"FETÖ"nün "işkence" ile imtihanı

Her "Harbiyeli", her "Harbiyeli adayı" gibi onlar da kendilerini "Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahvadı" görüyor ve "Cehennemler kudursa ölmez nigâhbanı" olacaklarını sanıyorlardı;

Olurlardı da.

 Top, tüfek, bomba, baksın, pusu; "düşman"ın en kanlı saldırılarına karşı "savaşacak" güçleri  de, imanları da vardı, tamdı.

Ama, "ağacın kurdu"nu hesaplamamışlardı.

Başarıyla tamamladıkları askeri liselerde, bir gece, uykularının en derin yerinde, komutanları tarafından ve sırtlarından hançerlenebileceklerini öğretmemişti kimse onlara. Kimse, şu alemde görebilecekleri en eşsiz namertliğin "silah arkadaşları"ndan gelebileceği ihtimalinden bahsetmemişti. Türk Ordusu'nun, "Türk subayları" tarafından içeriden vurulabileceği senaryosuna karşı  bir harekât planları hiç olmamıştı!

"İtaat etmek zorunda" oldukları bir kahpelikti, alçaklıktı, "işkence"ydi maruz kaldıkları.

***

Yavuz Selim Demirağ yıllarca yazdı… Mustafa Önsel keza öyle…

"Müdahale" makamında kim varsa, 16 Temmuz 2016 sabahına kadar sağıra yattı…

Hanidir de, "duyum"dan, "tecrübe"den, "ikaz"dan öte bir referansla, "yaşayanın ağzından" Yavuz Aksakaloğlu yazıyor. Aşağıdaki satırlar veryansıntv.com'daki son yazısından:

"Kör oldum komutanım,, göremiyorum!" diye bağırıyor. Gecenin karanlığı çökmüş. Dalgalar kıyıya vuruyor. Art arda dizilmiş, yılan olmuş sürünüyoruz kumsalda. Başımızdaki subay görünümlü Fetullahçı birden bağırmaya başlıyor. "Kurşun geliyor, kurşun geliyor, aptal herifler, hımbıl adamlar!" ve başlıyor tekmelemeye. Ağzımıza, yüzümüze, vücudumuza tekme atıyor. Hayallerimizi, geleceğimizi tekmeliyor. Mustafa Kemal Atatürk'ün üniformasını tekmeliyor. Türk Milletini tekmeliyor. Ağzımız, kulaklarımız ve gözlerimiz kumla doluyor. Yukardaki ay şahit. Yıldızlarımız teker teker kayıyor.

Ölüyoruz kimse umursamıyor. Bir Harbiyeli böbrek yetmezliğine bağlı olarak ölüyor, duymuyoruz. Düşüyor, başını taşa vuruyor, kanlar akıyor görmüyoruz.

Ordumuzun temeline tecavüz ediyorlar. Çığlık çığlığa bir sensizlik. Kimse duymuyor bizi.

Psikolojisi bozulan kaç askeri öğrenci intihara kalkıştı, kaçı sakatlandı, bilmiyoruz. Ailesi tarafından kaçı evden kovuldu, kaçı üniversite okumak için dışarıda zor şartlarda çalışmak zorunda kaldı, kaçı ödemek zorunda kaldığı maddi tazminat yüzünden bunalıma girdi?

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gelecekteki yönetim kademesini oluşturacak bu gençlerimize ne oldu?"

***

Birileri bu soruların cevaplarını ancak o uğursuz gecenin sabahında merak edebildi.

Yok yoook; insanlıkları geldiği için sanmayın…

Vicdanları geldiği için değil… Suçluluk duyduklarından, mahcubiyet hissettiklerinden, telafi etmek istediklerinden hiç değil…

Şimdi "FETÖ" dedikleri yapılanmanın nasıl sinsi, nasıl fena, nasıl beter olduğuna dair "şahit"leri dolayısıyla toplumsal algıda "cephe(!)"yi çeşitlendirmek(!) gerektiğinden…

O güne kadar kulak tıkayanlar kendileri değilmiş gibi, hunharca "anlat" dediler;

- Ne yaptılar sana şok mangasında?

- Nasıl dövdüler?

- Nasıl tekmelediler?

- Kafanı pisuara nasıl soktular?

- Nasıl kusturdular?

- Nasıl sıcak asfaltta süründürdüler?

- Nasıl hakaret ettiler, aşağıladılar?

- Nasıl öldürdüler?

- Üzerinde "hiçbir insanlık dışı hareket ve hakaret görmedim", "kendi isteğimle ayrılıyorum" yazan dilekçeleri nasıl imzalattılar?

Anlat ve üzerinde fiziksel/psikolojik etkilerini hâlâ taşıdığın o işkenceleri yeniden yaşa! Yeniden yaşa ki, herkes inansın bizim de nasıl bir canavarlığın kurbanı olduğumuza!

Peki sonra?

"Tanıklığınız için teşekkür ederiz, ağzınıza sağlık, oluşturmak istediğimiz kamuoyuna pek güzel katkı sağladınız…"

Sonrası bundan ibaretti; kimse mağduriyetlerinin ne şekilde giderilebileceğiyle ilgilenmedi… "Dün"lerini tepe tepe kullandılar ama kimse bir "yarın"ları olması için gayret sarf etmedi; katmerlendi mağduriyetleri!

***

Şimdi ilk defa bir "umut"ları var.

İlk defa "işkence var" diye durum tespiti yapıp "vah vah" çekmekten ötesine geçiyor birileri.

İlk defa "işkenceci"nin de varlığı ve bir bedel ödemesi gündeme geldi.

FETÖ'yle iltisaklı olduğu iddiasıyla hakim karşısına çıkarılan biri, örgüt üyeliği vs. dışında "işkence yapmak" suçundan da ilk defa yargılanıyor 15 Temmuz'dan beri.

İşte bu yüzden, bugün saat 09.00'da, Ankara 27. Ağır Ceza Mahkemesi'nde ikinci duruşması görülecek olan dava "tarihi".

Her biri Türk Ordusu'nun pırıl pırıl geleceğini temsil ederken, işkenceyle tasfiye edilen bu çocuklardan boşalan yerin, sivil liselerden getirilen müritlerce doldurulduğunu, ve bu çocukların "işkenceci" olarak teşhis ettiği her bir ismin, 15 Temmuz gecesi bir kanlı saldırının içinde fiilen yer aldığını düşününce, bu davayı takip etmek, bu davayı açanları, bu yargılamayı yapanları yüreklendirmek -ne dersiniz- hepimiz için borçtur belki…

Son tahlilde…

O çocuklara şerefli bir üniforma ama ondan önce karabasanlarından kurtarılmış bir hayat borçlu olduğumuzu kim inkar edebilir ki!..

 

Yazarın Diğer Yazıları