‘Devletin malı deniz, yemeyen domuz.’ Ne çirkin bir söz!..

‘Devletin malı deniz, yemeyen domuz’muş meğer!..

*

Diyen kim?

Herhangi birimiz.

Dünlerde söylenip günümüze kadar gelen bir söz.

*

Ancak benim çocukluğumda, 60’lı… 70’li… yıllarda böyle bir söz yoktu.

Söylendiğini hatırlamıyorum.

*

Mesela, 80’li yılların ikinci yarısından sonra, “Benim memurum işini bilir” gibisinden ilginç sözler duymaya başladık…

Karşı çıkan olmadı mı?

Olmaz olur mu?

Karşı çıkan çıktı, işini bilen de bilmeye devam etti.

Bugün bile o gelenek bozulmadı.

Olan devletin deniz olan malına oldu!

*

Hani “Belki de yenmemiştir, ben yanlış biliyorumdur.” ya;

“Vatandaşın çok büyük bir kısmı niye kan ağlıyor o zaman?

O zaman, yıllardır vergi adaletsizliği niye var?

Çalışanlar geçinemezken, emekli niye perperişan?

Gençler niye iş bulamıyor?

Niye yurt dışına gitmek, -fırsat bulabilseler- memleketten kaçmak istiyorlar.” diyesim geliyor.

*

Demek ki neymiş?

Deniz bilinen devlet malı tüketilince, el kapılarına gitmek zorunda kalınıyormuş.

Eyvah ki eyvah!..

*

Pekâlâ, devletin onca malı har vurup harman savrulmadıysa…

Üstelik dört tarafımız deniz iken…

Memleketimin dört mevsimi var iken…

Toprağımız bereketli, insanımız çalışkan iken…

Üniversitelerimiz bolca kurulur iken…

İnsanımız güçlü, akıllı ve zeki…

İnançlı, millî duygulara sahip…

Ve mademki hak, hukuk bilir iken ne oldu da devletin parası, malı uçup gitti?

Bunda bir terslik yok mu?

*

Oysa; ‘Malı deniz, yemeyenin domuz olduğu söylenen o devlet’ beni eski püskü tahta sıralarında okuttu.

Evet, o günler öyleydi!..

Öyle idi de bir o kadar da güneş gibi aydınlık öğretmenleriyle bana önce ahlâklı olmayı…

Namuslu olmayı…

Büyüğüne saygı duyup, küçüğüne sevgi beslemeyi…

Ve bir de devletin en küçük malına dahi halel getirilmeyeceğini…

Kullandığımız -eski püskü de o olsa- o devlet malının, yalnızca bize ait olmadığını…

Bizden öncekilerin yararlandığı gibi, bizim ve bizden sonrakilerin de yararlanabileceğini öğretmişlerdi, hem de kaldırılan o ‘ANDIMIZ’ okutulurken.

*

Evet, o devlet bizi o eskimiş doğru dürüst yazı dahi yazamadığımız sıralarda okuttu. Ancak aydınlık beyinleriyle, öğrencisini denizin mavisi gibi rahatlatan, her biri birer kalp hırsızı olan o muhteşem öğretmenler bizleri yetiştirdiler.

Onların her biri, bizim gönlümüzü çalarak bizi kendilerine bağımlı yaptılar.

“Belki de o zamanlar ne malı denizdi devletin ne de yiyeni vardı.” diyemeyeceğim, çünkü o zaman da devletin denizi vardı ve o zaman her birimiz, o denize sahip çıkmak için ‘ant’ içmiştik.

*

Ya bugün!..

Yazarın Diğer Yazıları