Atatürk hangi sanatçıyla bahse girdi, ağladı ve bahsi kaybetti? Atatürk kitapları yazarı Yaşar Gürsoy yazdı

Atatürk hangi sanatçıyla bahse girdi, ağladı ve bahsi kaybetti? Atatürk kitapları yazarı Yaşar Gürsoy yazdı
Atatürk kiminle bahse girip kaybetti, ağladı ve sonrasında neler yaşandı? atatürk araştırmacısı Yaşar Gürsoy yazdı...

Atatürk hangi sanatçıyla bahse girdi, ağladı ve bahsi kaybetti

1931 yılıydı…
Dr. Reşit Galip yanına Muhsin Ertuğrul’u alarak Çankaya’ya çıkmıştı…
Şehir Tiyatrosu’na dönüşen ‘Darülbedayi’ çok az sayıdaki kadrosuyla Ankara’da turnesinde, yöneticisi Muhsin Ertuğrul’da Atatürk’ün sofrasının konuğuydu…
Henüz bir sohbet konusu açılmamıştı ki; Atatürk, Muhsin Ertuğrul’a dönerek konuştu:
“Faruk Nafiz Çamlıbel’in yazdığı ‘Akın’ piyesini nasıl buldunuz?”

O sıralar Türkiye kültür devrimi yaşıyordu ve hızlıca yol alması gerekiyordu…


Faruk Nafiz Çamlıbel’in Türk tarihini konuşturan ‘Akın’ piyesi de, ‘Kahraman’ piyesi gibi Atatürk’ün emriyle yazılmış, Ankara Türk Ocağı binasında Necmi Dilmen, Halil Vedat Fıratlı ve Münir Hayri Egeli’nin gözetiminde İsmetpaşa Kız Enstitüsü ve Gazi Eğitim Enstitüsü öğrencilerine oynattırılmıştı. ‘Akın Piyesi’ Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya göçünü, yayılıp genişlemelerini anlatan bir destandı. Atatürk sanatçılara çok değer veriyordu. Ulusların tarihlerini unutmaması gerektiğine inanıyor gelecek nesle bu yapıtlarla ışık tutmak istiyordu. Behçet Kemal Çağlar’ın ‘Çoban’ piyesi de, bu amaçla yazılmıştı.
Atatürk, ‘Akın’ piyesinin Ankara’daki temsilini görmüş ve beğenmişti. Muhsin Ertuğrul ise henüz görmemişti. Kendisine yazılı metin verildi.

Atatürk, Muhsin Ertuğrul’dan rica etti:

“Biz bu eseri sizin sahneye koymanızı ve sizin sahnenizde oynanmasını istiyoruz.”

Muhsin Ertuğrul, “Eseri henüz incelemedim, sadece baş sayfalarına şöyle bir göz gezdirdim Paşam” diye yanıt verdi

- Öyleyse hemen bu eserde yazılı olan mısralardan en güç konuşulanı, bize sahnedeymiş gibi lütfediniz.

- Paşam, nasıl balıklar sudan çıkınca yaşayamazsa, biz de sahneden başka yerde ne konuşabilir, ne yaşayabiliriz.

Bunu bir kapris gibi algılayan Atatürk gücendi, hatta öfkelendi. Israr ve tartışmalar uzadıkça uzadı…

Dakikalar sonra sofra son buldu. Konukları giderken Atatürk, Muhsin Ertuğrul’a dönerek:

- Sen bu eserde muvaffak olamayacaksın, dedi.

Muhsin Ertuğrul gülümsedi:

- Muvaffak olmaya çalışırım Paşam.

Atatürk iddiacı oldu:

- Şimdi seninle bir bahse girelim. Piyesi gelip seyredeceğim. Ama dikkat et. Rolünü iyi oynayamazsan seni bizzat ben tenkit edeceğim, kötü bir aktör olduğuna inanacağım. İyi oynarsan o zaman da gerçek bir sanatçı olduğuna kanaat getireceğim.

Muhsin Bey iddiayı kabul etti. Konuklar çıkarken Atatürk yatak odasına geçerken Sofracıbaşı İbrahim Ergüven ile uşağı Cemal Granda’ya dönerek

“Bu eseri size versem daha iyi yaparsınız. Bu adam bu işi yapamaz, dedi.

Cemal Granda sözlere karşılık verdi:

- Paşam bu adam bu işi yapar. Hem bu millet Muhsin Ertuğrul’u sever…”

Atatürk sesinin tonunu yükseltti, ‘Maskaralığını sever’ dedi ve yatmaya gitti.


O akşam yaşananların üzerinden üç ay geçmişti. Tepebaşı’ndaki Şehir tiyatrosu’nda Faruk Nafiz Çamlıbel’in ‘Akın’ piyesi oynanıyordu.

Muhsin Ertuğrul ve arkadaşları 1932 yılının ilk ayında ‘Akın’ı oynamak üzere hazırlığa başlamıştı. Dekorlar yapılıyor, kostümler dikiliyor, roller dağıtılıp ezberleniyor. Piyeste Türk Hakan İstemi Han’ı Muhsin Ertuğrul canlandırıyordu. Provalar sürerken Atatürk birkaç kez piyesin hazır olup olmadığını sormuştu…


Şubat ayının ilk haftası geldiğinde ‘Akın’ oynanmaya başladı.
Başta Muhsin Ertuğrul olmak üzere piyeste rol alan sanatçılar büyük bir heyecan içindeydi. Atatürk tiyatroya bizzat gelecekti.

Atatürk’ün her işte olduğu gibi sanat işlerinde de çok titiz, ince eleyip sık dokuyan, ufak tefek başarılarla kendisini memnun etmeye imkan olmadığını çok iyi bilen, bir yıl önce kendisiyle tutuştuğu bahsi aklından çıkaramayan Muhsin Ertuğrul, en ufak bir falso bile yapmamak için ‘Akın’ı kusursuz oynamaya çalışıyordu.


Atatürk ağladı…


1932 yılının 19 Şubat akşamıydı…
Atatürk’ün ‘Akın’ piyesini görmek üzere, birkaç yıl önce bir yangında kül olan Tepebaşı Dram Tiyatrosu’na gelişi başlı başına bir sanat olayı, Türk tiyatrosu için de tarihsel ve unutulmaz bir gece olacaktı.
Muhsin Ertuğrul, Atatürk’ün onuruna sahnenin tam karşısına düşen iki locayı birleştirmiş büyük bir loca meydana getirmiş ve süslemişti. Cemal Granda Atatürk’ün hemen arkasında ayakta duruyordu.

Temsil ilerledikçe Atatürk’ün ilgisi arttı, bakışları yumuşadı, ilk perde kapanmak üzereyken yanaklarından iki damla gözyaşı süzüldü. Perde kapandıktan sonra Atatürk bulunduğu locada ayağa kalkarak sanatçıları ayakta alkışladı.

Temsil bittikten sonra Atatürk, Muhsin Ertuğrul ve üç arkadaşını locaya davet ederek kendilerini kutladı. Muhsin Ertuğrul’un yüzünde güller açtı. Çok heyecanlanmıştı.

Atatürk övgü dolu sözlerle sanatçıların gururunu okşarken Muhsin Ertuğrul’a şöyle dedi:

“Bahsi kazandın. Sen bizim en değerli sanatkârımızsın.”
 

Aradan yıllar geçti, Muhsin Ertuğrul “Benden Sonra Tufan Olmasın” adlı anı kitabında o günleri yazdı:
 

“Bugün, 11 Nisan 1963.
Şöyle bir otuz üç yıl öncesine dönersek, kendimizi, tiyatro alanındaki güçlükle inanacağımız gerçeklerle yüz yüze bulacağız.
O günlerde gittikçe azalıyorduk. Kısa sürede iki yüz hevesliden belki yirmiye inmiştik. Arkadaşların çoğu tiyatrodan çekiliyor; kimi milletvekili, kimi avukat kimi doktor oluyordu. Sanatın ağır yükü; geçimin katı ve kuru kaynağı sanatçıların ömürlerini törpülüyordu. Çoğumuz hastalanıyor, devrili devriliveriyordu. İşin kötüsü bizden sonraki kuşak tiyatroya aşırı istek duymuyordu. Bütün bunlar bizi kara kara düşündürüyordu: Ne yapsak da tiyatronun kaynağını kurutmasak, yeni yeni sanatçılar üretsek diye.
Bu amaçla beşi kadın on beş erkek Tepebaşı salaşına sığındık. Gece gündüz demeksizin maden işçileri gibi aylarca gün ışığı görmeden ciğerlerimize temiz hava çekmeden günde on altı saat çalıştık. (...)
Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’nin gösterilere gelmesi bizim için en büyük armağan oluyordu.(...)
‘Benim ta ataşemiliterlik çağımdan beri memleketimizde görmeyi candan özlediğim bir hayali gerçekleştirdiniz. Şimdi ben Devlet Reisi olarak size soruyorum: Hükümetten ne gibi yardım istersiniz?’
O anda Gazi Hazretleri’nin engin gözlerine baktığım zaman, ülkenin olduğu kadar tiyatronun da ileri günlerini düşündüm. Geçmişin değil geleceğin önemini anımsadım.
‘Bir tiyatro mektebi istiyorum Paşam’ diyebildim.
Gazi Hazretleri vaktin geç olmasına karşın hemen Başbakan İsmet (İnönü) Paşa’ya haber göndertti ve çağırttı.
‘Paşam sizi rahatsız ettim, fakat mühim bir hususu size arz etmek istiyoruz’ diye beni tanıştırdı.
Bana da ‘Haydi, isteğinizi Paşa’ya tekrarlayın’ buyurdular.
‘Bir tiyatro mektebi istiyoruz Paşam’ dedim.
O akşam Gazi Hazretleri genç Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen bütün önde gelenlerinin ortasında, Türk tiyatro sanatçıları için cömertçe dağıttıkları bin bir iltifattan sonra, söyledikleri sözleri şöyle bitirmişlerdi:

‘Efendiler! Hepiniz me’bus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz fakat sanatkâr olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.’”


Muhsin Ertuğrul

Kaynak:
Cemal Granda, “Atatürk’ün Uşağı İdim”
Muhsin Ertuğrul “Benden Sonra Tufan Olmasın”1963
Lütfi Ay, Ulus Gazetesi, 10 Kasım 1947

İlgili Haberler