YÖK kararları ekonomik temelli / Mahmut Esad Kıraç

YÖK kararları ekonomik temelli / Mahmut Esad Kıraç
Eğitimde nitelikten ziyade niceliğin artması liyakatsizliği de beraberinde getirecektir. Günümüzde de olduğu gibi işsiz birçok genç siyaseti ekmek kapısı olarak görüyor ve belediyelerde yahut partilerin nüfuz ettiği yerlerden geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar...

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Türkiye’de YÖK’ün aldığı kararların büyük bir çoğunluğu eğitimden ziyade ekonomi temelli alınmaktadır. Biz bunun örneklerinden birini de 2021 YKS sonuçlarının ardından baraj puanlarının düşürülmesinde yaşamıştık. O karar da mevcut alınan karar gibi tamamen ekonomik bir kaygıyla alınmıştı.

kararları alanlar gayet iyi biliyorlar ki Türkiye’de insanlar iki şey için yastık altındaki paralarını dahi gözlerini kırpmadan harcarlar. Hepimizin malumu bu iki unsur sağlık ve eğitimdir. Demek oluyor ki milletin yastık altındaki paralarına net bir şekilde talipler.

Hülasası mesele eğitim ve Türk gençliğinin geleceği değil aksine Türk gençliğini yerli turist statüsüne getirerek eğitim endüstrisinde tüketici konumuna sokmaktır.

İnanmayanlar çok basit bir hesapla KPSS’den yapılan atama sayıları ile bu bölümlerin aldığı öğrenci sayılarını karşılaştırabilirler. İhtiyaç fazlası öğrenci almanın son derece tehlikeli ve istihdamı zorlaştıran bir şey olduğunu bildikleri halde ‘’günü kurtarmak’’ için bu yola başvuruyorlar. Netice olarak git gide işsizler ordusundaki sayımız maalesef artıyor.

Şimdi bütün bunların üzerine YÖK yeni kararlar açıklayarak TYT’ye 30 dakika ekledi ve daha da önemlisi 150 ve 180 puan olan barajı kaldırdılar. Alınan kararları direkt iyi ya da kötü diye değerlendirmek yerine birkaç maddede mevcut durumumuzu ve kararların etkilerini kısaca açıklamaya çalışacağım.

1-Büyükşehirlere Göçün Artması

Özellikle son yıllarda taşralardan büyükşehirlere artan göç ve çiftçinin tarlasını terk etmesi gibi durumlar taşralarda kalkınmayı ciddi oranda etkiledi. İşte taşralarda açılan üniversiteler, bu ekonomik açığı kapatmak için kuruldular.

İsmini vermeyeyim ama bir taşra üniversitemizde öğrenci kapasitesi 16 bin olmasına karşın KYK’nin yurtlarındaki kapasite 4 bini zor buluyor. Eve ihtiyacı olan öğrenci için inşaat sektörü canlanıyor, müteahhitler kazanıyor.

Oturacak kafe arıyorlar esnaf kazanıyor hatta özel yurtlara imkânı yetmeyen öğrencilerimizin sayısı da bir hayli olduğu için cemaat yurtları dahi kazanıyor. Tabi böyle kazanç sağlayan birçok sektörü sayabiliriz. YÖK’ün kararları ise alenen bu sürekliliği sağlamayı hedefliyor.

2-OBP sorunu devam ediyor

YÖK, OBP’yi kaldırması gerekirken barajı kaldırdı. Hâlbuki kolejlerde okuyan çocuklara okullarında şişirme puanlar verildiği ve bunun neticesinde üniversite sınavında bu öğrencilere daha fazla okul puanı eklendiği herkesin malumuydu. Hem devlet okullarında okuyan çocukların hakkı yeniyor hem de kolejlerde okuyan çocukların önü açılıyordu. Görüyoruz ki bizim pek akıllı YÖK’ümüz böyle bir adaletsizliği engellemek yerine barajı da kaldırarak makası daha da açmayı tercih ediyor.

Peki, barajın kaldırılması ne anlama geliyordu?

3-Barajın kaldırılması

YKS’de 150 ve 180 puan barajı kaldırıldı. Zaten bu puanları elde edebilmek için toplam 15 net yapabilmek yetiyordu. Yani barajın kaldırılması YÖK’ün bahsettiği gibi eğitimde kaliteyi yükseltmek amacıyla kaldırılmadı.

Kaldırılmasının asıl sebebi eğitimde özelleşmenin önünü açmaktı. Hem özel üniversitelerin kontenjanları boş kalmayacak hem de bu denli düşük netler yapan çocukları yalnızca taşra üniversiteler alacağı için taşra ekonomileri canlanacaktı. Hülasası bu kararlar da başlangıçta bahsettiğimiz gibi eğitim temelli değil ekonomi temelli alındı.

Burada asıl problem Türkçe dersinden 2-3 net yapamayarak baraj altı kalan çocukların üniversite kapılarından içeri girmesidir. Ana dilinde okuduğunu anlamayan bir öğrenciye üniversite diploması vermek ücretli sertifika programlarına kaydolmaktan farksız hale getirildi.

Belki çok keskin olacak ama ben üniversite sınavında barajı geçemeyen öğrencilerin oy kullanmaması gerektiğini düşünüyordum ki şimdi hepsi üniversiteli olmaya başlayacaklar. Çünkü ana dilinde temel okuma becerisi olmayan, okuduğunu anlayamayan ve yorumlayamayan bir gencin memleketin sorunlarını doğru analiz edip yorumlaması da oldukça zordur.

Üniversite sınavında başarı sağlayarak kendi geleceğini tayin edemeyen bir gence ülkenin kaderini tayin etme hakkı vermek hiç de sağlıklı gözükmüyor.

Geldiğimiz noktada bu gençlerin büyük bir çoğunluğu maalesef üniversite mezunu da olacaklar.

4-TYT’nin 30 dakika uzatılması

Sayısal öğrencilerin büyük çoğunluğu sınavda zamandan yakınırlar. Çünkü Türkçe, Matematik ve Fen Bilgisinin ardından birçok öğrenci Sosyal Bilgiler dersine yeterli zaman bırakamıyordu. Eşit ağırlık (TM)öğrencileri ise sayısal öğrencilerin önlerine geçmesini sosyal bilgiler branşı ile sağlamaya çalışıyorlardı. Sınavın süresinin 30 dakika uzatılması bu anlamda sayısal öğrencilerin avantajına oldu çünkü eşit ağırlık öğrencileri zaten fen bilgisi çözemiyorlardı.

Bunun dışında hızlı çözebilen yetenekli öğrenciler 30 dakikaya ihtiyaç duymadan hepsini çözebiliyorlardı. Burada da hızlı çözebilen öğrencilere haksızlık edilmiş oldu. Bilgi, beceri ve yetenekleri doğrultusunda süre sıkıntısı çekmeyen öğrencilerle süre sıkıntısı yaşayan öğrenciler belirli noktalarda eşitlenmiş sayıldı.

Ayrıca sınav zorluğu arttıkça baraj altında kalan öğrenci sayısı da artıyordu. Şimdi barajı kaldırıp bir de 30 dakika ek süre eklediklerine göre diledikleri gibi sınav zorluğunu arttırabilirler. Bu hususta öğrencilerin daha sıkı çalışması gerektiğini düşünüyorum.

5-Bu işin sonu nereye gider?

Bizim milletimiz ‘’Herkes okumak zorunda değil.’’ der fakat ardından şöyle ekler: ‘’Benim çocuğum okumak zorunda.’’ Eğitime önem vermemiz güzel fakat bilinçli üniversite ve bilinçli bölüm tercihi yapılmazsa birçok öğrencimiz gelecekte işsizlik ile karşı karşıya kalacaktır.

Eğitimde nitelikten ziyade niceliğin artması liyakatsizliği de beraberinde getirecektir. Günümüzde de olduğu gibi işsiz birçok genç siyaseti ekmek kapısı olarak görüyor ve belediyelerde yahut partilerin nüfuz ettiği yerlerden geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar.

Bu da gelecekte daha gençleşmiş fakat daha niteliksiz bir siyasi ortam yaşayacağımızı gösteriyor. Eğer milli eğitimde olumlu manada sert kararlar alınmazsa gelecek 10 yılda eğitimde, kültürde ve siyasette bizi hiç iç açıcı bir ortam beklememektedir.

Pekâlâ, bu alınması gereken sert kararlar nelerdir? Onu da bir başka analizimde uzun uzun aktarmaya çalışacağım.