Yapay Zekâ muhabbetleri
Uygur kardeşlerimizin ırk kimliklerini yok sayan ve tarihte, “milli devlet” olarak varlıklarını sürdürmelerini engelleyen Çin’in tek bir ırk, tek bir ulus ve katışıksız arı duru bir kültür olmadığını bütün dünyaya anlatmalıyız. Ancak şöyle bir durum var, Türk’ün Türk’ü anlatması “Avrupamerkezci tarih yazıcılığı argümanları” ile beyni bulanmış bir dünyada pek fazla işe yaramamaktadır. Bu sebeple ben, Fuat Köprülü, İbrahim Kafesoğlu, Osman Turan, Erol Güngör, Faruk Sümer, Ahmet Taşağıl gibi Türk tarihi ve sosyolojisinin büyük isimlerinin fikirlerinden değil, Batı teknolojisinin son ürünü “Yapay Zekâ” ile sohbet edip ondan aldığım cevaplara yazımda yer vermeyi daha uygun buluyorum.
“Çin’in oluşmasında Türk kültürünün etkileri nelerdi?” malindeki soruya işte Yapay Zekâ’dan gelen cevap:
“Çin kültürü dendiğinde aklımıza genellikle dev bir uygarlık, saraylar, imparatorlar ve Çin Seddi gelir. Peki ya bu kültürün sandığımız kadar kapalı olmadığını söylesek? Son yıllarda yapılan araştırmalar, MÖ 1500’lerde Çin ile kuzey bozkırları arasında yoğun bir kültürel alışveriş yaşandığını gösteriyor. Üstelik bu alışverişte Türklerle akraba göçebe toplulukların da rolü büyük.
“Arkeologlar, etnologlar ve tarihçiler artık Çin’i yalnızca kendi iç evrimiyle açıklamanın mümkün olmadığını söylüyor. Erken dönem Çin coğrafyası, birçok farklı halkın bir arada yaşadığı bir mozaikti: Kuzeyde göçebeler, batıda bozkır toplulukları, güneyde tarımcı köyler, doğuda ise kıyı balıkçıları… Yani Çin her zaman bir kültür kavşağıydı.
“Bu mozaikte kuzey bozkırından gelen esintiler özellikle dikkat çekici. MÖ 1500’lerde at kültürü, bronz silahlar, keçe ve çadır yapımı, hayvan üslubu sanatları ve Şamanik ritüeller Çin’in kuzey bölgelerinde kendini göstermeye başlıyor. Örneğin at, sadece ulaşım aracı değildi; savaş stratejilerinden törenlere, ekonomi ve kültürel sembollere kadar her alanda hayatın parçası hâline geliyordu. At gömüleri ve savaş arabaları, Shang dönemi mezarlarında ortaya çıkıyor; aynı dönemlerde Orta Asya’da bu pratikler çoktan yerleşmişti. Yani Çin’in atla tanışması büyük olasılıkla kuzey komşularından geldi.
“Bronz silahlar ve kaplar da benzer bir etkileşim örneği sunuyor. Shang dönemine ait bronz hançerler ve mızrak uçları, Orta Asya’daki örneklerle şaşırtıcı biçimde benzerlik gösteriyor. Bu benzerlik tesadüf olamaz; kültürel bir etkileşimin işaretidir. Aynı şekilde, keçe ve çadır yapımı da Çin’e bozkırdan taşınmış. Keçe, taşınabilirliği ve dayanıklılığı ile bozkır halklarının yaşamını kolaylaştırırken, Çin’in kuzeyindeki erken keçe buluntuları bu teknolojinin orada da kullanıldığını gösteriyor.
“Ritüeller ve inanç sistemleri de etkilenmiş. Shang kâhinlerinin uyguladığı kehanet ve Şamanik ritüeller, bozkır şamanlığındaki trans hâlleri ve ruh çağırma uygulamalarıyla benzerlik taşıyor. “Gök Tanrı” inancı ise hem Türk–Moğol bozkırında hem de Shang Çin’inde merkeze yerleştirilmiş. Bu benzerlikler, kültürler arası sadece malzeme ve teknoloji değil, inanç ve ritüel düzeyinde de temas olduğunu ortaya koyuyor.
“Bu konuda önde gelen üç araştırmacı, farklı bakış açılarıyla katkı sağlamış: Sinoloji profesörü Wolfram Eberhard, Türk ve bozkır tarihi uzmanı Wilhelm Barthold ve sanat tarihçisi Carl Hentze. Eberhard, Çin kültürünün kapalı olmadığını ve bozkırdan gelen etkilerin erken dönemde başladığını vurgularken, Barthold daha temkinli bir yaklaşım sergileyip belgelerin daha çok Hunlar ve Göktürkler döneminde netleştiğini söylüyor. Hentze ise Çin bronzlarındaki hayvan figürleri ve ritüel kapların Avrasya motifleriyle olan benzerliğine dikkat çekiyor. Üçü birleştiğinde ortaya çıkan manzara açık: Erken Çin kültürü, kuzey bozkırlarından esen rüzgârlarla şekillendi.
“Bu bilgi, Çin kültürünü küçültmez; aksine onu daha zengin ve dinamik bir hâle getirir. At kültürü, bronz teknolojisi, keçe ve çadır yapımı, hayvan üslubu, gök merkezli inanç sistemi… Tüm bunlar Çin’i benzersiz kılar, ama aynı zamanda Avrasya’nın geniş ufkuna bağlı bir kültür hâline getirir.
“MÖ 1500’lerde gerçekleşen bu etkileşim, günümüz kültürel tarihçiliği için önemli bir hatırlatmadır: Hiçbir kültür tek başına yükselmez. Çin kültürü, bozkırın rüzgârı, göçebelerin soluğu ve
Avrasya’nın geniş mozağıyla büyümüştür. Bugün Çin’i anlamak, sadece sarayları ve imparatorları değil, rüzgârla taşınan kültürel izleri, atların toynak seslerini ve gök merkezli inançları de okumak anlamına gelir.
“Yani Çin Seddi’ni bir duvar olarak görmek kolaydır, ama gerçek Çin kültürü o duvarın ötesinde, bozkırdan gelen esintilerle yaşamaktadır.”
Yapay Zekâ’nın derleyip toplayarak bir hap gibi anlattığı bu bilgiler biz Türkler için yani bir şey değil ama dünya bu gerçeği bilmiyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satı bütün vatandır!” emrindeki büyüklük aslında hap gözden kaçırılır. “O satıh bütün vatandır” derken Paşa, bence, gidebileceğimiz en uzak yere kadar demek istemektedir. Bu sözü günümüze yan, emperyalistler ile yapmak zorunda olduğumuz kültürel mücadeleye uyarlarsak şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Mücadele alanı bütün dünyadır. Bürün dünyada büyük bir mücadele geliştirebilmenin yolu da günümüz teknolojisini en verimli biçimde kullanmaktan geçer.