MEDYA POLEMİK

MEDYA POLEMİK
Lütfen Süleyman Şah ricatını Çanakkale’nin yanına koymayın

ÇANAKKALE Savaşı’nı anma günü iktidar tarafından yapılan bazı konuşmaları dinlerken kulaklarıma inanamadım.
Güya Türk ordusunun kahramanlıklarını anlatıyorlar.
Neymiş...
Çanakkale Savaşı’nın muzaffer ordusunun son büyük başarısı da Süleyman Şah operasyonuymuş...
Arkadaş... Kahramanlık menkıbesi mi istiyorsun...
Buyur sana biraz kahramanlık menkıbesi anlatayım.
-ATATÜRK Çanakkale Savaşı’nın kahraman komutanı, Kurtuluş Savaşı’nın kahraman önderi, Cumhuriyet’in kurucusudur.
Bu iktidarın yanlış politikaları sonucunda IŞİD’in eline geçen Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu o toprak, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Ankara Antlaşması ve Lozan’la “Türkiye Cumhuriyeti ülkesinin” toprağı kabul edilmiştir.
(...)
-İSMET İNÖNÜ Kurtuluş Savaşı’nın kahraman komutanıdır. Süleyman Şah Türbesi’ni Türkiye toprağı kabul ettiren Lozan Antlaşması’nı yapan insandır.
(...)
 -BÜLENT ECEVİT Türkiye Cumhuriyeti ordusunun ilk denizaşırı harekâtını yapma kararını alan Başbakan’dır. Kıbrıs Türk’ü onun dirayeti ve cesareti sayesinde kurtulmuştur.
-SÜLEYMAN DEMİREL Kara Kuvvetleri Komutanı’nı Suriye sınırına gönderip oradan “Öcalan’ı Suriye dışına çıkarmadıkları takdirde savaş ilan edeceğini” duyuran Cumhurbaşkanı’dır. Yani o savaşı yapacak olan ordunun Başkomutanı.
“Sabrımızı test etmeyin” cümlesini bir kere telaffuz etmiştir...
Sonuç... Öcalan İmralı’da...
-TANSU ÇİLLER PKK’ya karşı en başarılı kara harekâtlarını yapan Başbakan’dır. Onun döneminde yapılan Irak operasyonunda Türk ordusunun 12 generali, bugün İran ordusunun komutanları gibi, 3 ay boyunca Irak toprağında gece arazide yatmış, harekâtı yönetmiştir.
Yani bu kahraman ordu için menkıbe yazmak isterseniz, Cumhuriyet döneminde epey menkıbe vardır. Ama oradaki türbeyi buraya getirme operasyonu değil...
Kurtarılan sadece sandukadır...
Bu ülkenin toprağı değil...
Ertuğrul Özkök Hürriyet

Aldatıldık diyerek kurtulamazsınız
Sen hiçbir yılbaşı gecesi, cama vuran kar taneleri birer damla suya dönüşüp aşağı doğru kayarken, ve sokaktan geçen eli paketli babalara bakıp bakıp...
Yanağındaki damlaları elinin tersi ile silip...
Gelemeyeceğini bile bile babanı bekledin mi?
*
Bir anneyi anlatırlardı kulaktan kulağa...
Her gece 23.00 otobüsünü bekledi...
Oysa oğlunun hapiste olduğunu biliyordu, yine de saat yaklaştığında kalktı, sancılı ayaklarını ovuşturdu, merdivenlerden indi durağa gitti...
Bekledi tam dört sene...
*
Yalvarmıştı:
 “Sevgilim ölüyor, onu son bir kez göreyim...” 
Karısının kanser olduğunu çoktan söylemişlerdi gardiyanlar, geceleri ağlamak için koğuş arkadaşlarının uyumasını bekliyor, sesi duyulmasın diye başını yastığın altına sokup ağlıyordu...
Bir ömrü birlikte geçirmiş, her şeyi paylaşmış, kötü günleri paylaşmak için de söz vermişlerdi, sözünde durup yetişmek istedi...
İzin vermediler...
Son nefesinde, son kez kapıya baktığını anlattıklarında, o gün yastığın altına başını gizleyip ağlamak için geceyi bekleyemedi... Herkesin içinde  koca adam, çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlarken “özür dilerim” dedi..
(...)
Şimdi gözlerimizin içine baka baka  “Aldatıldık”  diyebiliyor...
Doğru değil...
Peki  “kumpas”  itirafından bu yana süre gelen kıyım... Şu hırsızı koruyan, masumları kovalayan çarpık hukuk... Şu çocukların bile annelerinin yanından alınıp götüren zulmün  adaleti... Şu sokaklarda polis çocukları takır takır vurup öldürürken,  TBMM’den yeni bir  “vur”  emri... Yargılanan ya da hapishanelerdeki profesörler, gazeteciler, üniversite öğrencileri, hatta çocuklar...
Sokaklarda bu kan...
Bu korku...
Sizce  “aldatılmış”  gibi mi?..
Bu kez de “Aldatıldık”  diyerek aldatmaktasın...
Çok günahın var, çok...
Kurtulamazsın...
Bekir Coşkun  Sözcü

Aleviler... Hadi iyi iyisiniz!..
 (...)  Davutoğlu, dünyanın neresinde bir siyasi parti başkanı, Diyanet İşleri başkanına hakaret eder diye serzenişte bulunmuş. 
Çok da haklı. Bu vaziyet sadece ülkemizde geçerli. Dünyanın başka yerinde Diyanet İşleri Başkanlığı bulunmadığından ancak Türkiye’deki bir parti başkanı Diyanet İşleri Başkanı’na hakaret edebiliyor. Bu imkânlarından kıvanç duymamaları da başka bir nankörlük. 
İmdi, kabul edilmeli ki Diyanet İşleri Başkanlığı mühim bir müessese. 2012-2016 Stratejik Planlarından da bunu anlamak mümkün. Bakın müessese tehditler başlığı altında neyi kendine tehdit görmekte: 
 “İslami gelenek içinde yer alan kimi görüş ve yorumların sübjektif anlayışlar doğrultusunda açıklanmasına yönelik çabalar.” 
Demek ki bir objektif İslam var. Onu da Diyanet İşleri biliyor. Bir de İslami gelenek içinde bazı sübjektif anlayışlar var. Bunlar tehdit. Yani kendi kafalarına göre inananlar var. 
Demek ki bu sübjektif anlayışa sahip olanların objektif Diyanet İslamı çizgisine getirilmesi gerekiyor. Devlet eliyle yani. 
Bir hafta önce Milli Eğitim Bakanımız İstanbul Küçükçekmece’de bir Alevi lisesinin temelini attı. Bu lise, Alevilere dede ve baba yetiştirecekmiş. İmamı devlet yetiştiriyordu, dedeyi neden devlet eğitmesin. Hem böylelikle İslami gelenek içindeki kimi “görüş ve yorumların sübjektif anlayışlar doğrultusunda açıklanmasının” da önüne geçilir. Herhalde bu lisede Aleviliğe ilişkin verilecek derslerde Diyanet İşleri vaziyete nezaret edecektir. 
Devletin imamından sonra devletin dedesi. 
Aleviler için iyi haber. (...) Aleviler! Hakkımızı hukukumuzu verin diye ortalığı bulandırmayın. Devlet size el attı. Önce dedelerinizi yetiştirecek, sonra İslamı kafanıza göre yorumlamanızın önüne geçecek. Devlet eliyle cennetliksiniz, hadi yine iyisiniz.
Özgür Mumcu Cumhuriyet