Halifelik İslâmın rüknü değildir!

Hilafetin Müslümanlıkla ne derece ilgisi var? Allah’ın emri mi?!

Halifelik iddiası son derece tehlikeli. Bir “mümin” olarak çok açık söylüyorum.

Yabana atılmayacak bir isim, halifelik devam etmedi, parça bölük olduk, demeye gelen laflar ediyor. Bu zatın titri “Prof”. Afganistan’da Taliban rejimini de övgüde sınır tanımıyor. Dün hatırlatmıştım. Sanki, Müslümanlar birlik içindeydi, başlarında bir halife vardı. Mustafa Kemal geldi, halifeliği darmadağın etti, Müslümanları başsız bıraktı! Buyurun okuyalım... Aynen bunu demeyle getiriyor:

“Nitekim Hilafetin kaldırılmasından sonra dünyanın her yanında Müslümanlar arkalarında güçlü bir destek olmadığı için işgal, sömürü, fakirlik, sefalet ve savaşların yıpratıcı etkilerini her biri kendi başına yaşamak durumunda kaldı. Büyük din mensuplarının hepsinin bir siyasi temsil organı olduğu halde bir tek Müslümanlar bu temsilden mahrum olarak bütün bir yüzyılı yaşadılar.” (Yasin Aktay, “Yüz yıl sonra: Gazze, Müslümanları “bir” olmaya çağırıyor”, Yeni Şafak, 4 Mart 2024)

Osmanlı bitmişti zaten. Güçlü destek nereden geliyor?!

Şu anda Müslümanların kaç örgütü var? Bunu en iyi bilecek olan da yukarıdaki satırların yazarı. Hepsi birlik olsunlar, bir ülkenin liderini “halife” seçsinler. İslâmın rüknü mü yerine getirilmiş oluyor?! Zaten teşkilâtların başkanları var. Teşkilâtlanmanın adı “İslâm”sa, başkanı da “halife”dir!

Yasin Aktay Bey, Saray’a bu kadar etkiniz var. İslâm ülkelerini yakından tanıyorsunuz, kendi dilleriyle de hitap ediyorsunuz. Gidin hepsine anlatın. Halifeliği böyle getirelim, deyin Yapabilir misin?!

Herhâlde Vahîdettin’in marifetinden haberiniz vardır.

Vahîdettin, 3 Mart 1924’te halifelik kaldırılınca kimden yardım istedi? Herhâlde biliyorsunuz. ABD’den! Prof. Dr. İhsan Güneş, delilleriyle belgeyi ortaya koydu. 2011’de gazete sayfalarına da ilk biz taşıdık. Girip okuyabilirsiniz.

***

Kendilerini “halife” gösterenler, “din”i kullanıp tahtlarını güçlendirme derdindeydiler.

14-15. yüzyılda yazılan bir metinle, 20. yüzyılın başında yazılan bir metne dikkatinizi çekeceğim. İkisi de aynı neticeye varıyor:

Dün, dönemin önemli gazetecilerinden Mahmut Sadık’ın Nisan 1909’da yayınlanan Resimli Kitap dergisindeki “Din ve İstibdad” başlıklı makalesinden bahsetmiş, kısa bir alıntı vermiştim. Mahmut Sadık, okudu mu bilmiyorum, not yok, “halifelik” meselesinde İbn Haldun Mukaddime’de yazdı. Onun vardığı neticeye varıyor. Metin ağır. Önemli gördüğüm için sadeleştirmeden vereceğim, sonra özetleyeceğim:

“Hilâfet-i Abbasiye ve Emeviye ve sair mülûk-i İslâmiye ve Hilâfet-i Osmani­ye devirlerinde öyle hükümdarlarla bunlara âlet olan öyle ricâl gelmiştir ki, zulüm ve teaddîyi pek ileri vardırdıkları, her türlü fesad-ı ahlâka sebep oldukları, din-i mübîn-i İslâmın kat‘iyyen tecvîz etmeyeceği muamelât-ı i‘tisâfiye, harekât-ı fe­sadiyeye meydan verdikleri, fitneler kopardıkları, ahaliyi ezdikleri, hukuk-ı ibâdı pâymâl, beytülmâlı yağma eyledikleri hâlde istibdâdlarına karşı bir hareket, ihtiras ve menfaatlerine dokunacak bir itiraz, bir şikâyet gördükleri gibi saf-dil ve cahil ahalinin hissiyât-ı diniyesini tahrik ve bu hiss-i mukaddesi âdeta bir mel‘abe it­tihâz ederek ahkâm-ı diniye hilâfındaki ma‘âsî ve mezâlimi bizzat tervîc ve icrâ eylemiş olduklarını setre çalışarak böylelikle idâme-i istibdâda çare aramışlardır. Bu yolda nice kanlar dökülmesine sebep olmuşlardır.”

Mahmut Sadık’ın demek istediği şu:

“Abbasî, Emevî, başka İslâm memleketlerinde ve Osmanlı hilafetinde zulüm ve düşmanlıkta çok ileriye gitmişler, her türlü ahlâksızlığa sebep olmuşlar, Müslümanların kesinlikle uygun görmeyeceği haksızlığa, fesada meydan verdikleri, fitne kopardıkları, halkı ezdikleri, kul hakkını ayak altına aldıkları, devlet malını yağmaladıkları hâlde despotluklarına karşı bir hareket, ihtiras ve menfaatlerine dokunacak bir itiraz, bir şikâyet gördükleri gibi saf-dil ve cahil ahalinin dinî hislerini tahrik ve bu mukaddes hissi âdeta bir oyun görerek dinî hükümler hilâfındaki günahları ve zulümleri bizzat kabul ve icra eylemiş olduklarını örtmeye çalışarak böylelikle baskıya çare aramışlardır. Bu yolda nice kanlar dökülmesine sebep olmuşlardır.”

***

31 Mart yaklaşıyor. Mahallî seçimde başarılı çıkarsak, 31 Mart’ın da intikamını, “hilafet” için adımlar atarak almış oluruz, diyebilirler. Yine “kelime-i tevhîd”i, Mahmut Sadık’ın yazdığı gibi, âlet edebilirler.

Yakın tarihte “31 Mart Vak‘ası malûm. “Din” eksenli ayaklanma çıkmış, Selanik’ten gelen Hareket Ordusu bu isyanı bastırmıştı. Hareket Ordusu’nun kurmay başkanı da Enver Bey’di. (Tarihin cilvesi... Hareket Ordusu’nun kurmay başkanı Mustafa Kemal Bey’di. Enver Bey, ordu İstanbul’a yaklaştığında Berlin’den gelip Mustafa Kemal’in elinden kurmay başkanlığını aldı. Bu yüzden araları hiç iyi değildi.)

Enver Bey’in Kafkaslar’a gönderdiği ordunun adının “İslâm Ordusu” olduğunu hatırlatırım. Son ana kadar da İslâm birliği için çalışmıştı. (İslâm İhtilâl Cemiyetleri İttihadı’nı, kurmuş Livâ el-İslâm, dergisine destek vermişti.) Bunlara sonra gireriz.

Mahmud Sadık’ın, Padişah/Halife Abdülhamit’in de sonunu getiren, o zamanki deyişle “31 Mart Ayaklanması”yla ilgi son cümleleri:

“İşte sahâif-i tarih! İşte İstanbul’daki son sahne! Mahiyet bir. İstibdat, son bir hareket-i ric‘iyeyi tecrübe için en mukaddes hissiyâtı tehyîc eylemekten, galeyâna getirmekten, zulüm ve i‘tisâfı tel‘în eden dinî fesat ve fitneye, tervîc-i âmâl-i istib­dâdiyeye ve istihsâl-i menâfi-i şahsiyyeye âlet etmekten çekinmez, -birkaç asırlık tarihten kaç misal istenilirse gösterilebilir- yine çekinmemiştir.” (Mahmud Sadık, “Din ve İstibdâd”, Resimli Kitap, C. II, S. 7, Nisan 1325 [Nisan 1909])

Tekrar tekrar söylüyorum... Halifelik İslâmın rüknü değildir!

Yazarın Diğer Yazıları