Labirentlerin binlerce yıldır çözülemeyen sırları neler?

Labirentlerin binlerce yıldır çözülemeyen sırları neler?
Labirent günümüzde daha çok ‘bulmacalar’ ile karşımıza çıkarken ortaya çıkışı ve eskiden ne için kullanıldığı hayretler yarattı. İşte labirentler hakkında ilginç gerçekler.

Labirentin sembol olarak kullanıldığı mitoslar çok eskiye dayanmaktadır. Labirent insanın kendini dolambaçlı patikalarda kaybettiği, karışık, aşması zor bir geçit olarak tanımlanır.

Labirent sembolü özellikle Girit’teki saray duvarlarında, Roma evlerinin döşemelerinde, Etrüsklerin vazolarında, Maya çanak ve çömleklerinde ve Mısır gibi çoğu antik uygarlıklarda ortak olarak görülmektedir.

LABİRENTİN ANLAMI

Labirent teriminin Girit dilindeki Labris(Labrys) yani “Çift Taraflı Balta” sözcüğünden geldiği sanılmaktadır. Çift taraflı balta Girit’in çok eski ve kült bir simgesidir. Bu balta Labris ismini taşırdı ve çok eski bir geleneğe göre, Greklerin Ares-Dionisos (Grek mitolojisinde evreni yaratan, Kaos’tan çıkaran tanrı) isimli tanrının silahıdır. Anlatılara göre tanrı Ares-Dionisos yeryüzüne çıktığında henüz hiçbir şey yaratılmamış, biçimlenmemiştir ve sadece karanlık vardır. Etrafta yürümeye başlayan Ares-Dionisos, elindeki Labris ile karanlığı keser ve bir saban izi bırakır. Onun açtığı bu yol azar azar aydınlanmaya başlar ve bu labirent olarak adlandırılır. Yani Labris ile açılmış patika. Bu Girit’te labirent mitosu hakkında bulunabilecek en eski gelenektir ve bundan başlayarak diğerleri çok daha ünlü olmuştur.

Karyalıların (Karia) bir zamanlar başkentliğini yapmış olduğu Milas’ta Labranda olarak bilinen kentin adı da aynı kökten yani Labrys’ten (Labris-Çift Taraflı Balta) gelmektedir. Buradaki Zeus Tapınağı’nda çift taraflı balta sembolü bulunmaktadır. Burada bu balta Zeus’un iki uçlu baltası olarak geçmektedir.

Mircea Eliade’ye göre ise sözcüğün (labyrinthos) asyanik kökenli “labrallarua”dan (taş, mağara) türemiş olma olasılığı daha büyüktür. Bu sebeple labirentin insan eliyle oyulmuş yeraltı yolu anlamına geldiğini söylemiş ve Gortyna yakınındaki Ampelousia mağarasına günümüzde “labirent” denildiğini aktarmıştır.

Tıp literatüründe labirent sembolünün, karmaşık bir anatomik yapılanmaya sahip olan iç kulak için kullanıldığı ve iç kulaktaki bir oluşuma ismini verdiği bilinmektedir. Bu bağlamda iç kulak iltihabı “labirentit” olarak adlandırılmaktadır. Bunun dışında labirent terimi öğrenmeye ilişkin bir simge olarak “davranış labirenti” (action maze) diye bilenen teknikle eğitim bilimlerinde, şizofreni hastalarında algılama bozukluğu nedeniyle ortaya çıkan “labyrinthine konuşma” ile de psikoloji alanında sık kullanılan bir terim olmuştur.

DAİDALOS’UN LABİRENTİ (DEDAL LABİRENTİ)

Bilinen en eski labirent yapılar Mısır ve Girit’te keşfedilmiştir. Ancak Heredot’un sözünü ettiği, Mısır’daki “piramitleri gölgede bırakan dünyanın en büyük labirenti” henüz bulunamamıştır. Labirentle ilgili akla gelen ilk mitoslardan biri kral Minos’un, ölümlülerin en hünerlisi olarak bilinen Daidalos’a (Dedal’a) yaptırdığı labirent mitosudur.

Girit kralı Minos, Poseidon’un gönderdiği boğayı ona kurban olarak sunacağına dair söz verir. Ancak boğanın güzelliğinden etkilen Minos, boğayı kendi sürüsüne katarak Poseidon için başka bir boğayı kurban eder. Durumu anlayan Poseidon, Minos’u cezalandırmak için Minos’un eşi Pasiphae’yı hedef seçer. Pasiphae, eşinin tanrıya sunmaktan vazgeçtiği boğayı görür görmez ona karşı dayanılmaz bir aşk hisseder. Bir türlü duygularına söz geçiremeyen Pasiphae, Daidalos’un yapmış olduğu tahtadan -kimi kaynaklara göre bronzdan- düvenin içine girerek boğayla birlikte olur. Bu ilişkiden yarı insan yarı boğa şeklinde tasvir edilen Minotaur dünyaya gelir.

Eşinin yaşadığı sapık ilişkiyi ve bu ilişkiden doğan Minotaur’un varlığını öğrenen Minos, Daidalos’dan bir sığınak inşa etmesini ister. Bunun üzerine Daidalos tüm hünerini kullanarak içinden hiç kimsenin çıkamayacağı labirent şeklinde bir yapı inşa eder. Minotaur artık bu labirentin merkezinde yaşayacaktır.

THESEUS VE LABİRENT

Burada, canavar Minotaur, zeka ve yön olmaksızın, labirentin merkezine hapsolmuş, kurbanlarını bekleyen kör ve biçimsiz maddeyi simgeler. Yıllar sonra Minotaur labirentin içinde bir korku objesine dönüşür. Girit’le Atinalılar arasındaki bir savaş sonucu yapılan anlaşmaya göre Atinalılar her dokuz senede bir, 7 bakir erkek ve 7 bakire kızı Minotaur’a kurban etmek için Girit’e vermektedir. Üçüncü seferde Atinalı kahraman Theseus ortaya çıkar.

Theseus kurban edilecek gençler arasına girerek Girit’e gelir. Aşk tanrıçası Afrodit’in yol boyunca Theseus’a yardım ettiği söylenir. Ancak en büyük yardımını Minos’un kızı Ariadne’yi ona aşık ederek göstermiştir. Öyle ki genç kız, aşkına karşılık vermesi halinde Theseus’ a yardım edeceği ve labirentin çıkış kapısını ona göstereceğini söyler. Theseus’a labirentin içine girip Minotaur’u öldürdükten sonra çıkışı bulabilmesi için bir ip yumağı verir.

Theseus karışık koridorların içine girdikçe ipi açar. Merkezde ise az rastlanan gücü ve isteği ile bir kerede Minotaur’u öldürür ve çıkışı bulur.

KLASİK 7 ÇEMBERLİ LABİRENT SEMBOLÜ

Bütün klasik labirentler basit bir geometrik şablona dayalıdır. Antik yedi çemberli labirent (bu isim verilmiş çünkü yollar merkez etrafında yedi eş merkezli halka oluşturur) sembolizm açısından çok zengin olup 7 sayısının mistik özelliğine dayalı olarak çizilir. “7” dönüşümün sayısıdır. Ortaçağ’da yedi çember, yedi görülebilir gezegene karşılık gelmekteydi ve labirentte yürümek cennette yapılan kozmik bir yolculuk sayılmaktaydı. Yedi çemberin, haftanın günlerini, çakraları, renkleri, ya da müzikteki notaları temsil ettiği düşünülebilir. Bazı araştırmalar, labirentin geometrik şeklinin bir enerji alanı meydana getirdiğini ve bunun bedensel hastalıkları iyileştirip aklı dinginleştirdiğini düşündürmektedir.

MAĞARA-LABİRENT VE MERKEZE AÇILAN YOL

Paleolitik dinlerde mağaranın oldukça önemli bir rol oynamış olduğu bilinmektedir. Labirent bu rolü yeniden ele alıp genişletmiştir. Mağara ve labirent, başka arkaik kültürlerdeki sırra erme törenlerinde birinci derecede önemli bir işlev görür; ikisi de öteki dünyaya geçişin, yer altına inişin, somut simgeleri durumundadırlar.

Melanezya’nın Malekula Adası’nda, Ölüler Ülkesi’ne giden yolun tehlikelerini anlatan bir mitos vardır. Ölü ruhu bir rüzgarla ölüm sularında taşınırken girişte oturan dişi bir koruyucu görür. Dişi bekçi yol boyunca bir labirent çizer ve ruh yaklaştıkça çizgilerini siler. Yolcu Ölüler Ülkesi’ne varmak için bu şekli tamamıyla anımsamalıdır. Burada ölümden önce labirentin gizini öğrenmenin ne kadar önemli olacağı anlaşılıyor.

Mircea Eliade “Bir labirentin asıl amacı “merkezi” korumaktır, yani erginlenme yoluyla kutsala, ölümsüzlüğe ve mutlak gerçekliğe ulaşmayı simgeler.” demektedir. Labirent ayinleri, yeni erginlenecek (Birçok toplulukta gençlerin yetişkinliğe geçmesi için yapılan ritüel, ruhsal anlamda aşama kaydetme) kişiye, tüm yaşamı boyunca, ölümün alanına kendisine bir zarar gelmeden sızabilmeyi öğretmeyi amaçlamaktadır.

EVRENSEL BİR SEMBOL OLARAK LABİRENT

Theseus ile bağlantılı olan inşaatçı ve heykeltıraş olan Daedalos’un efsanesi ile birlikte Roma imparatorluğu zamanında çok sayıda labirent betimlemesine yer verilmiştir. Ortaçağ inşaatçıları tarafından alınan ve çeşitli kiliselerin döşeme süslerinde kullanılan bu motif, kutsal topraklarda yapılan Hac ibadeti ile ilişkilendirilmiş ve bu nedenle de labirentin merkezi Kudüs kabul edilmiştir. Kutsal şehri ziyaret edemeyen müritler, günahlarının affedilmesi için, bir labirentin kıvrımlarını dizleri üzerinde takip ederek görevlerini bu şekilde yerine getirebiliyorlardı.

Ortaçağ’ın Gotik katedrallerinde de labirent sembolüne sıkça rastlanırdı. 13. yüzyıla ait olan ünlü Chartres Katedrali de bunlardan biridir. Günümüzde Chartres Katedrali’ni önemli sayıda Hristiyan hacı ziyaret etmekte ve içinde bulunan labirent deseni üzerinde başları önde yürüyerek dua etmektedirler. Dıştan merkeze doğru on bir dairelik karışık bir dizaynı olan bu labirent hacının spiritüel yaşam seyahatini simgelemektedir.

screenshot-1-001.png

screenshot-2-001.png

screenshot-3-001.png

screenshot-4-001.png

screenshot-5.png