‘Fânusla Okyânus’ niçin okunmalı?

M. Kayahan Özgül’ün okunması gereken son kitabı önümde... “Fânusla Okyânus”... Her şey bir tarafa Dr. Kayahan Özgül Türkçemiz için okunmalı. Sağlam cümlenin yolu “Türkçe”yi bilenleri okumaktan geçer.

Türkçemizden yüreğimiz yangılı. Dilimiz bitiriliyor. Öyle bir hâle getirecekler ki, artık ne edebiyat ne ilim dili olacak Türkçe. Kelimeler gide gide silikleşecek, hanelerde kalacak. Onlar da birilerinin uydurması olacak. Refik Halit Karayları, Yakup Kadrileri, Falih Rıfkı Atayları, Peyami Safaları, Ahmet Hamdi Tanpınarları, Orhan Şaik Gökyayları, Nihal Atsızları, Arif Nihat Asyaları bile okuyamayacağız.

Birilerinin tapınak sütunu Nâzım Hikmet Ran’ı bile okurken dilimiz kekremseyecek. Çünkü Nâzım Hikmet, Dili bozanlara karşıydı. Türkçeyi kendi seyrine bırakıyordu. Açın Vâlâ Nureddin (Vâ Nû)’nun “Bu Dünyadan Nâzım Geçti” kitabını N. Hikmet Ran’ın dilimize dair sözlerini okuyun.

Fikrin asıl kaynağı dildir. Dilimiz çökerse fikrimiz çöker.

Çöken dilimizle Latin Amerika’nın, Afrika’nın derinliklerinde, dünyadan habersiz kabilelere döneriz. İster istemez dünyayla temasımızdan dolayı onlardan ancak bir gömlek önde oluruz.

Dün Prof. Dr. Erol Güngör’ün dilimize dair fikirleri verdim. Bugün M. Kayahan Özgül’ün “Fânusla Okyânus”u edebiyatımızı masaya yatırıyor. (Çolpan Yayınları, 316 s.)

***

“Fânusla Okyânus”un içindekilerime göz atalım:

Neyi, Nasıl Arıyoruz? / Yine, Yeniden... / Türk Edebiyatı Kimin? / Edebiyatın Sınırları / Edebiyat Tarihine Manifestik Bir Bakış / Harp Edebiyatına Harbî Bir Bakış / Kemâlü'ş-Şuarâ Yahut Öter İse İyi Düdük... / Tanpınar'ın Edebiyat Tarihiyle İmtihanı / Çanak Çömlek Patladı! / Cumhuriyet Sonrası Türk Edebiyatında Akımlar Ve Takımlar / Başvuru Kitabınız Başınıza Vurursa...

M. Kayahan Özgül, “Sözbaşı”nda Henüz bir edebiyat tarihimiz olmayışını ve kimi baştan savma kotarılmış, kimi öğrenciler için kaleme alınmış, kiminin yazılış sebebi mechûl onlarca kitabı edebiyat tarihi zannıyle ve ciddiyetle kullanışımızı yıllardır eleştirdim.” diyor ve devam ediyor:

“Kimse kırılıp gücenmesin, ama eldeki yarım yamalak bilgilerle edebiyat tarihi yazılabileceğini zannedenlerin, henüz okya­nusun tamamını içermeyen bir fânusla oynamaya kalkıştıklarını düşünüyorum. Allah'tan ki, edebiyatın fânusu kalın da böyle acul tecrübelerde kırılıvermiyor. Lâkin, büyük kısmı ders kitabı gibi okutulan bu acemice denemelerin zararını, edebiyatımızı bundan ibaret zanneden öğrenciler ve meraklılar görüyor; kırılan, onların edebiyatın geçmişine duydukları muhabbet oluyor.

Bu mütevazı kitapta toplanan yazılar, bardakta değilse de fânusta küçük bir fırtına koparır ümidiyle yazılmıştı. Rabelais'in Gargantuasını okurken, IX. bölümden öğrenmiştim; Avrupa zâde­gânı, aile armasına bir küre (sphère) ekleyerek, ümit etmeyi {espérer) anlatmak istermiş. Ben de fânustan ve onun sağlıklı verilerle doldurulabileceğinden ümitliyim. Dönüp dönüp bina okuyor olsa da elinizdeki kitapta yer bulan yazıların varlık sebebi sadece budur. Ümit fakirin ekmeği...”

***

M. Kayahan Özgül “Türk Edebiyatı Kimin?” başlığı altında önemli bir noktaya işaret ediyor:

Bu bahiste ilk söylenmesi gereken, Türk edebiyatının zaten Türkçe edebiyat olduğudur; fakat, Türkçe olmak bizim edebiyatımızın gereğidir ve bunun anadiliyle yazmayan Türk vatandaşlarını ifade için kullanılması en hafif kelimeyle saçmalıktır. Bir sanatın malzemesini onun yanında kullanarak, buradan anlamlı bir ayrım yaratmaya çalışmanın başkaca bir değerlendirmesi olamaz. Tıbkı “boyalı resim” yahut “notalı beste” der gibi, “Türkçe edebiyat” ifadesi de absürddür ve yegâne cevabı “Türkçe olmayıp da ya ne olacaktı?”dan ibarettir. “Türk edebiya­tı” başlığını ırkçı bulduğunu söyleyenlere mukabil cevap, Türkçe bilmedikleri olacak. En basit seviyede bir gramer bilgisine sahip olanlar dahi bilir ki, sıfat ile isim aynı yerden türese de aralarındaki anlam farkı büyüktür ve bu kadarcık bir dil bilgisinden mahrum olanların, boylarını aşan meseleler için çene yarıştırmalarına kulak asmamak gerekir. “Kan kırmızısı” ile “kan kırmızı” arasındaki devâsâ semantik farkı çözemeyen, böyle ciddî bir meselede ağzı­nı açmamalı. Aynı şekilde, “Türk edebiyatı” ifadesinde yer alırken “Türk” bir isimdir ve iddia sahiplerinin haklı çıkabilmesi için, sıfat olarak kullanılması gerekmektedir. Bir başka örnek üzerinde tekrar göstereyim: “Bir Türk askeri” ve “Türk bir asker” tamlamalarının ilkinde vatandaşlık bağı ile Türk olan, ama aslında Çerkeş, Ermeni veya Kürt de olabilecek bir askerden bahsedilirken, ikincisinden askerin Türk asıllı olduğu sonucu çıkar. Demek ki, “Türk edebiyatı” adlandırmasını çarpıtmak için özel bir çaba harcamadıkça, sadece nesebi Türk olanların edebiyatını karşıladığı şeklinde değerlendirilip eleştirilmesi için bir sebep yoktur.” (s. 47)

***

M. Kayahan Özgül “Fânusla Okyânus”ta gönlümüzü açtığı gibi gözümüzü de açıyor.

Okumak lâzım.

Yazarın Diğer Yazıları