Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sabahattin ÖNKİBAR

Sabahattin ÖNKİBAR

Cumhuriyet okuyan da Tercüman okuyan da denize atılıyordu!

Önce bir tespit:
İstanbul’da yürüyen öğrenciler Rektörler, YÖK ve AKP’yi protesto etmek için değil de İsrail’i lanet ve türban ya da İmam Hatipler için yürümüş olsalardı bırakın dövülmek her biri bizzat Başbakan tarafından kutsanacaktı.
Şu halde AKP’nin karşı çıkışı usule değil, içeriğe dairdir. Yani AKP aman öğrenciler politize olmasın ve eski günlere dönülmesin diye değil, kendi iktidarı hedefe oturtulduğu için son öğrenci hareketlerine tepkilidir.

17 yaşında bir genç nasıl eylemci olur?
Bu saptamayı yaptıktan sonra gelelim öğrenci olayları hadisesine!
O tür hadiselerin içinde yoğrulmuş ve merkezinde bulunmuş  biri olarak bir takım ikazları yapmak bizim için görev kabilindedir!
Doğrudur, bütün dünyada öğrenci hareketlerinin miladı 1960’ların sonlarıdır ve literatüre 68’liler hareketi diye girmiştir. Fransa’da uç veren öğrenci olayları çok geçmeden Türkiye’ye de sirayet etmiştir.
68’deki öğrenci olayları romantik ve içtendi. Örneğin İstanbul’da 6. Filo’ya karşı yapılan gösteriler saygı değerdi. Ancak buna mukabil bireysel tedhişte yaşananlar kabul edilebilir şeyler değildi.
Biz 78 kuşağı olduğumuz için kendi dönemimizi iyi biliriz. O dönemi yansıtma bağlamında uçlarda gezinen biri olarak ilgi çekecek hatıralarım var.
Babam 1970’lerin ortalarında Ticari İlimler Akademisini kazanan amca oğluyla bana ev tutarak üniversiteye hazırlanmak için lise son sınıf kaydımı Ardeşen’den İstanbul’a aldırdı. Bu şekilde hem Çemberlitaş’daki Murat Dersanesi’ne gidiyor hem de Vatan Lisesi’nin son sınıfına devam ediyordum.

Liseyi komünistlerden kurtarmak!
Derken okulla beraber ders çalışmak ve dersaneye gitmek yerine Vatan Lisesi’ni komünistlerden kurtarmak(!) gibi bir işe soyundum ve aradan birkaç ay geçmeden olaylara karıştığım için okuldan kovuldum.
Evet 17 yaşımdaydım ve ailem yanımda olmaksızın  sokaktaydım.
Önce kendime yeni bir lise aramaya koyuldum, Vefa ve Pertevniyal hayır deyince Şehremini Lisesi’ni gözüme kestirdim ama kayıt yaptıracak velim bile yoktu zira okuldan kovulduğumu İstanbul’daki akrabalarıma bile söyleyemiyordum.
Veli arama faslında Şehremini Lisesine yakın olan Ülkücü öğrencilerin kaldığı Kayseri Yurdu’na gittim ve şimdi AKP mebusu ve TBMM Başkenvekili olan Sadık Yakut’u orada tanıdım. Eksik olmasın Sadık Yakut’un da yardımı ile Ziya Öztürk adlı yaşı ilerlemiş bir ülkücü öğrenci benim velim oldu ve kayıt yaptırdım.
Şehremini Lisesi’nde de rahat durmadık ve orada da cenk’e(!) başladık!
İlk icraatım Abdulhamit Han’a faşist, Kızıl Sultan diyen tarih öğretmenine saldırmak oldu. O saygısızlığım okuldan kovulmak yerine sınıfım değiştirilerek geçiştirilmişti ama  karıştığım olaylar peşi sıra geldi.

Her yer cenk alanıydı
Şehremini Lisesi solcu Niğde Yurdu ile çok sayıdaki Ülkücü öğrenci yurdu hinterlandında olduğu için adeta cenk alanı idi ve her gün olay çıkıyordu.
İtiraf edeyim; karakolla ve siyasi şubeyle ilk kez Şehremini Lisesi öğrenciliği günlerimde müşerref oldum.
Hayır sadece lisede değil, o zaman liseli ülkücülerle faaliyet yapan Büyük Ülkü Derneği bünyesindeki çalışmalara  da katılıyor ve duvara yazı yazmaya çıkmaktan, bildiri dağıtmaya kadar türlü eylemlere gözü kapalı dalıyorduk!.
Lise sonrası istediğim Hukuk ve Siyasal’ı tutturamayınca Fikirtepe’deki Atatürk Eğitim Enstitüsü’ne kayıt yaptırdım. Dahası, amca oğluyla kaldığım evden ayrılıp Trabzon Öğrenci Yurdu’na yerleştim.

Adem Sözüer iyi militandı! 
Eğitim Enstitüsü günlerim tam bir macera dönemimdi. Eğitimde okuyanlar her gün Eminönü’deki Üsküdar iskelesinin önünde toplanıp, Galata Köprüsü ve Karaköy güzergahından Kadıköy’e  ve oradan da Fikirtepe’ye gidiyorduk. Tabii giderken de yol güzergahında hemen her gün kavga ve çatışmalara giriyorduk. Rahmetli Lokman Kadakal ve Mehmet Ayaz’la beraber gurubun önden giderek mıntıka kontrolü yapıyor ve  öğrenciye benzeyenleri tek tek durdurup üstlerini arıyorduk. Birinin üstünden kazara İTÜ benzeri solun kontrolünde olan bir okulun pasosu çıktıysa vay onun haline!.. Sadece o da değil, cebinde Cumhuriyet Gazetesi olanı da hırpalıyorduk... (Bugün evime her gün mutlaka aldığım gazetelerden biri de Cumhuriyet’tir.) Hayır bunu sadece biz değil, sol guruplar da yapıyordu ve onlar da cebinde Hergün ya da Tercüman gazetesi olanı bırakın dövmeyi, Şehir Hatları vapurundan denize atıyorlardı ki, o olayı duyduktan sonra biz de aynı şeyi yapmaya başladık! Sadece güzergahta değil okulun sınıf ve koridorlarında  istisnasız her gün taşlı-sopalı kavgalar vardı. O günlerin tanıklarından biri de bizim gurubun iyi militanlarından olan ve benim gibi Atatürk Eğitimi’de okurken bırakıp Hukuk Fakültesini kazanan bugünün İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı sevgili Adem Sözüer’dir.

İstanbul parsellenmişti!
O dönem sadece okullar değil İstanbul’un semtleri adeta bölünmüştü. Biz ülkücüler ise İstanbul’un Fındıkzade, Vatan Caddesi bölgesi, Beyazıt Küllük civarı, Küçükçekmece Tepeüstü, Üsküdar, Aksaray’ın bir bölümü, Mecidiyeköy’ün bir bölümü, Beykoz, Beylerbeyi, Çengelköy ve Sarıyer’in bir bölümüne hapsolmuştuk. Fatih’te bile Metin Yüksel olayından sonra Akıncılar (ecmainler) bizi avlamanın peşindeydi. Evet şaşıracaksınız ama ben yıllarca İstanbul’un pek çok bölgesine korkusuz-endişesiz hiç gidemedim. Bir keresinde Dev-Sol’un katlettiği sevgili arkadaşım Lokman Kadakal’la Kadıköy’e geçelim dediğimizde iskele önünden bizi kovalamaya başladılar ve arkamızdan iki şarjör mermi boşattılar. Sadece semtler değil mesela Cengiz Sütlüoğlu arkadaşımla beraber Aksaray’daki UFİ mağazasını gezerken yine canımızı mağazanın güvenlik müdürünün silahını alarak kurtarabilmiştik. Kısacası o günlerde ölüm korkusu olmadan sokakta bile yürüyemiyorduk.

Vapuru niye kaçırdık?
Eğtim Enstitüsü günlerimiz adeta avantür sinema gösterileri  gibiydi... Bir gün gurup halinde Kadıköy vapurundan inerken bizim üç mislimiz sol gurup tarafından taşlı-sopalı saldırıya uğradık ve denize dökülüyorduk ki yüzünü görmediğim bizden biri şarjörü guruba boşalttı ancak bu bile saldırıyı engelleyemeyince çaresiz gemiye dönüp canımızı kurtarmak için tehditle Şehir Hatları vapurunu Üsküdar’a kaldırttık ki ertesi gün bütün gazeteler “Ülkücüler vapur kaçırdı” manşeti ile çıktı... O olaydan sonra bizim gurup Kadıköy’e hiç ayak basamadı ve Üsküdar üzerinden minibüslerle
okula gitmeye başladık ama o minibüsler de üç kere tarandı ve o kurşunlardan biri yanımda oturan sevgili Ahmet ’in şehadetine
sebep oldu.

Ecevit bizi kapıya koydu!
Atatürk Eğitim Enstitüsü öğrenciliği günlerim devam ederken tekrar üniversite sınavına girdim ve olaylara devam derken iktidara gelen Ecevit hükümeti ilk iş olarak elebaşı gördüğü bizim gibileri kapıya koydu yani okuldan bir kere daha kovuldum.
Şansımıza aynı yıl Siyasalı  kazandık ama orada da benzer şeyleri yaşadık. Biz ülkücüler 16 kişi, sol ise bizim 5 katımızdı.  Her gün kavga olay, derken 12 Eylül ihtilali oldu ve derin bir oh çektik, zira emin olun ülkücülerin üstünden silindir gibi geçen o rezil darbeyle aslında hayatımız kurtulmuştu.
Bu arada bütün bu süreçlerde İstanbul’da ülkücü öğrenci az olduğu için biz yurtlarda kalanlar İTÜ’nün işgal edilmesinden, İstanbul’un muhtelif semtlerinde öldürülen ülkücülerin cenazesinin kaldırılmasına ve yürüyüşler düzenlenmesine  kadar pek ama pek çok şeye koşturduk. Rahmetli Mehmet Gül’le ve sevgili Celal Adan’la hukukumuz o günlere dayanırdı.. Keza bana göre gerçek bir ülkü devi olan Mustafa Verkaya ile beraber belli bir mücadele dönemimiz oldu.

Bize faşo diyen bugünün dincileri?
Siyasal’daki öğrencilik  günlerimde bugün dincilerin gözdesi ve Yenişafak yazarı olan Ali Bayramoğlu, hafta sonları Bağdat Caddesinde süs köpeği gezdirir ve yanında 50 kişi olduğu zaman uzaktan bize “faşolar” diye laf atan yeni yetme bir asistandı.. Keza bugün onlarca trilyon serveti olduğu söylenen ANAP’lı eski bakan Yüksel Yalova da bize omuz atan devrimci asistan kardeşlerimizden biriydi. Aynı şekilde Aydın Ayaydın da istitastik asistanımızdı ama onun siyasi bir kimliği yoktu!
Yerim kalmadığı için daha fazla ayrıntı veremeyeceğim o günler bağlamında benim  tutumumun izahı ne miydi?
O gün sorsanız komünistleri kahretmekti ama yaşımın 50’ye geldiği bugün sorsanız emin olun izahta zorlanıyorum. Evet bugün geriye baktığımda o gün onları niye yaptım izahı kolay değil... Tamam o gün kendimizi kandıracak şeylerimiz vardı ama komünizm hikayesi ve ona karşı sivil güç olmak, bugün bana komik olmaktan çok dramatik geliyor.

Yeni aktivist tipi şöyle olmalı?
12 Eylül öncesinde emperyalizmin yeşil kuşak teorisi bağlamında gençliği cephelere ayırıp kan davalısı haline getirdiğini anlamam için maalesef hayli zamanın geçmesi gerekiyordu.
Evet biz 78’liler aslında sağından soluna sorgulama bile yapmayan ve körü körüne kan davası peşinde koşan yitik bir kuşağız... Tek avantajımız erken yaşta ülke sorunları ile haşır-neşir olarak çabuk büyümemiz ve belli bakışlar kazanmamız oldu... Çok çok özet olarak aktardığım öğrencilik günlerimden sonra bugünün öğrencilerine tavsiyem şudur: Aman çocuklar bizim kuşak bu öğrenci olaylarından ötürü çok bedel ödedi, benim bir çok arkadaşım ne olduğunu bugün bile izahta zorlandığım bir kavgada can verdi.. Dolayısı ile ne olur sorgulama yapmaksızın sürü psikolojisi ile hareket etmeyin... Tamam bugünkü faşist iktidara tavır alın ama bunun yolu emperyalizmin projelerine dolgu malzemesi olmak ve AKP’ye istismar imkanlarını verecek sokak çatışmaları yapmak değil, demokratik muhalefettir.. Kuşkusuz bir ülkede aslında az da olsa aktivist gerekiyor ve bugünkü AKP ceberutluğunun sebebi biraz da bu ülkenin yeterince aktivistinin olmamasıdır. Ancak kastettiğim aktivist kavramı adam öldürmek ve kan dökmek değil, yasalar çerçevesinde kesintisiz  muhalefet etmektir...

Yazarın Diğer Yazıları