Kumpas şehidi Tatar'ın ağabeyi: Onlar gazeteciyse siz nesiniz?..

Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşlerin canhıraş destekledikleri FETÖ kumpaslarından zarar görenlerin, yakınları ölüme tahliye edilenlerin, mezarda beraat edenlerin, zulümhaneye dönen hücrelerinde amansız hastalıkların pençesine düşenlerin, rütbeleri sökülenlerin, ocakları söndürülenlerin velhasıl Türkiye'de o çok pirim yapan "mağduriyet" yaftasının "kazandırmadığı", aksine en ağır bedelleri ödettiği belki de tek kesimi oluşturanların kurduğu Kumpas Mağdurları Derneği (KUMPAS-DER)'nin Başkanı, o alçaklık günlerinin intihara sürüklediği Deniz Yarbay Ali Tatar'ın ağabeyi Ahmet Tatar'a sordum malum tahliyeleri.

***

Her şeyden önce özellikle Ilıcak'ın tutuklandığı ilk andan itibaren, yaşı üzerinden ve "gazeteci kimliği"ne vurgu yapılarak yürütülen "acındırma kampanyası"na itiraz etti:

- Ben hiçbir şekilde, 75 yaşındaki birinin içeri atılmasından mutlu olacak biri değilim… Ama öyle bir hava estiriliyor ki, bunların yaptığı her şey "gazetecilik faaliyeti"; yazıp çizmekten başka hiçbir suçları yok gibi… Bu insanlar, Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan, ikisi de, özel olarak, büyük bir planın parçası olarak kendilerine verilen rolü yerine getirdiler. Ergenekon ve Balyoz sürecinin parçasıydılar. Düşünsenize, siz orduyu dağıtacaksınız. Cumhuriyet'in kurucu değerlerini, kurumlarını çökerteceksiniz… Toplumu buna hazırlamak gerekiyordu. Bunun zeminini hazırlamak ve yapıldığı anda meşruiyetinin tartışılmamasını sağlamak, yani halk katında meşrulaştırmak… Bu, çok önemli bir roldür; psikolojik savaş… FETÖ, Türkiye Cumhuriyeti'nin başına hangi çorabı ördüyse, o çorabın topuğunu bunlar örmüştür. Bütünün parçası olarak işlevlerini, işin esasını görmek lazım. Yoksa işte yaptıkları "yalan haber" bilmem ne seviyesinde kalır böyle. Ben "gazetecilere" sormak istiyorum: Bunların, o günlerde yaptığı şey gazetecilik ise, sizin yaptığınız neydi? Bunlar, gazeteci ise, siz nesiniz? Aynı şey olamazsınız çünkü!

***

Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belliydi Tatar'a göre:

- 15 Temmuz'dan sonra oluşan iklimde tutuklandılar. Fakat ciddi bir iddianameyle yargılanmadılar. Türkiye'nin emperyalizme teslimi sürecindeki rolleri ortada olduğu halde "subliminal mesaj" gibi saçma sapan, altını maddi temelle doldurmanın zor olduğu, kısa sürede serbest kalmalarını sağlayacağı açık suçlamalarla yargılandılar. Toplumun gazı alındı; o kadar.

***

"Hüküm vermek benim harcım değil; hükmü Hak verecek ama…" diyor Tatar:

- Toplumun vicdanında bir hükmü var. Bizim vicdanımızda ikisiyle ilgili de bir hüküm var. Bunun adalet boyutuyla yerine getirildiğine inanmıyorum. Bugün onlara yöneltilen suçlamanın hukukta tam karşılığı olmayabilir… Bugün, hukukta, onların işledikleri suçların da tam karşılığı olmayabilir. Bizim ömrümüz, onlarla ilgili "adalet"in sağlandığını görmeye yetmeyebilir. Ama ben inanıyorum ki; haklarındaki adil hüküm tarihsel boyutta mutlaka verilecektir. "Suçlu" olarak tescilleri bile ruhlarına yönelik bir baskıdır. Ahmet Altan, bugün, kendisini vicdanından soyutlayacak kadar soğukkanlı olabilir. Ama yaşam, mutlaka onu da vicdanıyla baş başa bırakacaktır. Bir gün mutlaka elleri, ayakları dolanacaktır. Değil tahliye, isterlerse boyunlarına madalya taksınlar. Er ya da geç, kendi vicdanlarında bu muhasebeyi yapacaklar. Bu vicdan azabından kurtulamayacaklar. İnanıyorum ki, diğer dünyaya kalmayacak, yaptıklarının karşılığını bu dünyada mutlaka bulacaklar. Dilerim çok uzun yaşayarak bulurlar!

Adalet kâfi…

Yalan, hele de toplumu doğru bilgilendirmekle yükümlü kişilerce söylenmiş, hele de başka kişilerin, kurumların hatta ülkelerin felaketine yol açan yalan, büyük fenalıktır. Suçtur.

Genelde böyle ağır bir ithamın altına girmek istemeyiz biz. Bu sebeple, "yalan" yerine "doğru değil" demeyi tercih ederiz. Ama, ağız dolusu ve zerre şüphe duymadan söyleyebilirim ki, Nazlı Ilıcak, "yalan" yazabilmiş insandır.

Uğradığı iftiralara ve o iftiralar karşısında "devlet"in "yargı" cüppesiyle karşısına dikilme "şekline" dayanamayıp intihar eden Deniz Yarbay Ali Tatar'ın ölümü üzerine "İntiharı üzerinden Poyrazköy davasını itibarsızlaştırılıyor; ne iş!" yazabilmiş insandır.

Ölüme tahliye edilen Kuddusi Okkır'ın ardından, "tedavi olabilmesi için cezaevinde tutulduğu" propagandasına aracılık edebilmiş insandır.

Milyonlarca Türk evladı, "Türk Ordusu'nun şehadetine" ağlarken, Cumhuriyet'i sırtından vuran "özel yetkili" FETÖ kuklalarıyla kahkahalar eşliğinde kartopu oynayabilmiş insandır.

Ahmet Altan, "Devlet kendi halkını bombaladı", "Fatih Camii Bombalanacaktı", "Analar Ağlıyor: 49 PKK'lı Öldürüldü" manşetlerini atabilmiş insandır.

Ali Tatar'ın "Elinde kardeşimin kanı var" diye feryat eden ailesine "Güneydoğu'da da 17 bin ölü var" cevabını verebilmiş insandır.

İlk günden itibaren "onlar için bile adalet" istedim; ama ne "vicdan" ne de "merhamet" isteyemem.

 

Yazarın Diğer Yazıları