Geleneksel kültürümüzde çay

Geleneksel kültürümüzde çay

-Yap bir çay, demli olsun-

Çay, Camellia sinensis olarak bilinen bir bitkinin yapraklarından elde edilen ve dünyada sudan sonra 2. sırada yer alan en yaygın bir içecektir. Üç farklı şekilde elde edilen çay; yeşil çay, siyah çay ve oolong çay olarak bilinmektedir. Her zaman içtiğimiz çayın antioksidan ve antikanserojenik  özelliklere sahip olduğu ve bu özellikleri nedeniyle tedavi edici potansiyeli son yıllarda önem kazanmıştır.

Türk insanı tarafından çay yetiştirilmesi, hazırlanması, servis edilmesi ve içilmesi ile ilgili bilgi, beceri, gelenek ve görenekler Anadolu çay kültürünü oluşturur.

Ağır ağır yudumlanan çay içme ritüeli, bir dostla yapılan sohbet ile taçlandırılır. Bu yönüyle bakıldığında çay içme kültürü ve çay içilen mekânlar, kişiler arası iletişime zemin hazırlaması açısından değerlidir.

Kültürel ve ekonomik hayattaki önemi nedeniyle Doğu Karadeniz halkı tarafından "yeşil altın" olarak adlandırılan çay, ilkin Çin''de içilmiştir.

Çin''de  İ.Ö. 2737''de İmparator Shen Nung bahçesinde su ısıtırken rüzgârla savrulan bir çay yaprağı kazayla sıcak suyun içine düşmüş, sudan güzel kokular çıkmaya başladığını hisseden imparator yaprağın düşmesiyle rengi de koyulaşan sıcak suyu tatmış ve çok beğenmiştir. Etrafındakilerin de sıcak suya çay yaprağı katıp içmesiyle çay içme geleneği oluşmuştur. Çayı Çin''den alan ve çay içmeyi ritüelleştiren Japonların geleneğinde ise çay, 519 yılında Keşiş Darma ile başlamıştır.

Çinlilerden öğrendikleri çay kültürünü gittikleri her bölgeye taşıyan Uygur Türklerinin Anadolu''ya gelmeden önce de çayı bildikleri, hatta çay ile  ilgili oluşturulan kültürün İranlılar ve Ruslardan daha eski olduğu yönünde bilgiler mevcuttur. Bazı kayıtlara ve halk anlatılarına göre Türklerin Orta Asya''da çayı tanıması Miladi 1150 yıllarında Ahmed Yesevî iledir. Yesevî, bir gün Hitay sınırında çiftçilik yapan bir aileye misafir olur. Hane halkı yorgun olan Yesevî''ye çay yaprağı kaynatıp ikram eder. Yesevî çayı sıcak sıcak içince terler ve yorgunluğu gider. Yesevî "Bu şifalı bir şeymiş, hastalarınıza bundan içirin ki şifa bulsunlar" diye dua eder ve Orta Asya''daki Türkler tarafından çay yaprağını şifa niyetine kaynatıp içmek adet haline gelir.

12. yüzyılda Türklerde Doğu ile Batı arasındaki çay ticareti İpek Yolu üzerinden gerçekleştirilmiştir. Kervanların  geçtiği yollarda dinlenmek için verdikleri molalarda çay pişirdikleri ve diğerlerine de ikram ettikleri yönünde bilgiler mevcuttur. Mola yerleri arasında Buhara, Pekin ve  Semerkand''da kurulan çayhaneler dikkat çekicidir.

15. yüzyılda çay, diğer Türk Devletleri arasında başta Moğollar olmak üzere Tatarlar, Kalmuklar ve Buryatlar tarafından da tüketilen başlıca içecek olarak bilinmektedir.

Evliya Çelebi''nin Seyahatname''sinde, Asya''nın orta ve batı bölgelerinde yaşayan Türklerin çay içme alışkanlıklarından söz edilmektedir. Ayrıca Türklerin bu kültürü Tatarlardan öğrenmiş olabilecekleri anlatılmaktadır.

Çay, Venedik''e 1559''da, İngiltere''ye 1598''de, Portekiz''e 1600 yılında gelmiş, Hollandalılar da çayı 1610 yılında tanımışlardır.

Londra''da 1658''de "Bütün hekimlerce onaylanan Çin içeceği" biçiminde gazeteye verilen bir ilanla duyurulan çay yaygınlık kazanmıştır. Osmanlı ülkesi de çayı 1600''lerde tanımış olduğu ancak 18. yüzyılda İstanbul''a göç eden Kırım ve Buharalıların Osmanlıda çay kültürünün yaygınlaşmasına katkı sağladığı ve hatta İstanbul''daki ilk çay ticaretinin söz konusu topluluklarca yapıldığı bazı kayıtlarda yer almaktadır.

Çay tarımının bugün en çok çay üreten Hindistan ve Seylan''da gelişmesi 19. Yüzyılda İngilizlerin girişimiyle olmuş, çay tarımı Cava''da 1827, Afrika''da 1846, Rusya''da 1847, Seylan''da 1877''de başlamıştır. Çayı ilk kez 1889 yılında paket halinde satan ise Sir Thomas Lipton''dur.

Rus icadı olup kendi kendine kaynayan anlamına gelen ''semafor'' sözünün Türkçeleştirilerek ''semaver'' biçiminde dilimize giren çay yapma aletiyle Rusça ''general çayı'' denen açık çay ''paşa çayı'' adı ile ve şekeri ağızda tutup çay içme biçimi olan ''kıtlama'' da bize geçen çayla ilgili ögelerden olup çay kültürümüzü oluşturan unsurlardandır.

Birinci Dünya Savaşı sonunda oluşan çay kıtlığı sırasında Bursa köylülerinin 1892''de ayı üzümü yapraklarını çay yerine kullanmaları üzerine Halkalı Ziraat Mektebi müdürü Ali Rıza Ertem''in Rize ve çevresinde çay bitkisi yetiştirilebileceğine dair yazısı yayımlanmış ve 1923''te Batum''dan tohum getirilerek çay üretimi yapılmış 1924''te çay, mandalina, portakal yetiştirilmesini teşvik etmek amacıyla 407 sayılı Kanun çıkarılmıştır. 1938''de Zihni Derin''in Rize''de görevlendirilmesinden sonra bütün teknik donanımların tamamlanmasıyla bilinçli olarak devlet destekli çay üretimi başlamıştır. 1940 yılında çay tarımı ve üretimini desteklemek için "Çay Kanunu" çıkarılmış, 1942 yılında 4223 sayılı Kanun''la çay üretimi, işlenmesi ve  pazarlanması devlet tekeline alınmış ve ilk çay fabrikası 1947 yılında Rize''de kurulmuştur. Gürcistan sınırından başlayıp Trabzon''un Araklı Karadere sınırına kadar olan Karadeniz kıyı şeridi ve 30 km. içerilere kadar giren, yaklaşık 1000 metre yüksekliğe kadar uzanan yamaçlar, çay yetiştiriciliği için en elverişli bölgelerdir. Bir sanayi bitkisi olan yaş çay üretim yoğunluğu sırasıyla Rize, Trabzon, Artvin, Giresun ve Ordu''da yapılmaktadır

Türklerin yaşamına geç girmesine karşın çay, bugün oluşturduğu kültürü ile birlikte sosyal yaşamda yeri doldurulamayacak bir değer  hâline  gelmiştir. Aynı zamanda dostluk ve misafirperverliğin de bir göstergesi olarak kullanılmaktadır.

 Çay kesilmesine yarayan makaslar, sepetler, kutular, demlikler, semaverler, çay kazanları, bardaklar, süzgeçler, kaşıklar, tepsiler vb. hepsi çay kültürünün etrafında oluşan etnografik unsurlardır. Bunlarla halk yaşamında çay kültürü oluşmuş, demlik ve çaydanlık kullanımı en özgün biçimine kavuşmuştur. Türkler, dünden bugüne gün boyunca içilen çaya yeni kültürel değerler kazandırmıştır.

Çay, halk yaşamıyla o denli içli dışlı olmuştur ki, kadınlar arasında şaka yollu çay  kaşığına  görümce lakabını takıp  arada  bir  gelir  karıştırır  ve   gider diyenler, çay tabağını kayınpedere benzetip çayın demine suyuna hiç karışmaz, bir köşede  sessiz sedasız   oturur.  sadece dökülenleri  toplar ve  çevreye zarar vermesini engeller diye nitelendirip çay  süzgecini aileyi dış etkenlerden koruyan unsur,  suyu ısıtan ateşi  ise hoşgörü olarak görüp ağız  tadıyla içilen bir bardak çayı ailenin önemli bir ritüeli olarak kişileştirmişlerdir. Çayın çokca  tüketildiği mekânlar olan çay ocakları, kahvehaneler tanışma, buluşma, kaynaşma, iletişime girme ve bu iletişimi sürdürme mekânları olarak önemli işlevler üstlenmişlerdir. Kişiler arası iletişimin oluşabilmesi için en az iki kişinin bir araya gelmesi ve karşılıklı olarak sohbet etmesi durumu söz konudur. Bu mekanlar kişilerin buluşma noktaları olmanın yanı sıra kişiler arasında iletişim ortamının yaratılmasına da katkı sağlamaktadırlar. Yap bir çay demli olsun.

Yazarın Diğer Yazıları