Medya Polemik

Medya Polemik
Medya Polemik

“Süreç” bölge halkını PKK’ya ve “özerkliğe” itiyor

...Diyarbakır’dan yazan bir okurum Güneydoğu’daki devletsizliğin fotoğrafını o kadar iyi çekmiş ki bunu sizinle paylaşmak istedim:
“Ben Diyarbakır’ın Bismil ilçesindenim. Annesi Türk, babası Kürt olan bir ailenin evladıyım. Burası çok mühim değil tabii.. Mühim olan bu bölgede devlet ağırlığının giderek azalması ve asayiş ve güveni sağlamakla görevli olanların bir vurdumduymazlık içinde olması.
Buralarda her şeyin kaçağı var, bunlar biliniyor fakat devletin organları kesinlikle karışmıyor. Bakınız; elektriğin yüzde 90’ına yakını kaçak. Geçen gün gördüğüm elektrik faturası ne kadar biliyor musunuz? Sadece 7,65 TL. Zaten ortalama faturalar bu miktarda. Kaçak sigara diz boyu. Vergisiz yurda giren sigaralar Emniyet’in karşısında seyyar satıcıların tezgâhında satışta. Tabii ses yok.
Su bile kaçak kullanılıyor. Tabii belediyeye ait olduğu için kaçak oranı birazcık düşüyor. İlçede yüzde 50’lere varan bir su kaçağı var. Devletten ses yok...
Kaçak telefonlar. Son model telefonların kaçağını ilk buralarda görüyorsunuz. Gelin beraber telefoncuları dolaşalım. Kaçak telefon gayet normal bir durum.
Kaçak mazot veya benzin. Petrol ofislerine gidince faturalı mı yoksa faturasız mı tarzında bir soru rahatlıkla sorabilirsiniz. Peki, devlet neden ses çıkarmıyor?
(...)
Emniyet şöyle buyurmuş; ‘Haklı bile olsanız çözüm sürecinin vahamete uğramaması için karışmayacaksınız.’ Bu, tahminimce bütün doğu ve güneydoğu illerinde böyle!
Geçenlerde Bismil’de Çevik Kuvvet binasının karşısında hükümet binası var. İşte orda çocuklar esrar içiyordu. Şikâyet ettik telefonla ve oraya gittik. Çevik Kuvvet ve hemen yanındaki Emniyet oradaki toplanan 10-15 çocuğun esrar içtiğini bilmiyor mu? Tabii ki biliyor fakat karışmıyor. ...Ben ilçede asayişi ve güvenliği sağlamakla görevli bir polis memuruna nasıl güveneceğim?
Bizim burada gün geçmiyor ki hırsızlık olayları yaşanmasın. Gün geçmiyor ki insanlar sudan sebeplerle ölmesin. Ben her zaman devletime güvenmişimdir fakat artık güvenmiyorum...
(...)
Artık ben de buralarda özerkliğin olmasını savunur hale geldim. Artık devlet hiçbir şeyiyle yok buralarda.
(...)
Gelin burada sadece bir hafta kalın, bu yazdıklarımı yakinen görmüş olacaksınız...”
(...)
Çözüm süreci devlet adına otorite boşluğunu derinlemesine genişletiyor. Böyle bir süreçte boşluğu hâliyle PKK dolduruyor. (...) Kürtleri de PKK’ya rehine etmeyin... Tabii Oslo projesi kapsamında bölgeyi PKK’ya bırakacağınıza dair birilerine söz vermediyseniz...
Emre Uslu/Taraf

 

+++

 

Barzani’nin “kanka”larından al haberi...

Diyarbakır buluşması “Kürdistan’ı tanımak” demektir

Diyarbakır buluşması, bu ‘rüya âlemi’nin yeni bir istasyonu olacak; öyle ki, artık ‘Türkiye-Kürdistan izdivacı’, geri dönülmez biçimde yol alacak. Tarafların, Erdoğan-Barzani arasındaki Diyarbakır buluşmasına yükledikleri anlam ve bu adımın ardındaki ‘taktik hesaplar’ ne olursa olsun, söz konusu gelişmenin önüne geçilmez ‘stratejik değer’i budur.
Zira, taraflardan biri Türkiye’nin şu an itibariyle, görünürdeki en güçlü şahsiyetidir, diğeri ise Türk muhataplarının telaffuz zorluğu çekmeleri, dillerinin dönmemesi bir yana, resmi sıfatının yanı sıra tarihi-ulusal kimliği ‘Kürdistan Başkanı’ olmasıdır. Buluşma mekânı olarak, söz gelimi, Antalya ya da Rize’nin değil de Diyarbakır’ın seçilmiş olması, zaten, Türkiye’deki mevcut iktidarın, zımnen, Kürdistan olgusunu ve onun başı olarak Mesut Barzani’yi tanımasını ifade ediyor.
Cengiz Çandar/Radikal

 

+++

 

“Devlet Başkanı” olarak ağırlansınmış

Mesut Barzani geçen yıl Ak Parti kongresine geldiğinde “Irak Bölgesel Yönetimi Cumhurbaşkanı”  diye anonslanmış, yakın çevresinden duyduğuma göre bu duruma çok bozulmuştu. Barzani’nin Irak’taki unvanı  “Irak Kürdistan bölgesi cumhurbaşkanı.” 
(...)
Benim merak ettiğim tek konu, bu hafta sonu resmi anonslarda Barzani’ye nasıl hitap edileceği...
Aslı Aydıntaşbaş/Milliyet

 

+++

 

Kafaya bak: “Mahalle baskısı”na boyun eğersek “ev baskınları”na gerek kalmazmış!

Veremi gösterip ‘sıtmaya’ razı olun diyor

Devletin polisi, jandarması, demir yumruğu var. Mahallenin ise ters bakışlarından, kaş göz etmelerinden başka nesi!...
(...)
Tüm bunları tecrübe ettikten sonra, mahalle baskısını hâlâ kötüleyecek eski devletçiler çıkacak mı bakalım.
Polisin mahalleyi zapta alıp sosyal davranışlarımızı denetlemesi, mahallelinin bizi yoklamasından daha mı iyiymiş, şimdi söylesinler...
Akif Beki/Hürriyet

 

+++

 

Gizli sanık dönemi...

Gizli tanık hayatımıza girdi.. Gizli tanık birçok hayatları kararttı.. Gizli sanıkla ilk defa karşılaşıyoruz..
Gezi eylemleri sırasında Ethem Sarısülük’ü öldüren polis gizli sanık oldu..
Urfa’ya tayin edildi, yüzünü gören, kim olduğunu bilen yok.. Sadece adı biliniyor..
Dosyaya fotoğrafı bile konulmamış..
Sanığın ifadesi talimatla   Urfa’da alınacak.. Sarısülük’ün avukatları çağrılmamış..
Niye?
Gizli sanık ya!..
Bakalım bu davadan adalet nasıl çıkacak?
Mehmet Tezkan/Milliyet

 

+++

 

Tekme-tokat savuran Başbakan ile kuzu yürüyüşü ile kaçan Bakan masalı!

Başbakan’ın  “en az üç bakanı tekme tokat dövdüğü”  iddiası ortaya atıldı ya...
“Yapmaz” diyemem...
Hatta üzerlerine oturmuştur...
*
Ben asıl dayak anını merak ederim...
*
Bu yerinden kalkar...
Gözleri yuvarlaklaşmış, burun delikleri büyümüş, kaşları çatılmıştır... Sağ eli havada tokat pozisyonunu almıştır...
Öbürü (dayağı hak etmiş bakan) kaçar...
Masanın etrafında dönmeye başlarlar...
Arada bir mesafe kapandığında bu tekme sallar, isabet oranı azdır...
Altıncı turda mesafe iyice kapanmıştır...
Dayağı hak eden bakan, kuzu yürüyüşü ile masanın altından öte yana geçer...
Bu arkasından eğilip bakarken  “genelge ne diyor dedim sana”  der... Ve ondan önce dolanıp çıkacağı yere gelir...
*
Oradadır işte...
Yakalar, yatırır...
Üzerine oturur...
*
Ne bu?..
Neyi yazıyoruz?..
Devletin nasıl yönetildiğini...
*
Eğer kendi ordusunu hücreye kapatmasaydı... Eğer beni Türkiye’den kovmasaydı... Eğer o gece Gezi sözcüsünün üzerine yürümeseydi... Eğer çiftçiye  “Ananı al da git”  demeseydi... Eğer öğrencileri hapishanelere doldurmasaydı... Eğer çocukları döven, hatta öldüren polisleri ödüllendirmeseydi... Eğer yüzde elliyi evde zor tutuyorum demeseydi... Eğer her konuşması nefret, her sözü kin, her eylemi intikam, her günü saldırı olmasaydı... Eğer ondan dayak yememiş bir meslek, sınıf, kesim, kurum kalsaydı...
İnanmazdım...
*
Ama uyar...
*
Ve dayağı hak etmiş bakan, odadan çıkarken dayak yememiş gibi davranmak zorundadır...
Kafasına geçmiş ceketini eski haline getirir...
Bir ucu aşırı uzamış kravatını düzeltir...
İki ayakkabısının ayağında olup olmadığını kontrol eder...
Gülümseyerek odadan çıkar...
*
Parlayan yıldız ülkedir Türkiye...
Yoluna devam eder... 
Bekir Coşkun/Cumhuriyet