Sehpadaki Ülkücüler (2)

Sehpadaki Ülkücüler (2)
Sehpadaki Ülkücüler (2)

Bir isteğin var mı? Vatan sağolsun

Bir isteğin var mı? Vatan sağolsun

FİKRi ARIKAN

Çorum’un Alaca kazasından olup 32 yaşındaydı. Ankara Türközü Bademlidere semtinde oturuyordu. Ankara’da cereyan eden bir takım olaylara karıştığı iddiasıyla tutuklanarak Mamak Askeri Cezaevi’ne kapatılmıştı. Yargılandığı 12 Eylül mahkemelerinde “idam”ına karar verildi. 27 Mart günü, sabahın ilk saatlerinde Mamak Cezaevi’nde asılarak şehit edildi. Cenazesi, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.


İdam hücresi
Askerler, Fikri Arıkan’ı kaldığı hücreden alıp, “idam hücresine” götürdüler. Son arzusu arkadaşları ile helalleşmekti. Hücreleri tek tek gezip, “Hakkınızı helal edin. Bana bir fatiha okuyun, yeter” dedi. İdam edildiği gün tutukluların yanına giden askerler, “sakindi” dediler: Soğukkanlı davrandı. Kendisine “Bir isteğin var mı?” diye sorulduğunda “Vatan sağolsun” cevabını verdi. Mamak Askeri Cezaevi’nde hücreler tıka basa dolmuştu. 5 metrekarelik, içinde tuvalet ve banyo bulunan 2 kişilik hücrelerde 4’er kişi kalıyordu. Üstelik, bu ufacık mekanlarda geçmişte birbirlerine kurşun sıkan insanlar birlikte yaşıyorlardı. Askeri yönetim, kendince “Karıştır, barıştır” metodu uyguluyordu! Bu hücrelerde kalanlardan biri de Topraklık’taki “Çuval cinayeti” sanıklarından Fikri Arıkan’dı. Hücresi, A Blok, Tecrit 2 Arka Bölüm 9 numarada bulunuyordu. İdam cezasına çarptırılmış, infaz gününü bekliyordu.


Meclis’te onaylandı
Beklenen oldu. Arıkan’ın idam cezası Meclis’te onaylandı. Onay yazısı da Mamak Askeri Cezaevi’ne ulaştı.
Askerler, Fikri’yi kaldığı hücreden almak için geldiler.
İdam hücresine götürülecekti.
Mamak’taki “idam hücreleri” tek kişilikti. İçinde elektriği yoktu. Hükümlünün intihar etmesini önlemek için gerekli her türlü tedbir alınmıştı. Bu hücrelerin bütün duvarları deri ile kaplıydı.


Askerler, “gidiyoruz” dediler
Fikri, idama gittiğini anlamıştı. “Olur” cevabını verdi:
- Biliyorum, beni idam edeceksiniz. Ancak, izin verin de arkadaşlarımla son olarak görüşeyim. Onlarla helalleşelim, daha sonra gidelim. Askerler, bu talebi kabul ettiler. Fikri Arıkan, bütün hücreleri tek tek gezdi. Arkadaşlarının elini sıktı. Onlardan da haklarını helal etmelerini istedi. Fikri Arıkan, idama giderken bütün Ülkücüler demir parmaklıklara yapışmıştı. Buğulu gözlerle, O’nun koridordan çıkışını izlediler. Fikri, o geceyi “idam hücresinde” geçirdi...


27 Mart 1982’de idam edildi
Askeri yönetim, idam cezalarının infazında alabildiğine ısrarlıydı. Nitekim, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren, 3 Ekim 1984’te Muş’ta yaptığı bir konuşmada “Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz?” diyordu. O’nun bu sözleri sağda olsun, solda olsun bütün gençlerin belleklerinde yer etti.


Asıl cennet burası

CEVDET KARAKAŞ

Tarihler 4 Haziran 1981 gününü gösterirken sabaha karşı Elazığ Merkez Kapalı Cezaevi’nde Ülkücü Hareket’e mensubiyet şuuruyla bağlı olmaktan gayrı bir suçu olmayan Cevdet Karakaş’a karşı hüküm verilmişti. Kalem kırılmış, idam denilmişti. Aslı astarı olmayan, Elazığ’da bir avukatın öldürülmesinde faili meçhulü ortadan kaldırmak isteyenler gözlerini Cevdet’e çevirmişlerdi. İşkenceler... Yine de kabul ettirememişlerdi kendi işlemediği suçu Cevdet Karakaş’a...
“Güllerin Solduğu Gün” isimli kitabında Yazar Ahmet Haldun Terzioğlu, Cevdet Karakaş’ı şöyle anlatıyor: “Elazığ’lı bir yiğit Ülkücü. Ailesi, ekmek için Almanya’yı ”Acı Vatan“ belleyenlerdendi. Aile orada kalmış, kendisi dönmüştü. Buraya dönmüştü ama burası bir başkaydı. Tam bir alev topu! Tam kavganın içinde. Memleket parsellenmişti adeta. Girilemeyen sokaklar, mahalleler, okullar hatta kentler vardı. Kabul edilemez bir ”kurtarılmış bölge“ propagandası ile ülkeyi işgale hazırlama provası yaşanıyordu. Karşı gelenler de, düşman, faşist ilan ediliyordu. Öylesine güçlü bir karanlık yol harekatı yapıyorlardı ki basını büyük ölçüde ele geçirmişler, yayınları ile insanların beyinlerini yıkıyorlardı. ”Gelince, gördüklerime şaşırdım kaldım! Ne oluyor bu adamlara ?” dedim. “Bunlar ne istiyor?“ Dediler ki, ”Bunlar Türkiye’de kanlı bir devrim yapmak, Türkiye’yi komünist yapmak istiyorlar.” İnanamadım.


Bu nasıl iş kardaş?
“Bu nasıl iş kardaş? Almanya iki parça biliyorsunuz. Doğu ve batı. Doğu komünist. Berlin’i ikiye bölen bir duvar var! ’Utanç duvarı’diyorlar adına. Yüksek, kalın bir duvar. Tel örgülerle çevrili. Silahlı askerlerin sürekli beklediği nöbetçi kuleleri var üzerinde. Bunu kimler yapmış bilir misiniz ? Doğudaki komünist yönetim. Peki, niye yapmışlar? İnsanlar kaçmasın diye. Evet! İnsanlar komünist Doğu Almanya’dan kaçıyor. Peki, madem ki orası cennet, neden kaçıyorlar kardaş?” Demek ki cennet değildi orası. “Asıl cennet burası” diyordu hep. Almanya’dan dönmüştü. Anlatıyor, alay ediyordu. “Sizde hiç akıl yok” diyordu. “Ah mümkün olsa da sizi şöyle belli bir süreliğine oraya göndersek! Çok değil! Yalnızca bir ay! Bir ay kalın bakalım komünist bir ülkede, görün başınıza neler gelecek? Ben biliyorum ne olacağını! Bir daha komünist olmaya tövbe edecek, imana geleceksiniz.”
Bir gün kendini hücrede buldu. Yargılanıyordu ve hakkında idam isteniyordu. Bağırıyor, baş kaldırıyordu. “Suçsuzum” Elazığ barosu karar almıştı. Davasını üstlenmeyeceklerdi. Çaresiz kendi kendini savunacaktı mahkemede. Oysa ne umutlarla dönmüştü memleketine...


Alnımıza böyle yazılmış

Cengİz BAKTEMUR

Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Polat köyünden olup 20 yaşındaydı. Ailece, Doğanşehir’de Yeni Belediye Garajı’nın yakınında Doğu mahallesinde oturuyorlardı. Liseyi yeni bitirmişti. Doğanşehir’de meydana gelen bir olaya adı karıştığı için tutuklanıp cezaevine kapatıldı ve 12 Eylül Mahkemeleri’nde yargılanarak idam cezasına mahkum edildi. 2 Mayıs 1982 tarihinde, sabahın erken saatlerinde Elazığ Kapalı Cezaevi’nde asılarak şehit edildi. Mahkemede idam cezasına çarptırıldığını öğrenen annesi, ruhi bunalım geçirdi. Şehadetinden sonra da felç oldu. Cenazesi, Doğanşehir Mezarlığı’na defnedildi.
“Destanlaşan Ülkücü Hareket - ”Şehitler Ölmez“ isimli kitapta, Cengiz Baktemur’un annesi bakın oğlunu nasıl anlatıyor: ”O öyle bir evlattı ki idam edileceği günü bildiği halde ’Ana yeter ki sen üzülme, alnımıza böyle yazılmış’diye konuşup beni teskin etmeye çalışırdı, yüzlerce mektubu geldi ama hiç birinde isyan yoktu... Gittiği yolun hak yolu olduğunu yazardı ve bize üzülmememizi söylerdi. Öyle söylerdi ama ana yüreği bu, nasıl dayansın ki, her ziyaret sonrası eve gelir ağlardım... Düşünsenize, doğurup büyüttüğünüz, sütünüzle belli bir zamana getirdiğiniz evladınız ipe gidiyor. Benim oğlumun idamlık olacak bir şeyi olmadı. Ama onu aldılar elimizden... Allah onları kahretsin... Bilmiyorum daha ne denilebilir ki? Oğlumun yanına her hafta giderdim.
İhtilalin ilk aylarında görüşemedik ama biraz zaman geçtikten sonra görüşler başladı. Her görüşte ana sakın ağlama, ben suçsuzum derdi. Bir gün yine ziyaretine gittim. Yeni askerler ve gardiyanlar gelmişti. Beni içeri almak istemediler. Yalvardım, yakardım ama söz dinletemiyordum. O sırada kendimi kaybedip feryad figan bağırmış, ağlamışım. Oğlum benim sesimi duyup, ’benim anamın sesi bu, n’olur onu içeri alın’ demiş; ve nice yalvarmadan sonra içeri girdim, oğlumla karşılaştığımda ’ana sen niye öyle ağlıyorsun, sakın ağlama, Peygamberler bile çile çekmiş, bizim de çekeceğimiz çile varmış’ diye konuştu.  Yine böyle bir görüş günüydü. Henüz idam kararı çıkmamıştı. Bu görüşmeden 26 gün sonra yavrum idam edildi.


Allah şahidim, asker öldürmedim

İsmet ŞAHİN

Bir askeri öldürmekle suçlanan ve idam edilen İsmet Şahin’in hikayesini de yine “Onlar Diridirler” isimli kitabında Remzi Çayır şöyle anlatıyor: “Trabzon’da doğup büyümüş. Derken bir takım çekişmeler ve düşmanlıklar baş göstermiş. Çareyi İstanbul’a gelmekte bulmuşlar. İstanbul gibi bir yerde hayvancılık başlıca geçimleri. Yedi çocuk babasıdır. Kardeşlerini de yanına almış, hayatta helal bir lokma yutmak için çırpınmaktadır. Kaçıp kurtulduğunu sandığı bela burnunun dibinde bitmiştir. Adım adım takip edilmektedir. Polis ve sıkıyönetime bir ihbar gitmiştir. Şu semtte, şu caddede, şu no.lu evde Dev - Sol militanları barınmaktadır. Bu ev hücre evi olarak kullanılmaktadır. Yetkililerin bilgilerine sunulur! Adı geçen ev İsmet Şahin’e aittir. Ev polis ve asker kordonu altına alınmıştır. Derken hiç hesapta olmayan bir çatışma! Kim sıktı, ne diye sıktı bilinmez. Sonradan İsmet de hadisede bir tek kurşun bile sıkmadığını her yerde gözü yaşlı anlatacaktır. Bir asker ölmüştür. Fail de İsmet Şahin’dir. Selimiye cezaevinde hücrenin birinde vicdan sancıları içinde kıvranmaktadır. İşlemediği bir suçtan dolayı cezaevindedir. Üstelik rüyasında görse tetik çekemeyeceği bir insan öldürülmüştür.  Hep kendi kendine konuşur durur. Durmadan Allah’a niyaz... Yüce mevlaya dileğini ve içini açar... ” Yarab, sen de bilirsin ki ben bu hadisenin içinde değilim. Ben Türk askerini  vuramam. Hem ne diye vurayım? O benim kardeşimdir, o benim insanımdır. Nasıl oldu da ben böylesi bir vakanın içine düştüm? “Başka bir davadan daha yargılanmaktadır. İki davadan da hakkında idam talebi bulunmaktadır. Söylediği şu söz onun azap derecesini gösterir: ’Asılacaksam diğer hadiseden dolayı asılayım. Yoksa alakam olmayan bir Türk askerini vurmaktan ötürü idam olunmak istemem’ ne yazıktır ki vicdanına kimseler kulak vermemiştir. Selimiye cezaevinden Maltepe cezaevine nakledilir. Marksist düşüncenin naylon askerlerinden illallah demiştir. Nefreti büyüktür. Ülkücü arkadaşların koğuşunun kapısında şöyle yalvarır : ’ne olur beni onların içine itmeyin. Ben ölürüm. Ben inanmayan insanlarla yapamam. Ben suçsuzum. Vallahi askeri ben öldürmedim. Kucak açın bana’. Alıyorlar koğuşa. Arkadaşların tereddüdü şundandır; Asker katili olarak lanse edilmiş birine kapı açmak yanlış olur. Ona ilgil göstermek doğru değildir. Hep namaz hep niyaz. Maltepe cezaevinde geçen bir hadiseyi nakletmek istiyorum. Yedi çocuk babasıdır. Görüş günüdür. En küçük çocuğu, kapıda duran rütbeliye uzun süre bakar. Daha çocuktur o. Sonra karar verir. Elindeki elli lirayı rütbeliye uzatarak, ’Amca al şu parayı da babamı bırak ne olur!’ Küçük çocuğun bu hareketine tanık olan herkes sadece güler. Hem de kahkahalarla. Çocuktaki büyük sevgiyi ve baba hasretini akıllarına bile getirmeden gülerler. Cumhuriyet’te Mustafa Ekmekçi, onun Selimiye’deki halini birkaç satırla anlatır. Selimiye cezaevine girip çıkan bir yazar çizerin gözlemlerine tercümanlık eder Mustafa Ekmekçi. ’İsmet daim Kur’an’la hasbihalde’ İdam alır, idam cezası onaylanır. Dosyaya son mühür de vurulur. Bir gece Paşakapı cezaevine götürülür ve cezası infaz edilir. Son anlarında bile tekrarladığı bir sözü vardır: ’Allah şahidimdir ki ben asker öldürmedim’

 


YARIN: İdamlarda bulunan İmam anlatıyor