Bitmeyen mağduriyet
“Bir kere ben kaç kez Milli Görüş gömleğini çıkardım” diyordu Sayın Erdoğan bir televizyon programında. Merhum Baykal’ın bu sözlerine ikna olmamasına içerlemişti. Defalarca söylediği bu sözün altını çiziyordu. Lakin bunu bir siyasi partiden ayrıldığını ifade etmek için değil, dünya görüşünü değiştirdiğini söylemek için yapıyordu. 28 Şubat sürecinin ardından Milli Görüş’ün temsil ettiği iddia edilen ve toplumda Refah-Yol iktidarı nedeni ile endişeye neden olan meselelerin artık gündem olmadığını ifade etmek için kullanıyordu bu ifadeyi.
Aynı Erdoğan 28 Şubat süreci sonrasında iktidara geldiğini ise her fırsatta hatırlatmaya devam ediyor ama. O zaman her ne kadar Milli Görüş gömleğini çıkardım diyerek hakkında Siyasal İslam endişesi duyanları rahatlatmaya yönelik beyanlarda bulunuyordu ise de, bu gün o endişelerinden tamamen sıyrılmış görünüyor aslında.
Ne diyor mesela, “ikna odalarını biz kaldırdık” diyor. Çok uzun iktidarların böyle hafızaya oynadıkları oyunlar olabilir elbette. Ya da o günleri hatırlamayan, eski zamanları merak edip okuma gereği duymayan nesiller de bu durumu olduğu gibi kabul ediyor olabilir belki, bilemem…
Aslında o nesillerin çok da umursadıkları meseleler olduğunu sanmıyorum ama hala umursayanlar var ki Sayın Erdoğan bunlar üzerinden siyaset yapmaya devam etmeyi tercih ediyor. Aslına bakarsanız “İkna odaları” denen anti demokratik uygulamaların kendi dönemlerine ulaşan örnekleri olmamıştı bile. Ancak o uygulamaların üzerine eklenen ekonomik kriz ve Marmara depremi ile yaşanan ülke çapındaki ekonomik ve psikolojik yıkım, bu günlere kadar süren Erdoğan iktidarının başlama sebepleri olmuştu. Yani Sayın Cumhurbaşkanı’nın siyaset yapma şekli açısından oldukça elverişli bir alandı orası. Aslına bakarsanız artık öyle bir avantaj oluşturur mu şüpheliyim ama elde kalan çok fazla başka bir argüman da görünmüyor.
Eski defterleri karıştırmak her zaman kurtartıcı olmaz. İşin garibi bu sefer o defterlerden verilen örnek doğru da değil. Çünkü ikna odaları 1996 yılında Refah-Yol iktidarı dönemi ile sınırlı bir anti-demokratik uygulama. Ondan sonra da o tarz uygulamalar yürürlüğe konuldu ama içlerinde ikna odaları yoktu.
Şimdi bu yazıyı okuyan gençlerin büyük çoğunluğu 28 yıl önce yaşanmış bu olayın ne olduğunu hatta bunun neden gündeme geldiğini bile bilmiyor muhtemelen. Baş örtülü üniversite öğrencilerine zulmederek başlarını açmaları konusunda ikna etmeye çalışan akademisyenler vardı o zamanlar. Kendileri İstanbul Üniversitesi’nde görevli idiler. Özellikle iki isim o sırada çok ünlü olmuştu. Birisi İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu, diğeri de daha sonra milletvekili de olan Nur Serter idi. Aslına bakarsanız bu iki isimin önderliğinde İstanbul Üniversitesi ile sınırlı çağ dışı bir yasakçı uygulama idi ikna odaları.
Ama ne kadar verimli bir siyasi alan oluşmasına neden olmuş ki, o günün mağdurları üzerinden geçen bunca yıl sonra dahi polemik oluşturmayı deneyebilecek bir iktidar var ülkede. Neticede ikna odalarını kaldıran AKP iktidarı olmasa da, ikna odaları gibi bir çok tuhaflık sayesinde halkın oylarını almayı başaran AKP oldu.
İşte o 28 yıl önceki sürecin ekmeğini yiye yiye bitiremeyen Siyasal İslamcı siyaset ve kanaat önderleri bugün medya ve sosyal medya üzerinden bizlere mağduriyetten nerelere gelinebileceğini göstererek ibret veriyorlar. Sayın Cumhurbaşkanı tarafından söylenen bu İkna odaları zulmünü biz bitirdik cümlesinden bir gün önce de kendisini destekleyen gazetelerden birinin yazarı arkadaşımız şu anlamda bir şeyler yazmıştı. “Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci kurucusu olarak anılacaktır”
İşte yukarıda anlattığım 22 yıllık iktidara rağmen hiç bitmeyen ve dahi bitmesin diye de üzerinde tahrifat yapmayı bile göze alan bir anlayışın ülkenin bir kez daha kurulması gerektiği savı o bakımdan şaşırtıcı olmasa gerek. Bu ikinci savın en enteresan tarafı da bir kere kurulmuş bir şeyin ikinci kez kurulmasının mümkün olmadığı gerçeği. Bu durum ancak ilki yıkılırsa söz konusu olabilir değil mi?
Bu arada Yeniçağ ailesine çok hoş buldum..