Bir ülkede insanlar, geceleri yastığa başını koyarken "acaba sabaha çıkabilecek miyim?" diye düşünüyorsa, o ülke, felaketin değil, ihanetin ortasında yaşıyordur.

***

Balıkesir'in Sındırgı ilçesinde meydana gelen 6.1'lik deprem, sadece yerin altını değil, milletin sabrını da yerinden söktü. Deprem öyle bir sarsıntıydı ki İzmir'de, İstanbul'da, Ankara'da hissedildi.

Ama en derinden hissedilen, yine çaresizlikti.

Çünkü artık hepimiz biliyoruz ki, bu topraklarda küçük sayılabilecek bir deprem bile mezarlıklar büyütebiliyor.

Rusya’da 8.8'lik, Japonya'da 8.0'lık depremler sıfır can kaybıyla atlatılırken, biz hala 6.1'de yas tutuyoruz.

Nedeni mi?

Bizde evler, Çin malı kalitesini bile aratacak kadar ucuz inşa ediliyor. Beton dediğin çamur gibi, demir dediğin ince tel gibi…

Zemin etüdü kağıt üzerinde yapılıyor, işçilik ise hızlı teslim ve maksimum kar için rezil hale getiriliyor.

***

Ve işin en acı yanı, bu felaketlerin asıl mimarları olan "hırsız müteahhitler"in hikayesi, birebir Al Capone'un o meşhur bisiklet hikayesine benziyor. Capone, çocukken Tanrı'dan bisiklet istemiş. Olmayınca da gidip çalmış ve sonra affedilmek için dualar etmeye başlamış.

Bizim müteahhitler de ülkenin temeline konacak taşları çala çala imparatorluk kurdu.

Affedilmeyi mi bekliyorlar?

Sanmam.

Onlar için tövbe, bir sonraki ihalenin adı.

Bu düzen inşaat sektörünü içinden çıkılmaz bir bataklığa çevirdi. Yolsuzluk, kayırma, denetimsizlik… Ve ortaya çıkan şey, aslında ev değil, betondan tabutlar.

Şimdi kim diyebilir ki; bu ülkeye en büyük zararı verenler, malzemeden çalan eller değil?

***

Bir yanda deprem uzmanlarının bitmek bilmeyen atışmaları…

"Fay hattı burada" diyen bir profesöre, "Yok efendim hayır, orada değil burada" diye çıkışan bir diğeri...

Sosyal medyaya taşan laf sokmalar, canlı yayında patlayan restleşmeler…

Bilimsel tartışma değil, izlenme rekoru kıran bir reality şov izliyoruz sanki.

Halk, en çok güvendiği "deprem hocası"nı seçip diğerini linç ediyor.

Ve medya… Reyting uğruna, deprem sonrası ekranlara yığılan "acil" ve "son dakika" yayınlar…

Siren sesleri, kırmızı alarm grafikleri, enkaz görüntüleri…

Gündüz programlarındaki cinnet kuşağı hikayelerini aratmayacak kadar ajitasyon...

Deprem korkusunu bilgilendirmek için değil, izlenme oranlarını şişirmek için pompalıyorlar.

Halk ise yapayalnız. Kime güveneceğini bilmeyen, korkuyla yaşamayı öğrenmek zorunda bırakılmış bir toplum…

Kentsel dönüşüm lafta var, pratikte ise yapılması dahi yıllar sürecek. O zamana kadar başka Balıkesirler, başka Kahramanmaraşlar olması ihtimali ise endişe verici.

Ve biz olası bir deprem sonrası, yine televizyon karşısında titreyerek izlemekten başka bir şey yapamayacağız.

Türkiye’nin deprem karnesi her felakette yeniden kırıklarla doluyor. Ama bu sınavda başarısız olan sadece binalar değil; sistemi kuran, denetlemeyen, malzemeden çalan, korkuyu pazarlayan, gerçeği unutturan herkes.

Sonumuz hayır olsun. Ama böyle giderse, sonumuzun hayırla gelmeyeceğini de hepimiz çok iyi biliyoruz.