Türkiye’nin kamu maliyesi yıllardır ağır bir yük altında. Enflasyonun yükseldiği, borçlanma maliyetlerinin arttığı ve bütçe açığının hızla büyüdüğü bir dönemde devletin harcadığı her kuruşun hesabını vermesi beklenir. Ancak tabloya yakından bakıldığında, bazı kalemlerin adeta görünmez bir el tarafından korunup kollandığı, hiçbir ekonomik rasyonelin işlemeye fırsat bulamadığı çarpıcı bir gerçek ortaya çıkıyor: Şehir hastaneleri modeli.
Son verilere göre yalnızca bu yılın ilk 11 ayında şehir hastanelerine ödenen kira ve hizmet bedelleri 106 milyar 430 milyon lirayı buldu. Bu rakam, pek çok bakanlığın bir yıllık bütçesini geride bırakıyor. Üstelik bu, yalnızca yılın ilk 11 ayı. Yıl sonu geldiğinde bu tutarın çok daha yukarı taşınacağı kesin.
Kamunun kaynağı, bir avuç şirketin kasasına
Şehir hastaneleri “kamu-özel işbirliği” (KÖİ) modeliyle inşa edildi. Kâğıt üzerinde devletin yatırım yükünü azaltıyor gibi gösterilen bu model, gerçekte kamuya onlarca yıl sürecek astronomik bir ödeme takvimi bindiriyor. Devlet kendi bütçesiyle bir hastane yapmaya kalksa maliyetinin kat kat altında tamamlayabilecek iken, KÖİ modeliyle bir binayı 25 yıl boyunca hem kira hem de hizmet bedeli ödeyerek kullanıyor.
Bunun anlamı basit: Hastaneler kamuya ait, fakat faturaları yıllarca vatandaşın vergileriyle ödeniyor. Üstelik bu ödemeler, piyasa koşullarına göre değil; imtiyazlı sözleşmelere göre belirlenmiş sabit yükümlülüklerle yapılıyor.
Bu tablo yalnızca kamu zararı değil, aynı zamanda bütçenin hangi önceliklerle yönetildiğinin de göstergesi. Bir tarafta yoksullukla mücadele eden milyonlarca aile, artan gıda fiyatlarına yetişemeyen emekliler, tasarruf politikalarından zarar gören esnaf ve çiftçi… Diğer tarafta ise ödeme garantileriyle desteklenen dev şirket grupları.
106,4 Milyar Lira: Ne Anlama Geliyor?
Bu tutarın büyüklüğünü anlamak için karşılaştırmak yeterli:
- Aynı dönemde tarım desteklerinin toplamı bunun çok altında.
- Üniversitelerin çoğunun yıllık bütçesi bu rakamın yanına bile yaklaşamıyor.
- Asgari ücretliye yapılacak birkaç puanlık ek zam için “bütçe disiplini” gerekçesiyle kapılar kapatılırken, şehir hastaneleri için tek bir kesinti bile gündeme gelmiyor.
Yani devlet, sosyal politikalar söz konusu olduğunda tasarrufu hatırlıyor; ancak yandaş müteahhitlere gelince musluklar sonuna kadar açık.
Ekonomik krizde ‘dokunulmaz’ projeler
Türkiye 2025’e yaklaşırken çok ağır bir mali tabloyla karşı karşıya:
- Ocak–Ekim bütçe açığı 1,44 trilyon lirayı geçti.
- Faiz giderleri rekor kırıyor.
- Vergi yükü geniş halk kesimlerinin üzerine biniyor.
Bu ortamda normal koşullarda kamu harcamalarında sıkı bir denetim, önceliklendirme ve tasarruf politikası beklenir. Fakat şehir hastaneleri ödemeleri için bu kurallar işlemiyor. Adeta bütçenin içinde “dokunulmaz bölge” gibi korunuyorlar. Her yıl artan ödeme yükü, ekonominin tüm kırılganlığına rağmen kamu kasasından düzenli olarak aktarılıyor.
Gerçek şu ki, bu projeler ekonomik değil siyasi kararlarla işliyor. Bu nedenle hesap verilebilirlik mekanizmaları da devre dışı kalıyor.
Sürdürülebilir mi? Hayır. Bu Modelle Asla.
Bugün şehir hastaneleri için ödenen 106 milyar lira, geleceğin daha da ağır yüklerinin habercisi. Çünkü kira ve hizmet bedelleri her yıl artıyor, sözleşme süreleri 20–25 yıl arasında değişiyor ve yapılan taahhütler döviz üzerinden belirlenmiş olabiliyor. Yani bütçeye binen yük yalnızca bugünün değil, geleceğin de yükü.
Bu sürdürülemez yapı, uzun vadede iki sonuca yol açacak:
- Bütçe açığı daha hızlı büyüyecek.
- Vergi yükü daha fazla artacak.
Vatandaşın cebinden çıkan para, kamunun sağlık hizmetine değil, garantili gelir elde eden bir avuç şirkete aktarılmaya devam edecek.
Bu para sağlığa değil, sözleşmelere gidiyor
Şehir hastanelerinde sunulan sağlık hizmetinin kalitesini tartışmak ayrı bir konu. Fakat bütçe açısından sorun şu: Ödenen paranın büyük bölümü hastanelerin işletilmesi, yönetimi, görüntüleme, laboratuvar, temizlik, güvenlik gibi hizmet paketlerine gidiyor. Yani devlet, sağlık sisteminin merkezine yüksek maliyetli bir outsource yapısını yerleştirmiş durumda.
Bu maliyetlerin önemli kısmı da piyasadaki normal fiyatların çok üzerinde.
Başka bir ifadeyle, faturası şişkin bir model ile karşı karşıyayız.
Sonuç: Bütçe halk için değil, imtiyazlılar için çalışıyor
Türkiye’nin bugün yaşadığı ekonomik krizin en net göstergesi, bütçe harcamalarının önceliklerinde gizli. Halkın yarasına merhem olacak kalemlerde tasarruf çağrıları yapılırken, şehir hastaneleri gibi imtiyazlı projelerde hiçbir kısıtlama uygulanmaması, kamunun kimin için çalıştığını açıkça gösteriyor.
106 milyar 430 milyon lira…
Bu sadece bir kalem.
Ve bu sadece 11 ay.
Toplumun temel ihtiyaçları için “kaynak yok” denilirken, bütçenin kara deliği hızla büyümeye devam ediyor.