İşte ATATÜRK’ün sanatçıya saygısı

İşte ATATÜRK’ün sanatçıya saygısı
Ünlü Tarihçi-Yazar Cemal Kutay’ın Atatürk ile ilgili bir anısı “Vah benim güzel ülkeme, vah!” dedirtiyor. İşte Atatürk’ün sanatçıya duyduğu saygı…

İşte ATATÜRK’ün sanatçıya saygısı

“Resim tarihimizde bir Şevket Dağ vardır, İbrahim Çallı gibi, Namık İsmail gibi, Feyhaman gibi ünlü ressamlarımız eserlerini bütçe kabul edildiği zaman Ankara''ya getirirler, sergi evinde kolaylıkla satarlardı.
Mustafa Kemal''in bir tercihi vardı: Bu sergilere ya ilk gün gelirdi veya en son gelirdi. Neden? İlk gün gelirdi; ilgiyi arkasından çekmek için... Son gün gelirdi; bu alakanın neticesini öğrenmek için...”
 

Şevket Dağ ünlü bir ressamdı.
1935 yılıydı. O yıl yedi tablo eser yapabilmiş, Ankara’daki Sergi Evi’ne getirmekte geç kalmıştı.

Gerisini Ünlü Tarihçi-Yazar Cemal Kutay’dan aktaralım:

“…Şevket Dağ geldiği zaman Ankara''ya bütçede para yok. Her gelen bizim Hakimiyeti Milliye''ye, (daha sonra Ulus Gazetesi) bir uğrardı. O da geldi, kendisini karşıladık ve Münir Hayri Egeli tamamen yüklendi bu işi.

Zaten o meşguldü: Halk evleri adına ve gazete adına... Düzenlendi, eserleri konuldu ve her gün gazetede bir haber yaratıyoruz. Bizim çok değerli başyazarımız Falih Rıfkı Atay:

-"Sık sık bahsedin Şevket Dağ''ın sergisinden... İlgi uyansın" dedi.

Falih Rıfkı aynı zamanda Ankara Palas''ın yönetim kurulu başkanıydı. Onu o göreve Atatürk getirmişti, iki oda vardı emrinde. O iki oda yurdun dört tarafından gelecek fikir adamlarına, kalem sahiplerine, ressamlara, heykeltraşlara tahsis ediliyordu. Çünkü emin olun nadir istisnalarıyla bir sanatkâr cebindeki parayla Ankara Palas''ta kalamaz, Karpiç Lokantasında yemek yiyemezdi. O günleri anlamadan ve o günleri bilmeden bugünleri kavrayamazsınız. Ve o günlerin bugünlere nasıl dönüştüğünü derinlemesine öğrenmezseniz, Mustafa Kemal''i de anlayamazsınız.

Ve Şevket Dağ bekliyor: Tablolarını almaya gelecekler. Hiçbir hareket yok, büyük bir üzüntü içinde. Hatta Münir Hayri''ye: "Münir Hayri... Eğer bu tabloları satamazsam bunları nasıl geriye götüreceğimi düşünüyorum, emin ol ancak bir yol param var İstanbul''a dönüş için..."

Biz de elimizden geleni yapıyoruz. Son gün geldi. Büyük bir heyecan içinde Atatürk''ün gelmesi bekleniyor. Hikmet Bayur da alakalı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak da alakalı.

Bir telefon geldi öğleden sonra gazeteye: Atatürk sergiyi ziyarete geliyor. Ben, Foto Cemal''i aldım, merakla bekliyoruz. Çok iyi hatırlıyorum: Yanında o sıralarda Ankara''da bir iş için bulunan değer verdiği kumandanlarımızdan İzzeddin Çalışlar var, Prof. Afet Hanım var, Kılıç Ali var, İsmail Müştak Mayakon var. Kapıda Şevket Dağ karşıladı kendisini.

-"Nasılsınız üstad?" diye sordu.

Ben onun kadar nazik, onun kadar terbiyeli ve onun kadar karşısındakinin ruhuna hitap eden bir başka yüce adama rastlamadım. Salona giriyorlar ve her biri ayrı ayrı bir şaheser olan tabloların önünde biraz duruyor, ne zaman yapıldığını soruyor, bilgi alıyor... Zannederim tabloların ya beşincisi ya altıncısı Mevlana ile alakalı, Kubbe-i Hadrayı gösteriyor. Nefis bir tablo... Adeta Mevleviliğin o bir sonbaharda tersim edildiği anlaşılan yerdeki yapraklardan o tabloda toplanmış. Onun önünde durdu ve döndü sordu:

-"Üstad bunu ne zaman böylesine yarattınız?"

Şevket Dağ:

-"Geçen sonbahar bir Eylül akşamıydı Atatürk."

Yine durdu, yine baktı. Bir anda döndü, dedi ki:

-"Üstadım Milli Eğitim Bakanı geldi mi?"

-"Geldi" dedi Şevket Dağ.

O zamanki kabinelerde yer alan sayısı 10 veya 11 Bakanı sırayla saymaya başladı Atatürk:

-"Ekonomi Bakanı geldi mi?"

-"Geldi."

-"Milli Savunma Bakanı geldi mi?"

-"Geldi" dedi,

-"Başbakan geldi mi?" dedi.

-"Evet Efendim Başbakan da teşrif ettiler" dedi.

O yakışan, o şahane ve bir muhasebenin, bir düşüncenin adeta ifadesi olan tebessümüyle:

-"Üstadım... Bu kadar "bakan" geldi de bir "gören" olmadı mı?" dedi.

Ve döndü Hasan Rızaya:

-"Soyak... Bu başyapıtları köşke götürelim de doya doya seyredelim" dedi.

Ve emin olun, tahsisat kalmadığı için o mütevazi devletin ayırdığı parada, İş Bankası''ndaki hesabından, yani şahsi parasından ödeyerek o tabloları aldı ve gitti.
Hey Goca Adam Hey!..

Kaynak: Bir Solukta Atatürk, Cemal Kutay, İklim Yayıncılık, sayfa: 207-212