KARA EYLÜL Şafağı güne bağlanmadı! -2-

KARA EYLÜL Şafağı güne bağlanmadı! -2-
KARA EYLÜL Şafağı güne bağlanmadı! -2-

Ha ekmeğini yemişim ha uğruna kurşun!...
1968’de Site Öğrenci Yurdu’nda öldürülen Ruhi Kılıçkıran ile başlayan şehitler kervanına her gün bir yenisi eklendi. 1970’lerin ortasına gelindiğinde cinayetler toplu katliamlara dönüşmüştü

Milleti sevmenin bedelini darağaçlarında ödeyeceklerini bir an bile akıllarına getirmemişlerdi. Bedel ödemekten çekindiklerinden değil... Vatanı müdafaa görevine teşekkür almak için talip olmamışlardı.
Canlarından ilk can 1968 yılının 4 Ocak’ında koptu! Site Öğrenci Yurdu kantininde, böyle bir Ramazan gününde, iftar vakti iki el silah sesi yankılandı. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi Ruhi Kılıçkıran; 22 yaşındaki taze fidan Ülkücü Hareket’in ilk şehidi olarak kaydedildi, tarihin çoğu kez yok sayacağı sayfalara...

Onlar kabuk, öz menem

Süleyman Özmen, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nda 72 saat kuşatma altında ve aç kalan arkadaşlarına ekmek götürmeye çalışırken vuruldu. İki gün ölümle yaşam arasında gitti-geldi. 20 Mart 1970’te şehit oldu. 
İstanbul Üniversitesi Coğrafya son sınıf öğrencisi Yusuf İmamoğlu diplomasını almasına günler varken vuruldu. Edebiyat fakültesinin bahçesinde kanlar içinde yatıyordu, katilleri okulun etrafında etten duvar olmuş ambulans ve sağlık görevlilerini içeri sokmuyor, Yusuf’u dışarı salmıyordu. Deli kanı damarlarında durmuyor, akıp gidiyordu Yusuf’un. Hastaneye yetişebilse yaşayacaktı. Ama kıllarını kıpırdatmadan ölümünü izlediler. Yusuf İmamoğlu şehit olduğunda cebinde bulunan 35 kuruş ve otopsi sonucu üç gündür hiçbir şey yemediğinin ortaya çıkması, ülkücü gençlerin mücadelelerini, hiçbir çıkar sağlamadan, “Allah rızası için” verdiklerinin sembolü haline geldi.

Anası Dursun demiş, durmaz gider Önkuzu

Dursun adı ülkücüler için Emine Işınsu’nun kaleminde ebedileşen derin bir ‘sancı’... 23 Kasım 1970’i anmaya çok yürek dayanmaz. Ankara’da üniversitede sıkıştırıyorlar Dursun’u. Köycülük odasına sürüklenirken, kendisini gören müstahdem aracılığıyla yaptığı yardım çağrısı kimseye ulaşamıyor. Sonrası işkence, sonrası vahşet... Alabildiğine insalıktan çıkmak sonrası... İşkencenin akla gelemeyecek türlüsüne direniyor genç bedeni. Ölümüne dövüyorlar, çenesini kanırtıyorlar, vücudunda kırılmayan, ezilmeyen yeri kalmıyor. Öldürmeye değil, safran çıkarana kadar nefretlerini kusmaya çalışıyorlar. Aynı toprağın çocukları “gözlerden fışkıran kanı gördükçe” zevklenecek nefret büyütüyor o yıllarda.
Dursun yıllar sonra, Mamak cehennemindeki ülkücülerin karşı karşıya kalacakları bir yöntemle öldürülüyor. Ciğerleri hava pompalanarak patlatılıyor. Cansız bedenini görmek yetmiyor komünist militanlara. Dursun’u okulun camından aşağı atıyorlar.
Bir yıllık evli Sabri Kıran da insafsızca ölüme terk edilenlerden. Gittiği kahvehane taranıyor, Sabri’yi hastaneye yetiştiren ailesinin yanında para olmadığı için röntgeni çekilemiyor. Üstüne üstlük para yoksa kan yok diyorlar. Arkadaşları koşuyor. Kan taşıyan gençler mekik dokuyor koridorlarda. Ölüm saati yaklaşıyor. Görüyor doktorlar. İzliyorlar. Ama ameliyata almıyorlar. Arkadaşları isyan ediyor, başka hastaneye taşıyorlar ülkücü genci, ancak üç gün geciken tıbbi müdahale işe yaramıyor.
Türk Milliyetçiliği ve Komünizm üzerine kaleme aldığı eserlerle dönemin milliyetçi gençlerinin bilgi kaynakları arasında yer alan İlhan Darendelioğlu sahibi olduğu Toprak Dergisi’nin önünde öldürülüyor. Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı da olan Darendelioğlu’nun katilleri eğer ecel fani dünyanın adaletinden aceleci davranmadıysa hala aramızda!
Ercüment Yahnici, İsmail Gerçeksöz, Recep Haşatlı ve oğlu,  Alper Tunga Uytun, oğlunun gözleri önünde öldürülen Bekir Şendilmen ve daha nicelerinin tabutlarına omuz veriliyor...

Katliama dönüştü

Cinayetler zamanla toplu katliamlara dönüşüyor. 17 Mart 1977’de Ümraniye’de, Bahri Bilge, Sinan Koca, Salih Uluğ, Ömer Bayraktar ve Cevat Koca adlı ülkücü işçiler, üç gün süren işkencenin ardından öldürülüyor. Adana’da 19 Eylül 1979 günü ülkücü öğretmenler Müslüm Teke, Yılmaz Kızılay, Özcan Doruk, Davut Korkmaz, Ahmet Güleç ve Mustafa Karaca evlerinde televizyon izlerken kurşuna diziliyor. Marksist, Leninist Silahlı Propaganda Birliği’nin 3 Nisan 1980’de Bayrampaşa Hürkent Pasajı’na düzenlediği sadırıda Kazım, Zeki Memili, Harun Yanartaş ve Meftun Küpeli kuşuna diziliyor. Beşiktaş Ihlamurdere’de ülkücülerin bekar evinde beş Dev-Sol militanı tarafından düzenlenen silahlı ve bombalı saldırıda, Serdar Öğe, Alim Ulusoy ve Ömer Naci Bayyurt şehit ediliyor. 2 Eylül 1980’de Ankara Ziraat Mühendisleri Birliği Lokali’ne düzenlenen baskında Hikmet Sağlam, Dursun İnce, Refik Aslan ve Ahmet Çelik’in şehit edilmesi, bu toplu katliamlardan sadece birkaçı...


Destanlaştılar...
1 Mart 1977 Adana Öğrenci Yurdu’na baskında şehit olan Mustafa Erol’un karlı bir günde kaldırılan cenazesi şehit Ükücülerin sembolü oldu.



Çorum ve Kahramanmaraş provokasyonları
Türkiye’nin işgali ve savunmasında stratejik öneme sahip şehirlerde, etnik farklılıkları, mezhep ayrılıklarını kaşıyabilecekleri yerlerde sistemli biçimde örgütlendiler.
Dev-Yol, Dev-Sol, Kurtuluş gibi örgütler ortak eylem kararının ardından Çorum’da Alevilerin eziyet gördüğüne yönelik kamuoyu oluşturup, halkı kışkırttı. Gün Sazak suikastini protesto etmek için toplanan ülkücülerle, silahlandırdırılan gruplar karşı karşıya getirildi. 26 kişinin ölümüyle sonuçlanan halkın topluca cuma namazı kıldığı caminin bombalanması olayında cemaate yaylım ateşi açıldı.
Kahramanmaraş da 22, 23, 24 Aralık 1978 tarihlerinde tam manasıyla “katliam”a tanıklık etti. Ülkücülerin gittiği bir sinema, “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin gösterildiği gece PDA militanlarınca bombalandı. Pol-Der’li polislerin, işbirliğine girişerek sindirmeye çalıştıkları Kahramanmaraş halkı da mezhep çatışmasına sürüklenmek istendi.
Vali’nin “anarşi kalmadı” gerekçesiyle önlem almadığı Maraş’ta çatışmalarda yaralananların taşındığı hastaneler kuşatıldı ve tedavi engellendi. Aynen üniversitelerde hedef olan öğrenciler gibi, Kahramanmaraş halkı da ölüme terk edildi.
Ülkücü gençlerin cenazelerini almak üzere hastaneye gelen kalabalığa, Yörükselim mahallesindeki hücre evlerinden ateş açıldı.Uzun menzilli otomatik silahlardan yağan mermiler, onlarca insanın ölümüne neden oldu.
Çevre köylerde kanlı bir savaş başladı. Çatışmalarda askerin üzerine roket dahi atıldıı. Şehirde taş taş üstünde kalmayınca yetki orduya verildi.
Kahramanmaraş olaylarından sonra başlayan ve 400 gün süren mahkemeden 22 idam, 14 müebbet, 130 ağır hapis cezası, 172 çeşitli hapis cezası, 44 dosya tetkiki ve 411 beraat kararı çıktı.

 

Kara üzüm gözlü MÜRSEL
Karamürsel... Kara üzüm gözlü Mürsel... Soy oğul...
Gündüz Bey’ce namlı yiğit
Bey Dağı’nca bey oğul! ..
Gazi Battal Ülkesinin karayiğit balası
Devlet oğul, mürvet oğul,
 fidan oğul, toy oğul!...
“Oku” dedim,
“oku diyen Yüce Rabbimin hakkına...
Seni yüksek mekteplere
çok gördüler hey oğul...
Hain eller ak göğsüne kızıl kurşun sıktılar...
Evvel giden şol genceceik şehitlere tay oğul...
Anam dedin... Babam dedin... Atam dedin bayrağa
Hem al bayrak oldun işte, hem bayrakta al oğul
Bağrındaki kurşunlarla çık peygamber katına
Ol mübarek avucunun içini birer birer say oğul
Bed yüzlüler, kem gözlüler hor bakarmış vatana
Biz tükenip, yok olmadan olmaz böyle şey oğul
Denilmiştir; “Can Sağ iken, yurt vermeyiz düşmana...”
Hem sütümden, hem kanımdan bu sendeki huy oğul!..
Ne vermişsem; ekmeğimden, sütümden...
Helal ettim... Helal ettim... Helal ettim...
Duy oğul!
Destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu bu genç ölüme yakıştıramıyor Mürsel Karataş’ı.  Kara üzüm gözlü çocuk 19 Eylül 1979’da, Sultanahmet’te bulunan Hergün Gazetesi’ne düzenlenen baskın sonucu şehit oluyor.

 


Türkiye fotoğrafının tanıdık kareleri
12 Eylül’ün işaret fişeği sayılan 1 Mayıs 1977’den sonraki Türkiye fotoğrafını sadece birbiriyle kavga eden, kurşun sıkan, taşlayan, bombalayan, kovalayan figürler oluşturmuyordu.
Türkiye ekonomik krizin pençesinde kıvranıyordu. Devalüasyon yapılmış, petrol krizinin etkileri sürüyordu. Sanayici hükümeti muhatap almıyordu. Yatırımlar durmuştu. Yabancı basındaki manşetler ortaktı: “Türkiye iflas etmiş bir ülkedir.” Merkez Bankası çıkmazdaydı. IMF ile görüşmeler başladı.
Elektrik kısıtlamaları, sendikaların grevleri, yargıda patlak veren kriz, Yahya Demirel ve Akgün Erbakan’ın hapse girmesiyle boyutları ortaya saçılan yolsuzlukların yarattığı rahatsızlık Güneydoğu başka bir boyuta taşınıyordu. Irak sınırı yolgeçen hanına dönmüş haldeydi. Siverek ve Hilvan’da ortaya çıkan APO’cular saldırılara başlamış, Urfa merkezli bir hakimiyet alanı oluşturuyorlardı.
Meclis Cumhurbaşkanını seçemez hale gelmişti. Tıkanan sandıktan Zeki Müren’den Ajda Pekkan’a uzanan aday isimleri çıkıyordu.
ABD ve Avrupa “Türkiye’ye istikrar” çağrılarının sesini yükseltmeye başladı.
Askeri kanadın ‘sivillerin kulağının üzerine yattığını’ düşündüğü 1977 yılında meydana gelen terör olayları sonraki üç yılın habercisiydi. Bir yılda 157 kişi ölmüş, 1667 kişi yaralanmış, aralarından bir kısmı sakat kalmıştı.
Milliyetçi Cephe hükümetlerinden sonra kurulan azınlık hükümeti de US Armed Forces’da yayımlanan “askeri müdahaleden başka çıkış yok” çağrısını engelleyememişti.
Ecevit, “korkarım ki biri çıkar düdüğü çalar oyun bitti “herkes evine” der ve bir anlamsız oyuna dönüşen demokrasi böylece sona ere derken “ gelecek günleri sürpriz saymayacaklarını peşinen ilan ediyordu sanki.
Nitekim, 12 Eylül sabahı, sokağa inen tanklara BBC’nin tepkisi çok anlamlıydı:
“Nihayet gerçekleşti!”


 

Yarın: Fatsa, Gün Sazak Suikasti ve tanklara döşenen kanlı yol