Satranç oynamayı öğrenmek, aslında hayatın acımasız kurallarını anlamaktan çok da farklı değildir. Tek fark, satrançta en azından rakibin görünür; hayatta ise bazen rakibin enflasyon olur, kur olur, kira olur, ayın 12’sinde kesilen internet faturası olur ama hepsinin hamlesini önceden tahmin etmek mümkün değildir.
Yine de gel, satranç nasıl oynanır bir bakalım. Belki kuralları okudukça hayatımıza gizlenmiş ironiyi daha net görürüz.
1. Taşların değerleri vardır. Tıpkı hayat gibi ama biraz daha dürüstçe.
Satranç tahtasında piyonun değeri 1’dir. Attır, fildir, kaledir, vezirdir… Hepsinin matematiksel bir eder karşılığı bulunur.
Hayatta ise bunun tam tersi geçerlidir: Birinin diploması 10 ediyordur ama işe alınırken 1 sayılır; bir başkası 1’lik yetenekle 9’luk maaş alır. Satrançta bu olmaz. Taşların değeri taş gibidir, sabit kurdadır, Merkez Bankası açıklamasıyla değişmez.
Ama hepimiz biliriz ki hayatın piyonları (bizler) en fazla ilerlemek ister. Fakat bazı satranç tahtalarında piyonun vezir olma şansı vardır, bizde ise genelde piyon tam çapraza ilerleyecekken “Zam gelmiş efendim” denip oyun kısa kesilir.
2. Her taşın hareketi bellidir. Kimse kimsenin yerine oynamaz.
Attan çapraz hamle bekleyemezsin, vezir dikine gidemezsin; kim neyse onu oynar.
Keşke hayat da böyle olsa…
Düşünsene, kira en fazla bir kare ileri gidebilse.
Ya da market fiyatları vezir gibi sınırsız özgürlüğe sahip olmasa…
O zaman gerçekten oyun oynamak zevk olurdu.
Ama satranç en azından bu konuda insaflıdır. Her taş ne yapacağını bilir.
Bizde ise bazen elektrik faturası vezir, su faturası kale, doğalgaz faturası fil hızında ileri geri gider. Kimin ne zaman hangi hamleyi yapacağını bilemezsin. Hayatın “açılışı” bile böyle belirsizken kim stabil kalabilir?
3. Açılış önemlidir ama kötü açılışı telafi etmenin yolları vardır.
Satranç, açılışlarla başlar.
İtalyan açılışı, Sicilya savunması, Fransız savunması…
Hayattaki açılışımız ise genelde böyledir:
“Maaş yattı.”
Ve hemen ardından şu savunma gelir:
“Kira ödenmeli.”
Şimdi tahta ikiye ayrılmıştır:
Bankaya çalışanlar ve markete çalışanlar.
Ama satrançta bir yanlış açılış bile oyunu tamamen çökertmez. Yeter ki doğru strateji ile devam edilsin.
Bizde ise bazen öyle olur ki daha ayın ilk haftasında yanlış hamle yapılır; market arabasına gereksiz bir peynir girer mesela. Sosyalleşmeye hakkın varmış gibi canın gezmek isteyebilir... Hemen ardından oyunun orta safhasında eli kolu bağlanmış şekilde kalırsın.
4. Rakibin hamlesini önceden tahmin edebiliyorsan kazanırsın.
Satranç oyuncuları karşısındakinin planını okumayı bilir.
Hayatta ise karşında görünmez bir rakip vardır: Ekonomik şartlar.
En büyük rakip, en sessiz oynayan rakiptir.
Hiç ses çıkarmaz, bir bakmışsın kiralar beş kare ileri sıçramış.
Bir bakmışsın pazar filesi bir hamlede mat etmiş.
“Rakibin hamlesini tahmin et” derler…
E güzel de, nasıl edelim?
Etikete bakıyorsun 40, kasada 52; buna Kasparov bile öngörü yapamaz.
5. Sabır oyunun en kritik kuralıdır.
Satrançta acele eden kaybeder.
Hayatta sabreden… Eh, onun kaybı biraz daha geç açıklanır.
Ama yine de satranç bize düşünmeyi öğretir.
Her hamlenin bir bedeli olduğunu…
Her ilerleyişin bir risk taşıdığını…
Ve bazen geri çekilmenin en stratejik karar olduğunu…
Tıpkı ay sonunda market arabasından iki ürünü geri koymak gibi: Ekonomik roktur.
***
Bu bölümde satrancın nasıl oynandığını başka bir bakış açısıyla anlattım ama aslında anlattığım hayatın kurallarıydı.
Çünkü satranç, hayatın makul versiyonu, hayat ise satrancın elektrikli sandalye modudur.
Sıradaki bölüm: “Mat Etme Sanatı”
Bakalım, hem tahtada hem hayatta kim kimi mat ediyor!..
1 numaralı strateji oyunu | Bölüm 1: “Satranç nedir?”Gündem
1 numaralı strateji oyunu | Bölüm 2: “Satranç nasıl oynanır?”Gündem
1 numaralı strateji oyunu | Bölüm 3: “Mat etme sanatı”Gündem