İsrail’in 2000 yıl sonra İnatla Filistin’e yerleşme, devlet kurma hayali gütmesi ve hayatta kalmalarında en büyük desteği Osmanlı’dan görmesi, bana, Yahudiler gibi yüzyıllardır kendilerini koruyagelen ve nihayet Moldova’da yarı bağımsız stütüye kavuşan Gagauzları akla getirdi.
Anadolu’nun fethinden sonra topraklarımız hep Batı’ya doğru genişledi.
Göçtüğümüz topraklar doğuda. Doğuya doğru neden genişlemedi? Çoklukla Müslümanlar yaşadığı için mi, diye düşünebiliriz.
Öyle olsa I. Selim (Yavuz Sultan Selim, 1512-1520), Doğu’da savaşmaz, Mısır’a girmez, İran tarafında Safavîlerin üzerine yürümezdi.
I. Selim, 1514’de Çaldıran’da Safavî devletinin kurucusu Şah İsmail’i yendi.
İki tarafa da Türk unsur hâkimdi. I. Selim herhâlde tahkimat ihtiyacı hissetmiştir. Tabiî İslâmda birinci sözcü olma düşüncesi de esastır. Diğer tarafta, Şiîliğin, Safavîlerin propagandistleriyle Anadolu içlerinde yaygınlaşması, giderek padişahlığı da tehdit etmesi, I. Selim’i Anadolu’nun derinliklerini ve hâkim alanları aşırtarak daha ilerilere götürmüştür.
İki savaşan Türk; I. Selim de Şah İsmail de şairdi.
Şaşırtıcı olan ne biliyor mumsunuz? İran sahasında hâkimiyet kuran Şah İsmail’in şiirlerini Türkçe, I. Selim’in ise Farsça yazması. (Şah İsmail için Ali Rıza Özdemir’in “Türklük, Şah İsmail’in sevdasıydı” başlıklı yazısına girilebilir. veryansıntv)
I. Selim’in Farsça Divan’ı vardır. Bu divan önce 1890’da İstanbul’da, sonra Alman İmparatoru II. Wilhelm’in emriyle 1904’te Prof. Horn tarafından Berlin’de yayınladı. Berlin’de 500 adet bastırılmış, II. Abdülhamid’e hediye edilmiş. Türkçeye ise 1946’da Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan aktarıyor.
I. Selim 1517’de resmî adı “Türkiye” olan Memlükleri yenmiş, Mısır’da hâkimiyet kurmuştu. Sonra Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da kalınıyor.
Batı’da Macaristan’a giriyoruz, Besarabya-Boğdan’a (Romanya-Ukrayna/Rusya), Kırım’a giriyoruz, Viyana kapısına dayanıyoruz ve... İşte ondan sonra tersine dönüş. Türklerin Batı’ya, ta Roma kapılarına dayanmalarının öncesi vardı. Attila’dan bahsediyorum.
***
Tuhaf olan şu: Müslümanlığa geçen Türkler zaman içinde, dinî kimliklerini değiştirdikleri de oldu. Meselâ Gagauzlar... Birkaç defa yazdım. Türkçeyi bütünüyle korudular.
Uzun süre Osmanlı sahasında kaldılar. Osmanlı dağıldıktan, Balkanlar ve Deşt-i Kıpçak-Ukrayna tarafına açılan sahalarda başka unsurlara geçtikten sonra Gagauzlar kimliklerine sahip çıktılar. Hristiyandılar ama Türk’tüler.
Biz Yahudileri koruduk, kol kanat gerdik... Ya Gagauz Türklerini? Onları, Yahudileri koruduğumuz kadar koruyabildik mi?
Enver Paşa’nın bile aile kökü Gagauzlara dayanır.
Hemen aklınıza Türk Ocakları’nın uzun yıllar başkanlığını yapan, Maarif Vekiliyken (Millî Eğitim Bakanı) Mehmet Âkif’e İstiklâl Marşı’nı yazdıran Hamdullah Suphi Tanrıöver gelecektir.
Anadolu’da Beylikler Dönemi kitabının yazarı akademisyen Nuri Yavuz’un “Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Gagavuzlar” makalesi Gagauzları geç de olsa nasıl koruyup kolladığımızı özetliyor.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, 1931’de Bakanlar Kurulu kararı ile Bükreş’e 1. sınıf elçi olarak tayin ediliyor. Bu görevini 1944 yılına kadar sürdürüyor. Bu esnada Romanya ve Bulgaristan’da bulunan Türklerle yakından ilgileniyor. İlk iş olarak kız ve erkek Gagavuz çocuklarından birçoğunu Türkiye’ye getirterek ilk, orta ve yüksek okullara yerleştiriyor. Beserabya’daki Gagavuz kasaba ve köylerini dolaşarak, bu bölgede Türkçe eğitim yapan 26 okul açtırıyor ve bu okullara öğretmenler tayin ettiriyor. Türkiye’den kitaplar getirterek bu okullarda okutturuyor. Ayrıca kızlı erkekli 30-40 kadar Gagavuz gencini Türkiye’ye göndererek çeşitli okullarda ve üniversitelerde eğitim ve öğretim görmelerini sağlıyor.
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Romanya’daki hizmetlerinden biri de şahsî gayretiyle Bükreş’te büyük bir Türk şehitliğini 6 Haziran 1935’te açtırmış olmasıdır. (Akademik Bakış, C. 4, S. 7. Kıy 2010)
Keşke Türkler hep yerlerinde kalabilselerdi. Balkanlar kaynarken 5 milyon Türk Osmanlı sahasına göçüyor ve bu göçler Cumhuriyet döneminde de devam ediyor.
Balkan Devletleri içinde Türk toplulukları var. Bunların hepsini zamanında araştırdım, yazdım. Gagauzlarla temasım olmadı. Türkiye’de, kongrelerde, konferanslarda karşılaştım.
Gagauzlar üzerinde durmak, bize “var olma”nın yollarını da gösterecektir.
Bir şey daha... Yahudiler tarihte Türklerin alanları dışında neden “nefret”le karşılandılar? Elbette incelenmiştir. Burada Gagauzların varlığı ile Yahudilerin varlığı karşılaştırılabilir mi? “Sevgi” ve “nefret” kime ne getirdi ne götürdü? İncelenebilir mi?
Gagauz Türklerinden Dr. Olga Radova Karanastas’ın “Güneydoğu Avrupa'da Hun Öncesi Türkler” ve “Güneydoğu Avrupa Gagavuzlarının Tarihini Ve Kültürünü Korumak-Etnosun Gelişmesinde Bir Şart Temeldir” makalelerine girilip okunabilir. Bize bir fikir verecektir.