Kürsüdeki kadın

Güldal Mumcu’nun TBMM oturumunu yönetmek için kürsüye çıkışı benim için çok önemliydi. Türkiye için de önemliydi ama...

34 yıl aradan sonra TBMM kürsüsüne ilk kez bir kadın milletvekili çıktı ve 15 Ekim 2007’deki kurulu yönetti. CHP İzmir milletvekili Güldal Mumcu, tabii ki hakiki, öz ve Toptan “başkan” değildi. 550 milletvekilinden sadece 46’sı kadınken “sayıları ikiye katlandı” diye sevindiğimiz bir mecliste, MHP’li Milletvekili Meral Akşener’le birlikte iki “Başkanvekili” nden biri seçilmesi bile yeterince önemliydi.
Muhalefet partileri, TBMM’deki iki önemli mevkiye kadın vekillerini önererek Türk kadınına güven ve saygı gösterdiler.
En çok kadın milletvekili çıkaran AKP ise, hükümete tek kadın bakan, o da kadınlara çocuklara baksın diye numunelik alırken, tabii ki TBMM’ye kadın başkan önerecek değildi. AKP’nin kadın milletvekilleri, mostralık seçildiler, vitrinde bile kalamadılar, mecliste depoya çekildiler, oy gerektikçe “Burdayız!” diye el kaldırıyorlar. Zaten hiçbir önemli devlet kurumunun başına da “hanım” atamak akıllarına bile gelmedi. Gelmez de.
Arkadaşım Güldal Mumcu’nun TBMM oturumunu yönetmek için kürsüye çıkışı benim için çok önemliydi. Türkiye için de önemliydi, dolayısıyla medyanın da Güldal’ın anlamlı açılış konuşmasına önem vereceğini sandım. Ertesi gün bir de baktım ki, görselinden yazılısına tüm medya, TBMM’de 34 yıl sonra kürsüye çıkabilen ilk kadın Başkanvekili’ni “Mumcu şıklığı” diye övüyor, inci kolyesinden söz ediyor, Meral Akşener’le birlikte giydikleri tayyör modelini, dikimine varıncaya kadar anlatıyor, nerede güldü, nerede “Peki canım,” dedi yetiştiriyor, ama açılış konuşmasını birkaç cümleyle geçiştiriyor. Oysa o konuşmada kadın hakları savunuldu, kadın-erkek eşitliği vurgulandı: “TBMM’nin onurlu tarihinde Türk kadınının medeni ve siyasi haklarına kavuşturulması önemli bir yer işgal eder. Öyle ki, Atatürk Türkiye’sinin aydınlığından en çok yararlananlar kadınlar olmuştur. Sayın Milletvekilleri, TBMM’nin kadını toplumun eşit ve özgür bireyi yapan Atatürk devrimlerini yaşatacağına, kadını tekrar ikinci sınıf vatandaşlığa mahkûm etmek isteyenlere asla izin vermeyeceğine ve kadını eşit haklar ve fırsatlar açısından daha da ilerleteceğine inanıyorum,” diyor ve terörü tanımlarken şunları söylüyordu: “Terörün arkasındaki çıkar çevreleri, bu düşmanlıktan hem siyasi, hem ekonomik kazanç sağlar. Kan üstünden rant sağlayan terörün, ulusları savaşa sürüklemesine hep birlikte karşı çıkmalıyız.”
Bu konuşmadan bir hafta sonra oldu Dağlıca katliamı. Barzani’nin Türkiye’deki şirketleri ve Türk ortakları henüz ortaya çıkmamıştı... PKK’yı besleyen sigara kaçakçılığı, PKK’nın beslediği köy korucuları ve eylem başına 150 euro’luk “terör primi” de açıklanmamıştı...
* Mine Kırıkkanat / Vatan


Demir ağlarla ördük ana yurdu...
Cumhuriyet ideolojisinin en simge anıtlarından biri demiryolları. Tarih boyunca “Demir ağlarla ördük, ana yurdu dört baştan” diye hayatımıza girişi coşkuyla kutlanmış trenleri, belki saçma gelebilir ama, bu Cumhuriyet Bayramı vesileyle hatırlamak isterim.
“10. Yıl Marşı” ndan beri gelen zaman içinde Türk toplumuna müthiş bir otomobil ve uçakçılık sevdası aşılandı toplum mühendisleri tarafından. Demiryollarının üçüncü dünyacı, doğu blokuna dair bir ulaşım aracı olduğu yanılgısına inanıldı. Doğu Bloku çökünce tren yolculuğu da tarihe karışmış zannedildi. Cumhuriyet ideolojisinin iyi niyetli çabasının serbest piyasa koşullarına yenik düşmesinin simgesidir halbuki demiryolları. Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri bu iyi niyetli çabalara bir yandan da Türkiye’ye dışarıdan destekle otobanlar yapılması yolu da açılmıştı. Alman icadı “autobahn” 1931’de Naziler’den bir sene önce Köln-Bonn arasına yapılmış ve sadece motorlu araçların kullanması için tasarlanmıştı. İlerleyen yıllarda Hitler autobahn’ların genişlemesi için müthiş bir işgücünü bu alana yıkmış, özel kanunlar çıkartmıştı. Onlar ailelerin arabalarıyla doğal manzaraları da görebilecekleri yollar yapmayı umut ediyorlardı. Cumhuriyet, kendi gelişmesini demiryollarıyla özdeşleştirirken Weimar da autbahn’larıyla gurur duyuyordu. İki ülke kendilerine göre o günkü ulaşım simgeleri yerli yerindeydi. Nitekim Almanya, tıpkı Amerika gibi bir “araba toplumu” ve bugün ekonominin önde gelen güçleri otomobil fabrikaları. Ancak 1923’ten bu yana Türkiye’nin de bir otomobil ülkesi olabileceği yanılması yaygın destekçi buldu. Demir ağların örülmesi bir köşeye bırakılıp, yollar yapılmaya başladı. Her köye elektrik ve su gitmesine ek asfalt yollar kapladı bu sefer yurdun dört bir yanını. Ve TCDD bir köşede, kendi kendine çürümeye bırakıldı. Sebebi basitti: Türkiye’de birileri otomobil satmak istiyordu, bu sayede zengin olacaklardı. Para kazanmanın galip geldiği bir ortamda toplumsal yarar söz konusu olamazdı bu insanlar için.
Ancak bu durum Türkiye’de giderek bir ulaşım krizine dönüşüyor. Türkiye’de de şehirlerimiz tıkanmış durumda. Arabalarımız ilerlemiyor. Dahası, demiryollarının tam yaygınlaşması beklenirken İstanbul-Ankara hızlı trenindeki yakın tarihli kaza demir ağlara yönelik önyargıları pekiştirdi.
Bu ülkede Cumhuriyet’i kuranlar ileri görüşlü, vizyon sahibi insanlarmış. O gün savundukları, uğruna savaştıkları her şeyin bugün karşılığı olduğu gibi gündelik hayat konusundaki vizyonerlikleri de tartışılmaz.
Oysa bugün “10. Yıl Marşı” da bugün pek çokları için Kenan Doğulu’nun bir başka Eurovision parçası; eminim.
* Oray Eğin / Akşam

 

Cumhuriyet karşıtı gazeteciler
Cumhuriyet’e karşı başlatılan iç saldırılar Terakkiperver görüntülü padişahçı gericilerin işi gibi olsa da Türkiye Cumhuriyeti’ne düşman dış odakların da desteği ile hiç durmadan sürdürüldü. Şeyh Sait İsyanı, Menemen Ayaklanması, bu çizginin başkaldırı girişimleridir. Günümüzde; PKK eşkıyasının fikri dayanaklarından birisi de Türkiye Cumhuriyeti’nin tek devlet, tek bayrak ilkesinin Kürtlerin hakkını gaspettiği iddiasıdır.
İçerideki saldırının asıl fikir gücünü ise 2. Cumhuriyetçi denilen holding aydınları oluşturmaktadır. Bunlar; Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin artık ömrünü doldurduğunu ileri sürüyorlar ve bunun yerine artık laiklik, vatan, millet, bağımsız ve tek parçalı devlet, bayrak, ordu gibi kavramlara bağlı olmayan yeni bir devlet (cumhuriyet) istiyorlar. Hasan Cemal, Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Eser Karakaş, Mehmet Ali Birand vb... Yine 50 milyar dolara hükmettiği iddia olunan Fethullah Gülen tarikatine yamanmış, üniversitelerde unvan sahibi olmuş bazı isimler; Atatürkçü cumhuriyetle savaşıyorlar. Bunlara; Türkiye’yi dinci (gerici) bir yapıya dönüştürmek isteyen Amerikan İslamcıları (Ajan müslümanlar) ‘Diyalog’ paralosı ile destek veriyorlar.  Bugün işbaşında bulunan hükümetin fikir babaları da geçmişte bu cumhuriyetin eskidiğini söyleyen ve değiştirmek için mücadele eden isimler. Geçen dönem Başbakanlık Müsteşarı olan ve 22 Temmuz’da milletvekili yapılan Ömer Dinçer, 1995 yılında ’Halk için ve halk adına yönetim diye tarif edilen cumhuriyet kavramının aslında artık bizim için çok fazla bir mana ifade etmediğini söylememiz de mümkündür!’diye yazıyordu. Bu görüşe, şimdi cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Abdullah Gül de değişik açıklamaları ile
katılıyordu.
Türk milleti, bu ortamda cumhuriyeti korumak için çok daha duyarlı olmak zorundadır.  
* Rıza Zelyut / Güneş


“Derin devlet yok edildi” Başbakanım, arz ederim... 
Cümleyi tamamlayayım; hatta işin dozu kaçtı, arada “Devleti devlet yapan” dinamikler de gitti...
Hatırlıyor musunuz; Dink cinayetinden hemen sonra Erdoğan bir açıklama yapmış ve “Derin devlet yok edilmeli” demişti... Demokratikleşme ve şeffaflaşma yolunda “yapılmış” bir açıklama!
Dün, Vatan Gazetesi’nin manşetine yansıdı; Amerika’nın en yetkili ağızları “Kürdistan’daki PKK’ya karşı bir şey yapamayız” dedi...
29 askerimizi şehit verdik, bu yazıyı yazdığım saatte son saldırının üstünden 7 gün geçti, askerlerimiz Amerikalılar’a göre “Kürdistan’da esir...”
Bu tespitler sonrası aklıma bir soru geliyor; acaba “Derin devleti” yok edelim derken, bazıları “Devleti de mi arada” fazla zorladı!
1999-2007 arasında Türk halkı yani bizler ‘normal bir insanın’ kolay kaldıramayacağı bir süreç geçirdik. İlk önce ‘çok ağır bir ekonomik’ kriz ardından ‘Kemal Derviş’in gelişiyle IMF ve AB baskısı altında ‘sosyal çatlak’ yaratabilecek uygulamalar, AB’nin reform isteğiyle ‘Türk halkının moral yapısını yaralayan’ istekler ve sonuçta ortada ne girilmiş-ilerlenmiş bir AB ne de makroekonomik bir değişim... Geldiğimiz nokta çok açık; kendini hakarete uğramış hisseden, varlıkları özelleştirme adı altında transfer edilmiş ve ekonomik çark dışında ‘ezimişliği’ artan bir toplumda hızlanan ‘sosyal bozulma’ ve uçlara kayan ‘orta sınıf’... Ve en önemlisi, bütün bunları yaşayan Türk varlığına “doğrudan odaklanmış” terörist saldırılar...
Sonuç: Bir ülke, bütçesinin yarısını ‘faiz’ adı altında ‘yurt içi ve yurt dışı’ odaklara aktarıyorsa, o ülkede finans piyasaları ‘büyük rant yaratıyor’ ama halkın yüzde 99’u bu çark dışında ise, özelleştirme adı altında varlıklarının ‘satıldığına’ üzülerek bakıyorsa, Gümrük Birliği ve yabancılara satılan bankaların kredi vermemesi gibi gerçekler küçük-orta ölçekli işletmeleri hızla yok edip insanları ‘işsiz’ olarak sokağa bırakıyorsa, o ülkenin gençleri en iyi dostları görünen ülkelerin desteği altında gelişen terörist saldırılarda can veriyorsa, bu süreç sonunda ‘toplumda uç değerler kabul görüyor ve sosyal bozulma hızlanıyorsa’; ‘her şeyi derin organizasyonlar yapıyor’ diyeceğinize dönün de yukarıda anlattığım gelişmeleri
sorgulayın...
Son söz: Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun!! Hâlâ “kutlamayı hak sayıyorsanız!!” 
* Yiğit Bulut / Vatan

 

Rezalete bak!
İktidar partisi milletvekillerinden biri geçtiğimiz dönemde sorunları bizzat yerinde izlemek ve bunun üzerine çalışmalar yapmak amacıyla Güneydoğu bölgesine gidiyor. Oradan da Kuzey Irak’a geçip Kerkük’ün de yolunu tutuyor. Burada Türkmenler’le toplantılar yapıyor. Ama bu girişim karşısında Amerika’yı buluyor. Amerikalı yetkililer bu milletvekilini hükümete şikâyet ediyorlar. Şimdi başkomutan olan dönemin dışişleri bakanı da bu milletvekilini arayarak “Amerika ile sorun çıkarılmamasını istediklerini” bile söylüyor. Bu milletvekili Türkiye’ye döndükten sonra Amerikan Büyükelçiliği’nden biri arıyor ve “resmi bir görüşme” talep ediyor. Amerikalı yetkili görüşmede “Bazı davranış ve sözleriniz Beyaz Saray tarafından hiç hoş karşılanmadı, bunu bildirmek istiyorum” diyor. Milletvekili de “Bizim Washington büyükelçimiz bir senato üyesine gidip benzer bir ifadede bulunsa ne hissedersiniz?” diye soruyor. Amerikalı elçilik yetkilisi “Onu bilemem, ama bu durumdan sizin yöneticilerinizin de haberi var” cevabını veriyor. 
* Can Ataklı / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları