Seçime gömüldük... Kudüs ne olacak?

Seçime gömüldük... Kudüs ne olacak?

Seçim, seccade, ikramiye, kurşunlama... uğraşaduralım ama bir kulağımız Kudüs''te olmalı. Çatışmalar ister istemez bizi de etkiliyor ve ister istemez taraf oluyoruz.

Musevîlerin Hamursuz/Pesah Bayramı''yla Müslümanların ramazanı aynı ay içinde. Mescid-i Aksâ merkezli saldırılar kaçınılmazdı.

Yahudiler, bayramlarını kutlamada istikrarlılar. Onları var eden de kendi dinleri, kendi kaideleri, kendi âdetleri. Yoksa 2 bin yıl sonra gelecekler, Filistin''e girecekler, devlet kuracaklar, Araplara karşı her savaşta galip gelecekler... Bu plan, program, akıl yürütme, dış destek sağlama, hepsi içinde olmakla beraber asıl inançla açıklayabiliriz.

Hamursuz Bayramı''nın fanatikleri, Müslümanlar namaz kılarken, İsrailli güçlerin yol açmasıyla Mescid-i Aksâ''ya giriyorlar. İster istemez çatışacaklar.

Mescid-i Aksâ Müslümanların ilk kıblesi... Ve Hz. Peygamber Miraç gecesi Kâbe''de Mescid-i Aksâ''ya gelmiş, şu anki mescidin bulunduğu yere inmiş. Bu mescidin karşısında 30 metre ileride "Hz. Ömer Camisi" olarak da bilinen, ekranlarda sarı kubbeli gördüğünüz Kubbetü''s-Sahra Camisi''nin içindeki havada asılı duran kayanın üzerine basarak yedi kat semaya yükseldiği rivayetleri de var.

Harem-i Şerif, Mescid-i Aksâ alanını çevreleyen duvarın bir tarafı, Musevîlerin dünyanın dört bir yanından gelip ibadet ettikleri Ağlama Duvarı.

Musevîler, kesin ellerine geçeceğini, bütün Müslümanların ayağa kalkmayacağını bilseler, Kubbetü''s-Sahra''yı da Mescid-i Aksâ''yı da yıkarlar, var olduğu kitaplarında yazan Süleyman Mabedi''ni de bulurlar, Hz. Musa''nın sandığını da...

İsrail''i kurma, Kudüs''ü alma gücüne eriştiler ama, Müslümanların kırmızı çizgisi Mescid-i Aksâ avlusuna ancak askerlerin korumasıyla girebiliyorlar.

*

İsrail''e gidip gelen ellerinde kalem olanlar yazıyorlar ama farklı yazıyorlar. Gerçekçi olmak gerekiyor.

Ben de gittim ve yazdım. İsrail''deki çatışmaların özünü anlayabilmek için Musevîleri asıl kimlerin temsil ettiğini iyi bilmek gerekir.

Benim gördüklerimi, bir başka yazarın gördükleriyle kıyaslamıştım. Okuyalım:

Yahudi gözümüzde çok büyütüldü ve farklı gösterildi. Bu büyütme ve farklı gösteriş oranına göre, insan, İsrail devletinde de farklılık arıyor.

2 bin yıl sonra ideallerini gerçekleştirmek elbette dünyada eşi benzeri görülmemiş azametli bir iş. İsrail''e yerleşenler ya muhtaç insanlar ya da son derece dindar. Zenginler dışarıda kalmışlar. Asıl İsrail devletini yaşatanlar da onlar... Gerek akıl vererek, gerek lobi faaliyetleri göstererek, gerekse para göndererek o kadar Arap devletinin arasında İsrail''i ayakta tutuyorlar. İsrail''de yaşayanlara ise dışarıdakilerin hazırladıkları planın hamallığını yüklenmek kalıyor.

Dünyanın dört bir yanına dağılmış ikinci bir millet daha gösteremezsiniz. Çingeneler diyeceksiniz ama onlar ideallerinden koparılmış değiller. Gönüllü göçmendirler; Hindistan ile Mısır''dan dünyaya yayılmışlardır. Yaygınlıkları da yakın zaman içinde, belki en fazla XV. yüzyıla kadar uzanır. Yahudilerin ise 2 bin yıl önce krallıkları yıkılmış, her biri bir tarafa dağıtılmışlardır. O zamandan beri de Yahudiliklerini koruyarak geldiler. Her gün birbirlerine "Jeruselam''da buluşmak üzere..." diye selâm vermişlerdir. Jeruselam, yani Kudüs...

Ve... Kudüs''te buluştular.

Sokaklarda lüle lüle saçlı çocuklar... Bunlar kız çocukları değil; erkek çocuklar... Saçlarını da başlarının iki yanından favorilerin üstünden uzatıyorlar. Şekil bununla bitmiyor. Başlarına "kipa" dedikleri küçük takkeleri takıyorlar. Yine bitmedi... Pantolon kayışına da baldırlarına doğru sarkan birer tutam ip bağlıyorlar. Dahası var... Sokakta peştamal gibi örtüye sarınmış erkek Yahudiler görürsünüz. Sakallı, fötr veya kalpağa benzeyen tüylü, tekerlek gibi başlıklar takmış, siyah pardösülü insanlarla çok sık karşılaşırsınız. Bu tipleri en çok Kudüs''te gördük.

Kudüs onların "hac" merkezi olduğu için, dünyanın dört bir tarafından dindar Yahudiler Ağlama Duvarı''nı ziyaret için akın akın Kudüs''e geliyorlar. Bu sebeple Kudüs''te iki adımda bir otelle karşılaşıyorsunuz.

*

Ünlü gazeteci Bedii Faik''in "Akıl Cumhuriyeti İsrail" adlı 126 sayfalık röportaj kitabını iyi ki İsrail ve Filistin''den geldikten sonra okudum. Kitabı İstanbul Üniversitesi''nden bir doçent arkadaşım hatırlattı. Arkadaşım: "Selîs bir üslûpla yazılmış." demişti.  Kitabı eğer önceden okusaydım, Bedii Faik''in Yahudilere karşı duyduğu müthiş hayranlığın etkisinde kalacak, hiçbir şeyi çıplak gözle değerlendiremeyecektim. Bedii Faik, Araplara karşı öyle bir Yahudi hayranlığı besliyor ki, biz başka toprakları, başka şehirleri mi gezdik, demekten kendimi alamadım.

Bir tarafta akıl dışı hayranlık, bir tarafta gerçeklerden uzak düşmanlık duyanlar...

Bedii Faik "Akıl Cumhuriyeti İsrail"de "Din ve bilim" bölümünde şunları yazıyor:

"Hâlâ Tevrat''ın ve İshak''ın müjdelediği gerçek kurtarıcının gelmediğine inanarak onu bekleyen, örgülü saçlı her Yahudi yobazına, yollarda bıyık altından gülünerek bakıldığını görebilirsiniz."

Bedii Faik''in örgülü saçlı diyerek küçümsediği fanatik Yahudiler İsrail''de o kadar çok ki, nereye gitseniz karşınıza çıkıyorlar. Hele Kudüs, onların merkezi... Bunun da tabiî karşılamak lâzım. Yahudilerce vaat edilmiş toprakların merkezi de Kudüs. Ünlü Ağlama Duvarı da bu tarihî şehirde...

Unutulmasın ki, Yahudi kimliğinin ölçüsünü de bu örgülü saçlı, melon şapkalı, pardösülü fanatikler koyuyor. Bunlar kimliğin asıl bekçileri oluyor. Merkez onlar ve merkeze yakınlaşma ve uzaklaşma Yahudiliğe yaklaşma ve uzaklaşmanın oranını veriyor. İsrail''de anlamaya çalıştığım en önemli husus bu idi.

Cumartesi günü İsrailliler sokaklardan çekiliyor ve bir dizi yasakları uygulamaya koyuyorlardı. Bu yasak cuma akşamından başlıyor. Mişna''da yazan 39 yasak uygulanıyormuş. (Mişna: 1800 yıl önce Yehuda Ha-Nasi tarafından yazılmış dinî bayram ve kanunları bildiren kitap. Babil Talmud Mişna''dır.) Bunlar arasında ateş yakmak, yemek pişirmek, yazı yazmak, son çekiç darbesini vurmak, evden dışarı herhangi bir şey taşımak gibi yasaklar bulunuyor. Bir süre kaldığımız otelin sahibi Hanna, arkadaşıma sigara içirtmedi. Salonda televizyonu açalım, dedik. Ona da izin vermedi. Televizyonu odamızda seyredebilirmişiz. Kocasıyla geçmiş karşılıklı çörek yiyorlardı. Hanna''nın kocası Yoil''in başında "kipa" adı verilen küçük takkenin olduğunu hatırlatmama lüzum yok... Musevîlik şekle çok önem verdiğine göre, otelde o kadar işin arasında karşılıklı oturup çörek yemelerinin bir anlamı olmalıydı. Ekmeği kutsuyorlardı. Merakımı gidermem için bana da iki adet getirdiler. Bir değil iki... Tek olmazmış. Sonradan öğrendim; iki adet de mum yakılması gerekirmiş. Şarabı da ihmal etmiyorlar.

*

Herkes kendi dinini yaşasın, kimse kimsenin dinine karışmasın. Eğer dini anlatacaksa anlatsın, ama zorlamasın. Ne yazık ki, zorluyorlar. Asıl savaşlar dinî zorlamalarla başlıyor, ilâ nihaye sürüp gidiyor.

Yazarın Diğer Yazıları