Türkiye’deki kanunî “Kürdistan” partileri birbiri sıra kongre yapıp atağa geçince, acaba biz Abdullah Öcalan’dan medet ummakta haklı mıyız, diye bir an düşünmeden edemedim!

Çünkü PKK’nın “kurucu önder”ine bir şartımız var. PKK tamamen silah bıraksın, sen de gel, TBMM’de DEM’in salonunda nutuk at, diyoruz.

“Umut hakkı” diye istisnaî “kurtuluş” yolu varmış.

Siyasîlerimiz hesabı sağlam yapmış olmalılar. İnceden inceye bu “umut hakkı”nı araştırmasalar, bu araştırma sonunda Abdullah Öcalan’dan PKK’yı bitirme sözü alınacağına inanılmasalar bütün Türkiye’nin karşı duracağı bir talep dile getirilmezdi.

Bilmiyorum bu talebi başka nasıl yorumlayabiliriz? Üstelik Abdullah Öcalan’a neredeyse “uluhiyet” mesabesinde bir hak da veriyoruz ve kendisini “önder” görüyoruz.

“Önder” lider karşılığı. “Atatürk” için sık kullanılınca, “uluhiyet” manasıyla da karşımıza çıkıyor.

Lider desen söz yavan kalır; “önder” dersen, arştan bakan lider üstü liderle karşılaşırız.

“Önder” kelimesi nasıl uydurmuşlar? Türkçe ne çekim ne yapım eklerinde “-der, -dar” görürüz. İstisnaî ek olsa dahi gramerde yeri olur. Şimdi uysun uymasın her kelimeye eklenen “-sal” eki için sadece “uysal” ve “kumsal” örnekleri verilir. -dar, -der için örnek verilmiyor. Belki “-r” eki “önde” kelimesine eklenip lider üstü lider ortaya çıkarılmıştır.

***

Bir tarafta PKK’nın “ulu önder”i diğer tarafta, Barzanîcilerin, PKK’dan kopuk görünenlerin veya böyle görünmeyi stratejik destek anlayanların atakları...

İsrail saldırdıkça, bizdeki bölücü/yıkıcılar birden hareketleniveriyorlar. Nasıl olsa ABD arkalarında. Irak’ta Barzanistan, ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra ortaya çıkmadı mı? Hazır İran çökertilmek istenirken, Ankara, İsrail’le karşı karşıya gelirken biz niye kendimizi göstermeyelim, demişlerdir.

Türkiye’de başından beri Barzanîcilerin bir temeli vardır. Barzanîciler, zaman zaman ve yer yer PKK unsurlarını destekleseler de nihaî hedefte kendilerini kollayacaklardır. Birinin mutlaka öne geçmek isteyeceği açık.

Diyarbakır’da “Kürdistan Sosyalist Partisi” diye bir parti çok rahat kongresini düzenliyor. Üstelik etnik adla bir parti kurulmasının kanunen mümkün olamayacağı bilindiği hâlde. Etnik adla bir parti kurulmuşsa, o parti Anayasa’yı çiğniyor demektir. Bunu dün “bir bilen”in kaleminden de ayrıntılı verdim.

“Özgürlükler” ülkesi değil miyiz! Kim ne düşünürse, buyursun, tatbikatını yapsın!

Ya sonrası?!... Ağlayan yine biz olurmuşuz, ayaklanmalara, silahlı çatışmalara girermişiz, ölümler, şehadetler peş peşe gelir, gözyaşlarını süyüm süyüm akıtırmışız... Bunlar hiç akla getirilmez!

Etnikçi partinin kongresi, “Kürt Meselesinde Federal Çözüm” şiarıyla yapılıyormuş.

“Büyük Kürt liderlerinin posterleri” asılıymış. “Saygı duruşu” yapılmış. Kime, neye saygı duruşu? Bizim bildiğimiz kongrelerde İstiklal Marşımız okunur. Ama o fırsatçı etnikçilerin kongresinde “Ey Reqîp marşı” okunmuş.

Bu Ey Reqîp (Ey Düşman), İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 22 Ocak 1946’da İran’da kurulan Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti’nin marşı. Bu “devlet”i 31 Mart 1947’de İran Şahlığı bitiriyor. Bu “cumhuriyet”in genelkurmay başkanı da Mustafa Barzanî idi.

Ber hatırlatma... O dönemlerde, bugün İsrail’in uydusu ABD etkili olduğu gibi Sovyetler Birliği Ortadoğu’da etkiliydi. Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti’nin kuruluşuna desteği Stalin vermişti.

Etnikçi Barzanîciler, Mustafa Barzanî’yi huşu içinde anarlar ve resmini mutlaka asarlar. (Hulusi Turgut'un hatırlatmazsak olmaz. Gazeteci olarak Kuzey Irak'ta Mustafa Barzanî’yle ilk görüşen ve “Barzani Dosyası”nı -Sonra “Barzani Olayı” adıyla- yayınlayan Hulusi Turgut'tur.)

Ey Reqîp şiirini, 1938’de, Köysancaklı Yunus Rauf Soranî lehçesiyle hapishanede yazmış.

İlk dört mısrasının Türkçesi:

Dinle düşman, Kürt halkı hâlâ yaşıyor,

Top ateşinde ve felaketlerden hiç yılmayacak

Kimse demesin Kürt ölüdür, Kürt diridir

Diridir hiç inmez Kürt bayrağı...”

Kimse bu şiire itiraz edemez, okunur da... “Bayrak” dediğin an karşına bir “devlet” hedefi çıkıyor.

Türkiye’de etnisite adıyla bir parti kuruluyorsa niyet başkadır ve ülke bütünlüğüne kasıt var demektir. Hiçbir zaman etnisite zenginliğini kültürün, birliğin bir yorumu olarak görmemişlerdir. Karışmışız, ayrılmaz parça olmuşuz, hangimiz yörük, hangimiz Kürt bilemeyecek hâle gelmişiz. Akıllarına getirmezler. (Nasıl karıştığımızı “Kürtçülük” güderek Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanma hayali kuran Yaşar Kemal bile söylemiştir.)

Emperyalistlere uşaklık edenler, farklılıkları derinleştirerek bir şeylerden nemalanmak istiyorlar.

Bu kongreye, bölücü/yıkıcıların diğer kanatlarından partililerin, DEM’cilerin, Suriye’den Irak’tan birilerin katılması kendi amaçlarına uyar. Hür Dava Partisi (HÜDA PAR) de aynı yolun yolcusu...

Ama Cumhuriyet Halk Partisi’den ve Saadet Partisi’nden birileri katılmışsa, onların niyetleri sorgulanır. Biri “İslâm”dan, diğeri “Atatürk”ten bahsedemez!