Gençliğin İdealizmi, Yaşlılığın Hırsı ve Şehitlerin Kutsal Hatırası Üzerinden Kurulan Siyaset!

Tarihin her döneminde, her coğrafyada, özellikle de bizim topraklarımızda, bir gençlik vardır ki, daha yirmili yaşlarının başında gözünü kırpmadan ölüme yürümüştür. Onlar, vatan toprağını mukaddes bilen, bayrağın gölgesinde huzur bulan, uğruna can vermeyi bir şeref sayan gençlerdir. Biz bu gençlere “şehit” dedik. Onların ardından gözyaşı döktük, marşlar yazdık, anıtlar diktik ve hep bir ağızdan şunu söyledik: “Şehitler ölmez, vatan bölünmez!”

Gidin bakın şehitliklere 20-25 yaşın üstünde kaç şehidimiz var?

Ancak tarih acı bir ironiyle ilerliyor. Dün şehitlerin hatırasını ağızlarında sakız eden, kürsülerden “kanları yerde kalmayacak!” diye haykıran siyasiler, bugün aynı şehitlerin hatırasını politik çıkarları için pazarlık masalarına sürüyor. Dün, "vatan için ölenlere ne mutlu" diyenler, bugün "yeter ki çatışma olmasın" diyerek bölücülere siyaset kapılarını aralıyor. Oysa değişen yalnızca konjonktür değil; değişen, siyasetin ilkesizliği ve gençlerin saf idealizminin nasıl bir istismar aracına dönüştürüldüğüdür.

Şehitlik peygamber makamı ama artık şehit gelmesin diye siyasetin bize çizdiği istikamet neresi?

İnsan hayatının en temiz, en idealist dönemidir yirmili yaşlar. Bu yaşta insan, ölümü küçümser. Çünkü uğruna yaşanacak ve ölünecek büyük bir amacı olduğuna inanır. Bu amaç, çoğu zaman Vatandır, Bayraktır, Milletin Birliğidir. Bu inançla cepheye giden, dağda pusuda şehit düşen, sınırda nöbet tutarken vurulan nice genç, geride bir emanet değil, bir ahlak bırakmıştır: Uğruna ölünecek bir değer varsa, yaşam onunla anlam kazanır.

Peki, bu idealizm bugün nerede? Şehitlerin aziz hatırası bugün kimin ellerinde? Ne acıdır ki, o yirmili yaşlarında can veren gençlerin hatırası, yaşlı politikacıların ellerinde kirleniyor. O idealler, iktidar hesaplarına kurban ediliyor.

Geçmişte milliyetçi söylemlerin gölgesinde siyaset yapanlar, meydanlarda “şehitler tepesi boş kalmayacak!” diye haykıranlar, bugün bu ülkenin birlik ve bütünlüğüne açıkça kastetmiş yapılarla görüşüyor, pazarlık yapıyor, Meclis çatısı altında onlara meşruiyet kazandırıyor. Bu da yetmezmiş gibi, milliyetçi-muhafazakâr bir meşruiyet zemini inşa etmek için MHP’nin dili, sembolleri ve kavramları kullanılıyor. Oysa aynı çevreler, dün bu yapıları "vatan hainliği" olarak ilan etmişti!

Bu çelişki değil, çürümedir. Bu dönüşüm değil, inkârdır. Ve en kötüsü, gençlerin canını verdiği o yüksek ideallerin siyaset malzemesi yapılmasıdır.

Bu noktada filozofların ışığına tekrar başvurmamız gerekir. Thomas Hobbes, güçlü bir otoritenin halkı korkudan kurtaracağını savunurken, otoritenin de halkın korkularını manipüle edebileceğini sezmişti. Bugün yaşadığımız tam da budur. Halkın güvenlik kaygısı, iktidarların meşruiyet kaynağına dönüşmüş durumdadır.

Nietzsche ise iktidarın yozlaştırıcı gücüne işaret eder. Ona göre, "güç istenci", insanı yüceltebilir ama çoğu zaman onu ahlaken çürütür. Bugün siyasetin merkezinde artık erdem değil; güç arzusu, statü kaygısı ve iktidarı bırakmama hırsı var. Bu hırsla, uğruna ölünen değerleri bile araçsallaştırmaktan maalesef çekinmiyorlar.

Şehitlik, bu topraklarda en kutsal mertebelerden biridir. Ama kutsal olan her şey gibi, istismara da en açık olanıdır. Vatan için ölmeyi seçmiş gençlerin kanı üzerinden yapılan her siyasi hesap, bu milletin vicdanında yankı bulur.

Bugün "şehitler ölmez" diyenler, yarın o şehitlerin temsil ettiği değerlere sırtını dönerse, tarih onları affetmez.

Ve unutulmamalıdır… Vatan için ölenler kadar, vatanı siyasetin kirli pazarlıklarından korumak da kutsaldır.

Gençliğin idealizmi, tarih boyunca her büyük dönüşümün öncüsü olmuştur. Ancak bu idealizm, sürekli bastırılırsa, araçsallaştırılırsa ve ihanete uğrarsa, zamanla yok olur. Her nesil yeniden bir umutla büyür, ama her nesil, aynı yıkımı görürse; bir gün o umut, geri gelmemek üzere terk eder bu toprakları. Gerçek tehlike ve tehdit budur.

Platon’un “erdemli yönetici” tanımına bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Oysa biz, iktidarda kalmak için her türlü dönüşümü mubah görenlerle karşı karşıyayız. İdealizm, sadece gençlerin heyecanı değildir. Toplumların ortak vicdanıdır. Bu vicdanı kaybettiğimizde, sadece bir kuşak değil, tüm gelecek kaybedilir.

Bugün yaşadığımız siyasal ortam, bir yüzleşmeyi zorunlu kılıyor. Gençlerin idealleriyle mi, yaşlıların hırslarıyla mı ilerleyeceğiz? Şehitlerin hatırasını gerçekten yaşatacak mıyız, yoksa onların fedakârlıklarını sadece birer propaganda aracına mı dönüştüreceğiz?

Unutmayalım ki, korku iktidar üretir ama gelecek sadece ideallerle inşa edilir. Ve o idealler, bir gün ihanete uğrarlarsa; bu ülke, kendine ait vicdanını kaybeder.

Ülke çıkarlarını, kendi çocuklarımızın ölümleri üstüne mi yoksa yaşamları üstüne mi kuracağız? Veya ölüm ve yaşam dışında konuşulması gereken; “ahlak, onur, vicdan, adalet” gibi daha önemli değerler mi var?

Kaybettiğimiz nedir? Hukuk ve Adalet mi?

Aslında hukuk ve adalet dediğimiz şey toplum vicdanın ta kendisidir. Burada duyarsızlaşan toplumlar sadece çocuklarını değil geleceklerini, belki de onurlarını kaybederler.

Değerli Yeniçağ Gazetesi okuyucuları her yazımızda tarihe not bırakırken milletimize yakışmayan gelişmelere işaret ediyorum. Geçmişi hatırlatıp, geleceğe dair umutlarımıza işaret ediyorum.

Çocukluğumuzdan bu yana Atatürk’ün Türk gençliğine hitabesinin her satırını ezberden özümsemiş biri olarak “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.” diye başlayıp, “Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” diye biten ruhun, her dönem bize rehberlik ettiğine inanıyorum.