Türkiye ekonomisinin en kritik iki alanı…

Biri ülkenin istihdam deposu olan tekstil-hazır giyim sektörü,

diğeri ise barınma hakkının omurgası olan konut piyasası.

Son üç yıldır bu iki alanda yaşananlar, aslında Türkiye’nin geniş halk kesimlerinin sessizce içine sürüklendiği ekonomik daralmayı açıkça gözler önüne seriyor.

*

  1. Tekstilde 35 ayın, hazır giyimde 28 ayın sessiz alarmı

Son veriler, sanayinin kalbi sayılan bu iki sektörde tarihi bir istihdam erimesi yaşandığını gösteriyor.

  • Tekstilde ücretli çalışan sayısı 35 aydır yıllık bazda düşüyor.
  • Hazır giyimde 28 aydır aralıksız gerileme devam ediyor.

Bu, sadece geçici bir durgunluğa işaret etmiyor; tam tersine yapısal bir çözülmenin hikâyesi.

Çünkü bu kadar uzun süre üst üste istihdam kaybı görmek, ekonomide “yangın var” demenin teknik karşılığıdır.

Rakamlar çok daha çarpıcı:

  • Tekstilde son üç yılda 103 bin ücretli çalışan kayboldu.
  • Hazır giyimde kayıp 201 bin kişiye ulaştı.

Toplamda 304 bin kişi işini kaybetti.

Bu, orta ölçekli bir şehrin tüm çalışan nüfusunun ortadan kaybolması gibi bir şey…

Dahası, sadece son bir yıldaki düşüş bile sektörün nasıl hızla kan kaybettiğini gösteriyor:

  • Tekstilde ücretli çalışan sayısı yüzde 9,2 düştü.
  • Hazır giyimde yüzde 13,1 gerileme yaşandı.

Bu kadar büyük kayıplar, Türkiye gibi işsizliğin yüksek olduğu bir ülkede sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir kriz anlamına geliyor.

*

  1. İhracatın gururu olan sektör neden çöküyor?

Tekstil ve hazır giyim, Türkiye’nin en çok istihdam yaratan, en geniş bölgesel yayılıma sahip, en ihracatçı sektörlerinden biri.

Bu kadar kritik bir yapının çözüme değil çöküşe doğru gitmesi, geleceğe dair endişelerin artmasına neden oluyor.

Bu çöküşün ana nedenleri arasında:

  • Yüksek enerji ve genel üretim maliyetleri
  • Kur istikrarsızlığı
  • Avrupa’da talep daralması
  • İç pazarda alım gücünün çökmesi
  • Firmaların kapanması veya üretimlerini küçültmesi

özellikle öne çıkıyor.

Bir başka dikkat çekici nokta:

Yurt içindeki tüketici talebi çöktüğü için firmalar ihracata yaslanıyor, fakat ihracat da kötüleşince sektör tamamen sıkışıyor.

Sonuç; işten çıkarmalar, kapatılan atölyeler ve işsiz kalan yüz binlerce insan…

*

  1. Ev sahibi olmak hayal: Konut piyasası vatandaşı dışarı atıyor

İstihdamdaki bu derin erime, barınma krizinin gölgesinde daha da ağır hissediliyor.

Türkiye’de pandemi sonrası süreçte vatandaş için konuta erişim imkânsız hale geldi.

Bunun en somut göstergesi ise birinci el konut satışları:

  • Yıllardır toplam satışların yalnızca yüzde 30’u birinci el konutlardan oluşuyor.
  • Bu oran gelişmiş ülkelerde genellikle %50–65 aralığında.

Yani Türkiye’de yeni konut üretimi var ama vatandaş o konuta ulaşamıyor.

Üstelik adet bazında da sert düşüşler yaşanıyor.

Yapılan yeni konutlar şişkin fiyatlar yüzünden ya elde kalıyor ya da ancak yatırımcı ve yabancı alıcılar tarafından talep görüyor.

Bu durumun yarattığı tablo çok net:

  • Vatandaş yeni ev alamıyor
  • Mevcut kiralıklar fahiş seviyelere çıkıyor
  • Gençler ev kuramıyor
  • Aileler bölünemiyor
  • Ekonomi iç talep yaratamıyor
  • Konut sektörü durgunlaşıyor

Tam bir kısır döngü.

*

  1. Sosyal konut: İhtiyacı olanlara değil, daralan müteahhite

Devletin sosyal konut politikası aslında vatandaşın barınma sorununu çözmesi gereken bir araç.

Fakat bugün gelinen noktada bu projeler, daralan pazarlarını genişletmek isteyen müteahhitlerin nefes borusu haline geldi.

Projelerdeki fiyat seviyeleri, ödeme planları ve başvuru şartları incelendiğinde görülen tablo çok net:

  • Dar gelirlinin ulaşabileceği fiyatlar yok
  • Uzun vadeli düşük taksit imkânı yok
  • Arsa maliyeti düşürülmediği için konut fiyatı hâlâ yüksek
  • Proje hedefi “konut üretmek” değil “sektörü canlandırmak”

Bu yüzden sosyal konut projelerinin önemli bir kısmı gerçek ihtiyaç sahibine dokunmuyor.

Devletin sağladığı destek, dar gelirli vatandaş yerine zaten sıkışan inşaat şirketlerine yönelmiş durumda.

*

  1. Türkiye’nin gizli krizi: Hem işsiz hem ev siz

Tekstilde ve hazır giyimde yüz binlerce kişi işini kaybederken…

Konut fiyatları ve kiralar vatandaşın erişemeyeceği seviyelere çıkmışken…

Bu iki tablo birleşiyor ve Türkiye’de giderek büyüyen bir çifte kriz yaratıyor:

  • İnsanlar çalışacak iş bulamıyor
  • Çalışanlar geçinemiyor
  • Geçinenler ev alamıyor
  • Ev alamayanlar kiraya mahkûm oluyor
  • Kiralar gelirleri eziyor

Bu durum, toplumun geniş kesimlerinde sessiz bir yoksullaşmaya yol açıyor.

Aslında veriler, aylardır bize şunu söylemeye çalışıyor:

Türkiye’nin temel sorunu büyüklük yarışı değil; gelir dağılımının bozulması, üretimin pahalılaşması ve vatandaşın giderek piyasadan dışarı atılması.

*

Sonuç: Krizin en ağır yüzü artık görmezden gelinemez

Tekstilde 103 bin, hazır giyimde 201 bin kişi…

Her biri bir insan, bir aile, bir geçim hikâyesi.

Birinci el konut satışlarının yıllardır yerinden kıpırdamaması…

Bu da ayrı bir hikâye: evsizliğin, umutsuzluğun ve sıkışmanın.

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tablo artık “geçici ekonomik sıkıntı” ile açıklanacak bir tablo değil.

Bu, derinleşmiş bir yapısal sorunlar bütünü.

Sektörler daralıyor, vatandaş dışlanıyor, konut erişimi kilitleniyor.

Çözüm ise ancak gelir artışı, üretim maliyetlerinin düşürülmesi, planlı konut politikası ve gerçek sosyal devlet refleksi ile mümkün.

Aksi halde…

Bu sessiz çöküş önümüzdeki yılların en ağır faturasına dönüşebilir.