları cümlesinden sayıldı, demokratikleşmenin gereği olarak sunuldu. Alternatif bir eğitim sistemi kurulmasına, laiklik karşıtı, Atatürk düşmanı bireyler yetiştirilmesine, bunların devlet kadrolarına yerleştirilmesine göz yumuldu, hatta destek verildi.

Bunu yapanlar arasında halkı etkileme, algı oluşturma konumunda olan birçok 'aydın' da vardı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaş, demokratik bir ülke olmasının 'olmazsa olmaz' koşulu niteliğindeki laiklik ilkesine karşı olan faaliyetlere, devletle sorunlu sol ve sağ çevrelerden küçümsenmeyecek destek geldi. Bu destek 'aydın sorumluluğu' adı altında hem Fetullah Gülen cemaatine hem de PKK'ya verildi.

Oysa her iki örgütün de demokrasinin 'd'siyle ilgisi yok...

Fikret Bila Hürriyet

 

***