Atatürk, Samsun’a nasıl gitti, kimler destek oldu, neler yaşandı?

Atatürk, Samsun’a nasıl gitti, kimler destek oldu, neler yaşandı?

Birinci Dünya Savaşı bitmiş, mütareke dönemi başlamıştı.
Çanakkale Zaferi’ni kimse unutmamıştı ama yurttaşlar hala tedirgin; ülke işgal altındaydı.

Atatürk, İstanbul’daydı.

4 Mart 1919 günü Hükümeti Damat Ferit Paşa kurmuştu.
Atatürk ise, ülkeyi düşmandan kurtarmayı kafasına çoktan koymuş, Anadolu’ya gtmek için bir fırsat kolluyordu.

11 Mart 1919

Atatürk, yaveri Cevat Abbas Bey aracılığıyla Padişah Vahdettin’in sırdaşı Bahriye Nazırı Avni Paşa’dan randevu alarak makamına gitti.
İyi tanışıyorlardı; ancak  Avni Paşa, tedirgin olmuştu.

Randevu gerçekleştiği sırada Avni Paşa evden getirdiği sefertaslarındaki yemeklerini yiyordu. Atatürk, paşanın telaşını görünce, “Paşam, rahat olunuz, yemek yemeğe devam buyurunuz.” dedi ve ardından paşa yemeğini bitirene kadar öylece bekledi.

Nihayet, sefertasları kalktı. Paşa, peçetesiyle ağzını silip, konuşmaya başladı:

- Görüyor musunuz, ben ne oldum? Ve şimdi sen ne durumdasın? Sanırım, gerçekleri gören kimmiş anlıyorsunuz?

Aralarının iyi olduğu söylenemezdi. Atatürk sözlerinin devamını getirtmedi.

- Elbette sizsiniz. Fakat korkarım gördüğünüzün gerçek ufukları çok dar olmasın, işte benim endişem budur. Dilerim ki senin ve arkadaşlarının, Osmanlı İmparatorluk hükümetinin görüşleri de seninki gibi dar olmasın.

Paşa, içten içe öfkelendi.

- Sen beni küçük, aciz gördün ve hizmetimden aldın. Fakat imparatorluk hükümeti beni takdir etti. İşte bak, bahriye nazırı makamına getirdi.

Atatürk, kinayeli konuştu.

- Affedersiniz, gerçekten siz gerçekleri benden daha iyi gören bir adammışsınız. Yalnız sizden bir ricam var. Beni Osmanlı hükümetini oluşturan kişiler ile tanıştırır mısınız?

Niyetini pek anlayamamış olsa da, Avni Paşa isteği kabul etti, “Evet, tabii…” diyerek, hemen o akşam Şişli’deki eve; ziyarete geleceğini söyledi.


Bahriye Nazırı Avni Paşa

12 Mart 1919

Akşam olup eve geldiğinde; bir ara konuşurlarken Avni Paşa, “Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey sizinle yakından tanışmak istiyor. Buraya gelmek istiyor. Getireyim mi?” diye sordu; yanıtını aldı.

- Derhal! Beraber teşrif buyurunuz.

Avni Paşa gitti. Biraz sonra dahiliye nazırı Mehmet Ali (Gerede) Bey’le beraber geldi. Sohbet başladı.

Mehmet Ali Bey: Kemal Bey, sen İttihatçı mısın?

Atatürk: Evet, ben İttihatçı’yım.

O halde sizinle anlaşmamızın ihtimali yoktur.

- Yok, yanlış anlıyorsunuz. Ben İttihatçı’yım demekle bütün Türk ulusunun birliğini ve onun tek ülküye taptığını söylemek istiyorum.

- Paşa Hazretleri, bizimle işbirliği eder misiniz?
 

- Niçin etmeyeyim; eğer siz memleketi bugün içine düşmüş olduğu badireden kurtarmaya azmetmiş insanlar iseniz...

Sohbet sürdü, kısa süre sonra uzlaştılar. Mehmet Ali Bey , “Bunu arkadaşlarıma müjdeleyeceğim. Siz bizim için korkunç olmaktan ziyade yararlanılır bir kişiliksiniz.” dedi ve ekledi

- Yarın zat-ı âlinizi Serkl Doryan’da (Şimdiki Emek Sineması) bir öğle yemeğine davet edebilir miyim?

Atatürk, daveti kabul etti.

13 Mart 1919

Davet günü oluşturulan sofrada dört koltuk vardı. Koltuklardan biri boştu. Atatürk’ün sağında İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey, solunda Avni Paşa oturuyordu. Karşısındaki koltuk ise boş ama servisi açıktı. Mehmet Ali Bey oturduğu salonun kapısının solunda oturan birini gösterdi:

- Bu kişi bizim çok sevgili ve kıymetli arkadaşımız Posta ve Telgraf Genel Müdürü Refik Halit’dir. İzin verir misiniz, zaten onun için hazırlanmış bu yere o da gelsin?

Atatürk’ün yanıtı, “Benim sofram her gelen için yer vermez.” oldu. (Refik Halit Karay, İstiklal Savaşı aleyhine yazdığı yazılardan ötürü vatan hainliğiyle suçlandı, Yüzellilikler listesine alındı.)

Mehmet Ali Bey, aldığı yanıttan mutsuz olduğunu hissettirse de üzerinde durmadı.

Atatürk’ün planı istediği gibi işliyordu.
Hükümet yetkilileriyle samimiyetini geliştirerek bir bakıma durum analizi yapıyor ve kendilerinin güvenini sağlıyordu.

29 Nisan 1919

Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Atatürk’ü yanına davet etti. Paşa, kısa bir hal hatır sohbetinden sonra “Türklerin Rumlara yaptığ baskıyı yerinde incelemek ve önlemek üzere Karadeniz bölgesine müfettiş olarak gönderilmenizi kararlaştırdık” dedi.

İçten içe sevindi. Milli Mücadele’nin belki de ilk fişeği orada atılmış oldu.

Paşa bu kez, “Çocuğum, beni utandırma, sorumluluk altında bırakma. Şimdi seni Damat Ferit Paşa’ya götüreceğim. Kendini tut. İyi konuş. Ona söz verdim.” dedi.

30 Nisan 1919 günü Atatürk’ün, 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne atanması, Vahdettin tarafından onaylandı.

1 Mayıs 1919
Sadrazam Damat Ferit, iki paşayı makamında karşıladı. Şakir Paşa, “Efendimiz, yeni vazife ile Anadolu’ya gidecek olan Mustafa Kemal Beyi zat-ı devletinize takdim ederim.” dedi.

Sadrazam Şakir Paşa’ya teşekkür etti…
Kabineden çıktıkları vakit Şakir Paşa, Mustafa Kemal’in elini tuttu ve sıktı.

- Dikkatinize teşekkür ederim. Bu dikkat çok sürmeyecektir. Ben vazifeyi yaparım. Tarih bunu yazacaktır. Fakat senin de benim yaptığımı unutmamanı istiyorum....

Atatürk Şakir Paşa’nın elini öperken içinden, “Namuslu adam” diye geçirdi ve kendisine, “Yaptığınız büyüktür. Bunu bir gün gözleriniz ile görmenizi dilerim.” diye konuştu.
 


Harbiye Nazırı Şakir Paşa
(Şakir Paşa, 22 Mayıs 1919 da atanan damat Ferit Paşa kabinesine hasta olduğundan dolayı hükümet memuru olarak görevlendirilecekti. Atatürk’ün sağ salim Samsun’a çıktığı haberi gelince “Şimdi huzur içinde ölebilirim” der ve 15 Haziran 1919 da vefat eder.)

İki devlet adamı sonrasında Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’in makamına geçti.

Şakir Paşa’nın ilk sözü şu oldu:

- Ordu komutanı Mustafa Kemal hükümetinizin verdiği bütün görevleri memnuniyetle yapacaktır. Yeter ki biz kendisine yardım edelim.


Mehmet Ali Bey:
"
Kendisini bana ayrıca tanıtmaya gerek yoktur. Onu kendi evinde çoktan tanıdım. Elbette elden geldiği kadar yardım edeceğim."

Atatürk kendisine arka çıktığını hatırlatan devlet adamına aslında pek önem vermiyordu. Onu atlatmanın devlet ve millet için gerekli olduğuna inanıyordu. İçi içine sığmıyordu. Bir an önce Anadolu’ya gitmek istiyordu…


Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Gerede

Dışişleri Bakanlığı Levazım Müdürü Cemal Bolayır vefatından önce Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın vasiyetnamesini yazacak olan akrabasıydı.
Atatürk Şişli’deki eve taşınmıştı. Cemal Bey o eve sık giderdi…

5 Mayıs 1919 günü yine o eve gitmişti.
Atatürk kapıdan girilince odanın pencere yanındaki sol köşesinde oturuyordu. Karşısında Miralay Ömer Lütfi Bey, onun yanında Ruşen Eşref Ünaydın, onun yanında da Binbaşı sevkiyatçı Ali Rıza Bey, kapıya yakın sağ köşede ise Yaver Cevat Abbas oturuyordu.

Atatürk, kendisini yanındaki arkadaşlarıyla tanıştırdı.

- Akrabam Cemal Bey…

Cemal Bey sessizce bir köşeye çekilip aralarındaki sohbete kulak misafiri oldu.

Konu, memleketin gidişatı, yakın tarihe ait olaylardı. Atatürk dinin yobazlar elinde kalması yüzünden milletçe geri kalındığını örneklerle anlatıyor, İkinci Meşrutiyet dönemini eleştiriyor, ordunun başarısızlığını Enver Paşa’nın yönetimsizliğine bağlıyordu.

Bir ara Cemal Bey de söze girdi ve İttihatçıların namuslu, çalışkan insanlar olduklarını, Abdülhamit istibdadını yıkarak memlekete özgürlük getirdiklerini, fakat karşıtlarının çok haksız eleştirmelerine uğradıklarını, talihsiz bir zamanda savaşa sürüklendiklerini söyledi.

Ruşen Eşref Bey söze girdi:

- Cemal Bey, bazı sözlerinize katılırım; fakat İttihat ve Terakki Partisi bence, iyi giyinmiş, redingotlu, temiz elbiseli bir kimsenin pantolonu şuraya kadar (eliyle kalçasından dizine kadar göstererek) leke içinde olan adama benzetirim.

Cemal Bey söylenenlere katıldığını belirtti:

- Ben bu sözünüze şöyle katılırım. İttihat ve Terakki politikaca parlak fakat yönetimce lekeli idi…

Atatürk araya girdi:

- Cemal Bey, sen çık da biraz annemle görüş, dedi.

Cemal Bey Zübeyde Hanımla bir süre sohbet ettikten sonra, ertesi gün yine gelmek üzere vedalaştı.

7 Mayıs 1919

Harbiye Nezareti tarafından Yıldırım Kıtaatı Müfettişliği’ne, 13., 3. ve 15. Kolordu Komutanlıklarına, Atatürk’ün 9. Ordu Müfettişliği’ne atandığı bildirildi. Yetkileri ayrıca talimatla bildirildi…

Hazine’de para kısıtlıydı. Atatürk bunu biliyordu ama buna ragmen 9. Ordu Müfettişliği karargâh mensuplarının 3 aylık ödeneklerinin hemen; İstanbul’da, verilmesini istiyordu. Bunun için bir yazı yazarak, Harbiye Nezaretini’ne gönderdi.

9 Mayıs 1919

İsmet İnönü, Süleymaniye’de ikamet ediyordu.
Atatürk kendisini bizzat ziyaret etti. Sohbet sırasında İsmet Paşa’ya bir ara, “...Ben yerleşinceye kadar sen de bana yardım edeceksin ve iş başladığı vakit yanıma geleceksin!” dedi.

11 Mayıs 1919

İstanbul’dan, Samsun’ a ve Sivas’ta 3. Kolordu Komutanlığ’na, bölgede faaliyette bulunan eşkiyaların miktarı ve mahiyetleri hakkında telgraf çektirerek bilgi istedi.
 

“...Bu bilgi mülkî makamlarla askerî makam- ların yazışmaları ile tespit edilecek ve Kolordu Komutanı Albay Selâhattin (Kip) Bey bu bilgiyi Samsun’da bana verecektir”

14 Mayıs 1919

Sadrazam Damat Ferit Paşa, Atatürk’ü Nişantaşı’ndaki evine davet etti. Birkaç cümlelik konuşmadan sonra, uzunca bir sessizlik başladı. Atatürk Damat Ferit Paşa’yı dikkatlice inceledi.

Sadrazam bir ara saatine baktı hemen ardından, “Acaba nerede kaldı?" diye söylendi.

Atatürk, “Birisi mi bekleniyor?” diye sordu.

Evet, Cevat Paşa Hazretleri (Genelkurmay Başkanı) geleceklerdi.

Cevat (Çobanlı) Paşa, Atatürk’ü Çanakkale Cephesi’nden tanırdı. İkisi de üstün başarılar göstermişti.

Kısa süre sonra Cevat Paşa geldi. Yemek salonuna geçildi. Üç devlet adamı sadece çatal-bıçak sesleri arasında sessizce yemeklerini yedi.
Yemek bittikten sonra, ortasında genişçe bir masa bulunan bir odaya geçildi. Henüz ayaktalardayken Damat Ferit, " Bir harita getirtsek de, Müfettiş Paşa onun üzerinde bana açıklama yapsa", dedi.

Masanın üzerine bir harita açıldı. Belli ki; harita daha önceden hazırlanmıştı. Atatürk, Damat Ferit’e sordu:

- Ne bakımdan açıklama isteniyor?

- Mesela, Samsun dolaylarında ne yapacaksınız?

- Samsun dolaylarında yapılması istenen iş, o çevre Rumlarının başladığı gerillayı bastırmaktır.

Atatürk için o sorunun gerçek yanıtı vermek çok güçtü. Sözlerini sürdürdü:

- Efendim, İngiliz raporlarında sorunun biraz abartıldığına hükmediyorum. Fakat ne de olsa, yerinde yapılacak incelemelerden sonra, gereken en iyi önlemler alınabilir. Merak buyurmayınız.

Atatürk, Cevat Paşa’nın gözlerine baktı. Aynı anda Damat Ferit de paşanın gözlerine bakıyordu. Kendisine, “Ne dersiniz?” diye sordu.

Cevat Paşa çok doğal bir dille, “Öyledir efendim, dedi, Böyle işler yerinde çözülür. Şimdiden kesin ne söylenebilir?"dedi.

Hiç hoşnutluk göstermeyen sadrazamın kafasında daha büyük bir endişeyi çözmek sorusu sanki ifade bulabilmek için, biçim arıyordu. Birden oldukça heyecanlı bir sesle sordu:

- Pekâlâ, siz bana harita üzerinde komutanızın kapsadığı mıntıkayı gösterir misiniz?

Atatürk, sadrazamın kuruntuya düştüğü noktayı hemen keşfetmişti. Cevat Paşa yanıt verdi:

- Efendim, mıntıkanın önemi yoktur. Paşa, doğal olarak, o mıntıkada kuvvete komuta edecektir. Zaten nerede kuvvet kaldı ki…

Cevat Paşa, cümlesini tamamlarken durumun hiç de önemli olmadığını ima etmek ister bir tavırdaydı. Haritanın bulunduğu masadan uzaklaşır gibi oldu…

Atatürk içinden Cevat Paşa’ya teşekkür etti.
Damat Ferit aldığı yanıttan memnun kalmıştı. Her biri birer koltuğa çekildi.

Sadrazam bu kez Atatürk’e sordu:

- Ne vakit hareket edeceksiniz?

- Ne vakit emir buyurulursa… Ben harekete hazırım.

- Zat-ı şahaneyi (Vahdettin) ziyaret ettiniz mi?

- Hayır, irade buyrulmadı.

- İrade buyruldu. Ben bildiriyorum. Yarın kendisini ziyaret ediniz.

Ayrılma vakti geldi. Cevat Paşa ve Atatürk gecenin karanlığında kol kola Nişantaşı’ndan Teşvikiye’ye doğru sohbet ederek yürümeye başladı.

Cevat Paşa kısık ses tonuyla sordu:

- Bir şey mi yapacaksın Kemal?

- Evet, paşam, bir şey yapacağım…

- Allah başarılı etsin!

- Mutlaka başaracağız!


Cevat Çobanlı Paşa
 

15 Mayıs 1919

Yüreği, vatanın namusu için atıyordu.
Patlamaya hazır mavzer gibiydi.
Sabah erken, Harbiye Nezareti’ne giderek Cevat Çobanlı ve Fevzi Çakmak Paşalara veda ettti. Babıâli’ye giderek Hükümet üyelerine veda etmek istediği sırada kabine toplantı halinde ve Yunanlıların izmir’e çıkışını görüşüyordu.

Akşam üzeri Yıldız Sarayı’nda ,Padişah Vahdettin tarafından kabul edildi.

Görüşme kısa tutuldu. Gerçekten en anlamlı görüşmesi Şişli’deki evinde olandı. Konuğu Bandırma Gemisi’nin kaptanı İsmail Hakkı Durusu’ydu…

16 Mayıs 1919

Cuma günüydü…
Atatürk annesi ve kız kardeşi ile birlikte erkenden uyandı. Heyacanlıydı. Makbule Hanım o heyecanını birçok asker ve aydının Malta’ya sürülmesine bağlıyordu. Abisi için endişeliydi.

Zira; hükümet Ermeni çocuğu aramak bahanesiyle evlerini birkaç defa basmıştı. Bu baskınlar nedeniyle Atatürk kendisine bir tabanca vermiş, “ Bunu al… Ev taarruza uğrarsa, ilk içeri gireceklere ateş edersin, sonra da kendini öldürürsün,” diye tembihte bulunmuştu.

Zübeyde Hanım o aralar kalbinden rahatsızdı. Yataktan çıkamıyordu.

Kardeşi Makbule Hanım’a seslendi:

- Makbuş, bu akşam eve kimse gelmeyecek. Ben annemin odasında yemek yemek istiyorum. Onun karyolasının karşısına bana bir yer sofrası hazırlattır.

Yıldız’daki Hamidiye Camii’ndeki cuma selâmlığına gitti, sonra mahfil-i hümayun’da Padişah Vahdettin tarafından kabul gördü, ardından veda etti.

Akşam olduğunda. Makbule Hanım ağabeyinin İsteğini yerine getirdi. Üst kattta sokağa bakan şahnişli (üç yanı pencereli çıkıntı) odadaki Zübeyde Hanım’ın karyolasının karşısına ufak bir sofra kuruldu. Ağabeyinin oturacağı yere bir minder koydu.

Atatürk geldi, annesinin elini öptü. Kardeşinin hatrını sordu. Mindere bağdaş kurup oturdu.
Gümüş tepside patates püreli rosto, ıspanaklı yumurta vardı.

Yemeğe isteksiz olduğu her halinden belliydi. Zorla çiğnediği lokmaların arkasını kesti, elinden çatalını bıraktı. Gözleri alev alev yanıyor, çok heyecanlı olduğu halinden belli oluyordu.

Birdenbire söze başladı:

- Anne, ben yarın Anadolu’ya gidiyorum. Buraların hali belli değil. Selanik nasıl elden gittiyse buralar da öyle olabilir. Ben, kurtarmaya çalışacağım. Ne elimden gelirse onu yapacağım. Fakat bu işte tehlike çoktur. Hesapta ölmek, gidip gelmemek vardır. Bana hakkını helal et… Sen de bunları iyi dinle Makbuş, işler fenaya dönerse, sakın buradan ayrılmayın. Bütün paranızı sarf edersiniz, paranız biterse, halılarınızı, kıymetli eşyanızı satarsınız. Bir kere daha söylüyorum. Ne olursa olsun yola çıkmaya kalkmayacaksınız. Başaramazsam zaten sizi öldürürler, o zaman elbet, ben de ölmüş olurum.


Atatürk ve annesi Zübeyde Hanım

Anne kız adeta beyinlerinden vurulmuştu. Boğazları kurudu, ne diyeceklerini bilemediler. Annelerinin üzüntüsü gözlerinden okundu. Tam o sırada kalbine fenalık indi. İki kardeş annelerinin sağlığını control altına almak için heyecana kapıldı. O kriz bir anda her şeyi unutturuverdi.

Pencereler açıldı. İçeri hava girmesi sağlandı. Atatürk heyecan içinde söylediği sözlerin yaptığı etkiyi silmek istermiş gibi annesine seslendi:

- Anne, merak etme, bu kadar üzülme… Ben size en kötü ihtimali anlattım, başarmam ihtimali de kuvvetlidir. Tekrar buraya dönerim. Sizi yanıma aldırırım, üzülme…

O sözler anne ve kız kardeşini avutmaya çalışan sözlerdi…

Doktor Rasim Ferit vaktinde yetişmemiş olsaydı, o akşam belki de anneleri vefat edebilirdi. Sabaha kadar annelerinin başından ayrılmadılar.

Kendine gelene kadar zaten ayrılık vakti gelmişti…
Annesinin yanına gitti. Yatağının ucuna oturdu, kollarıyla onu sardı. Ellerini ve yüzünü öptü.

- Anne, bana hakkını helal et, dedi.

Zübeyde Hanım akşamdan daha sakindi. Gözlerinden akan yaşlar hayır dualarla kımıldayan dudaklarına doğru süzülüyordu.

Kardeşine sarılıp öptü, ciddi bir yüzle odadan çıktı. Makbule Hanımın gırtlağı düğümlenmişti. Gözlerinde yaşlar birikmişti. Abisinin gözlerinin içine derin derin bakarken sesini işitti:

- Bana niçin öyle bakıyorsun Makbuş?

- Nasıl bakayım? Bu ne gidiş, ağabey? Savaşa değil, göreve değil, terfi ederek değil...

Cevap vermedi. Dudakları kısılmıştı. Yalnız başını sağa sola salladı ve adeta koşarcasına merdivenlerden indi.


Makbule Atadan

Yaveri Muzaffer Kılıç da yanındaydı.

- Zatı devletlerinizin yaverleri olarak refakatinize memur edilmem sebebiyle bahtiyarım Paşa Hazretleri!

Atatürk hafifçe güldü, “Hadi!” dedi. “Hazırlığa başla, yola çıkıyoruz.”

- Çok kalacak mısınız Paşam, yoksa teftişi müteakip dönecek misiniz?

Asrın ve tarihin en büyük iradelerinden biri, büyük ve eşsiz asker, yaverinin gözleri içine bakarak konuştu:

- Hayır, dönmeyeceğiz çocuk! Validene ve kardeşlerine veda et. Dönmeyeceğiz!

Özgürlük aşığı bir adam, halkı için özgürlük savaşına çıkıyordu…

Galata Rıhtımı’na geldiğinde kendisini uğurlamak üzere Rauf Bey, Selamet Partisi Başkanı Selâmi Paşa vardı. Hepsi ile el sıkıştıktan sonra vapura gitmek için istimbota bindi. Bandırma Vapuru Kız Kulesi açıklarında bekliyordu.

Vapur işgal kuvvetleri askerleri tarafından arandı. Vatanında bir subaydı, üstelik Paşa’ydı ama düşman askerlerince komuta ettiği gemisi aranıyordu. Öfkesini bastırdı…

Vapur hareket etti, düşman zırhlıları arasından geçerek İstanbul’u terk ederken, Atatürk güvertede arkadaşlarına kısa bir konuşma yaptı:

“Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silâh kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silâh, ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz!”


Geceydi…

Kaptan Durusu’yu çağırdı, emrini Verdi:

“Düşman devletlerinin herhangi bir vasıtasının gadrine uğramamak için sahile yakın bir rota tutunuz! Şayet kesin tehlike görürseniz gemiyi karaya, en yakın sahile oturtunuz!”

Bandırma Vapuru''nun Kaptanı İsmail Hakkı Durusu

17 Mayıs 1919

Yolculuk çetin geçiyordu. Gece saat 23.00 sıralarında İnebolu’ya gelinmişti. Fırtına şiddetini artırınca karaya çıkmadan yola devam edildi.

Arkadaşı, Ömer Sezai (Madra) Bey’e mektup yazdı:

“Azizim Sezai Bey, vazifeli olarak Anadolu’ya hareket ediyorum. Sizde korunan emanete ait senedi, anneme bıraktım. Dönüşünüzde, emanetle senedin değiştirilmesi için Vasıf (Çınar) Bey biraderimize rica ettim. Gözlerinizden öperim”

Anası ve kız kardeşini bırakarak çıkmıştı özgürlük yolculuğuna…

18 Mayıs 1919

Bandırma vapuru, saat 12.00 sıralarında Sinop limanına girecekti. Ama fırtına şiddetini kesmemişti. Yine yola devam edilirken Atatürk Üsteğmen Hikmet (Gerçekçi) Bey’i, vapuru yanaşan bir sandal aracılığıyla kıyıya göndererek, Samsun’daki Tümen Komutanlığ’na, gelmekte olduklarını bildiren bir telgraf çektirdi.

19 Mayıs 1919

Sabah saat 06’dıydı. Bandırma Vapuru içinde vatanları için ölümü göze alan yiğitlerle Samsun’a vardığında Yeni bir Türk Devleti’nin temelleri atılıyordu…

Yaşar Gürsoy

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynak:
Atatürk’ün Nutuk’ta bizzat anlattıkları, yaveri Muzaffer Kılıç, Manevi Kızı Prof. Afet İnan, Gazeteci Asım Us ve anne tarafından akrabası Cemal Bolayır ile kızkardeşi Makbule Atadan’ın anılarından faydalanılmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları