Deprem felaketinin yaralarını hızla sarmaya, normalleşmeye çabalayan memleketim Kahramanmaraş’a gitmek için bu yaz ikinci defa yollara düştüm. Eşim Sema yanımdaydı ve o bir coğrafyacı olduğu için yol boyunca “iklim krizi” bilgileri verdi. Bin kilometre boyunca tabiattaki değişmelere, sıcaklıklarını mevsim normallerinin üzerinde seyrinin mahalli değil yaygın olması gibi hallere dikkatimi çekerek beni hassaslaştırdı. İstanbul Ankara arası yolda seyir boyunca aracın klimasının suni ve metalik soğuğuna maruz kaldık. Hem kaslarımız hem akciğerlerimiz neredeyse beş saat boyunca bu işkenceyi çekti. Ankara Kızılay’daki işimizi halletmek için merkeze inip araçtan çıktığımızda adeta yandık! Ama durun, beterin beteri var derler ya! Daha Kahramanmaraş varmadık bile!
Memleketimde hiç alışık olmadığım, iliklerimize kadar hissettiğimiz bir sıcaklık vücudumuzun her zerresine aralıksız biçimde işledi. Hani fırının kapağını açarsınız da yüzünüzü, vücudunuzu ağır bir sıcaklık yalar ya, öylesi bile değil. Âdete kapağı açıp fırına girmiş gibi bir hava! Nefesimiz kesildi. Üç gün boyunca litrelerce su içerek ancak beden kimyamızı koruyabildik. Sabır, nasıl olsa mevsim normalleri gelecek derken Kahramanmaraş Onikişubat Çamlıbel’de çam ve sedir ormanlarını yaktılar! Birkaç gün, yanan ağaçların is olup üzerimize yağışının dehşetini yaşadık, acılarını hissettik.
Bir yandan yaklaşan iklim krizi, kuraklık ve tarım alanlarını kullanılamaz hale gelmesi, diğer yandan Türk milletine ruhsal ve düşünsel mensubiyetinden kesinlikle kuşku duyduğum kundakçıların yaşamın olmazsa olmazı ormanları yakıp berhava etmesi, diğer yandan bilimsel çabalara karşı kafa karıştıran duyarsızlık! Ki, bunun çok bariz bir örneğini yeni öğrendim. Kahramanmaraş’ta, Musiki Derneği Başkanı Bahaiddin Bilginer’in vasıtasıyla görüştüğüm “ıslahçı” Prof. Dr. Mehmet Sütyemez Hoca’nın anlattığı ıslah sürecinde yaşadıkları beni derinden sarstı.
İklim krizinin çok set biçimde hissedildiği ülkemizde geçen kış yaşanan don olayından sonra bütün meyve ağaçları gibi ceviz ağaçlarının ürün veremeyecek derecede soğuğa maruz kalması bu seneki ceviz üretimini neredeyse sıfırlamış. Türkiye’de ve dünyada bir ilki başararak ceviz ıslahında kendine has metotlar bulan, 17 adet melez ceviz türeterek genetik hafızaya alan ama depremden sonra yüzlerce ağacın bulunduğu alanın (kendisi gen bankası diyor) resmen başka işler için kullanılmasına karar verilip, gen hafızası arazisinin yarısını kaybeden Mehmet Sütyemez Hoca çok net olarak, “Memleketimde her nerede olursa olsun, bu konuda benden yardım isteyen herkese tek kuruş almadan desteğe hazırım!” diyor.
Kahramanmaraş’ın ceviz istihsalinde Türkiye birincisi olduğunu ancak ülkemizin çeşitli bölgelerinde kurulan bahçelerin bir müddet sonra istihsalde Kahramanmaraş’ı geçeceklerinin altını çizdi Hoca. Bunun üzerine beni derin bir düşünce aldı. Sütçü İmam Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ndeki odasında ayrıldıktan sonra aklımdan geçenler şunlardı: Eğer Sütyemez Hoca, Kahramanmaraş’ta değil de Antep’te ıslahçı olsaydı muhtemelen Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ona hektar hektar arazi, resmi işlerinde kullanmak üzere de helikopter tahsis ederdi! Ama hoca şimdilik eline hangi imkân geçerse onu değerlendirip Türk ziraatına kazandırdığı ceviz türlerinin geleceğini korumaya çalışıyor. Üstelik de devasa adımlarla ülkemizi tepelemeye başlayan iklim krizine karşı yeni metotlar geliştirmeyi önceleyerek!
Diğer bir düşüncem ise Türkiye’nin en büyük ceviz üreticisi olan Kahramanmaraş’ta cevizli tatlı ve yiyecekler üzerine herhangi bir araştırma-geliştirme çalışmasının olmaması! Biz elimizdekinin kıymetini bilmezken “birileri” Maraş 18 cevizi karşısında lezzette nal toplayan Chandler cinsi cevizle bahçeler kurdurup yerli ırkları yok etme peşinde!
Hoca ile yaptığım bütün görüşmeyi kayıt altına aldım. En kısa zamanda bir röportaj metni haline getirerek siz okuyucularımla paylaşacağım.
