Türkiye ekonomisinin rakamları aslında yüksek sesle konuşuyor ama kimse kulak kabartmak istemiyor. Bir yanda özel sektörün döviz borçları hızla artıyor, diğer yanda tarımı desteklemek için kurulan market zinciri milyarlarca lira zarar açıklıyor. Her iki örnek de aslında bize aynı şeyi söylüyor: Ekonomide temel sorunlar halının altına süpürüldükçe, odada kocaman bir fil dolaşmaya devam ediyor.

Döviz Açığında 2018’e Dönüş

Haziran ayında finans dışı kesimin net döviz pozisyon açığı 8,4 milyar dolar daha büyüyerek 185,8 milyar dolara çıktı. Mart 2024’ten bu yana artış 114,6 milyar dolar. Bu tablo en son 2018 Eylül’de görülmüştü. Hatırlayalım, o dönem rahip Brunson krizi patlak vermiş, döviz kuru fırlamış, ülke bir anda ekonomik fırtınaya sürüklenmişti.

Bugün benzer bir rakamla yeniden karşı karşıyayız. Bu, şirketlerin döviz borçlarının çok yüksek, rezervlerin ise kırılgan olduğunu gösteriyor. Yani ekonominin en kritik damarlarından biri olan finans dışı kesim, küresel dalgalanmalara karşı savunmasız. Küçük bir dış şok bile koca sistemi sarsabilecek güçte.

Herkes biliyor ama kimse dillendirmek istemiyor: Şirketlerin döviz açığı, Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı olmaya devam ediyor.

Tarım Kredi Marketleri: Destek mi, Zarar Çukuru mu?

Bir diğer çarpıcı tablo ise Tarım Kredi Marketleri’nde yaşanıyor. Çiftçiyi korumak, vatandaşa uygun fiyatla gıda sunmak için kurulan bu marketler son 1,5 yılda tam 5 milyar TL zarar etti.

  • 2024 yılında zarar: 2,254 milyar TL
  • 2025’in ilk 6 ayında zarar: 2,5 milyar TL

Düşünün; daha yılın yarısı dolmadan geçen seneki zararı geçmişler. Bu hızla giderse, 2025 sonunda toplam zarar birkaç büyük özel zincir marketin yıllık kârından daha büyük olacak.

Üstelik şimdi “sabit fiyatlı reyon” açmayı planlıyorlar. Yani bazı ürünlerde fiyatı sabitleyip vatandaşı korumak istiyorlar. Ama sorulması gereken soru şu: Ne satacaklar? Kanada’dan ithal edilen mercimek mi, yoksa İngiliz bankalarından alınan borç parayla finanse edilen ithal ürünler mi?

Bu tablo, tarımı ayağa kaldırması gereken bir kurumun, plansız politikalar nedeniyle nasıl bir kara deliğe dönüştüğünü gösteriyor. Oysa yıllardır konuşulan ama çıkarılmayan Hal Yasası yürürlüğe girseydi, hem çiftçi hem tüketici korunur, devlet bu kadar zarar etmezdi.

Aslında döviz açığı ile Tarım Kredi zararları farklı alanlara ait gibi görünse de ortak bir noktada birleşiyorlar: Yapısal sorunları görmezden gelme eğilimi.

  • Döviz tarafında, şirketlerin kur riskini yönetmeleri için doğru politikalar geliştirilmiyor.
  • Tarımda ise üretim ve dağıtım zincirindeki temel aksaklıklar çözülmediği için devletin kurduğu market bile zarar ediyor.

Her iki tablo da günü kurtarmaya yönelik çözümlerle idare edildiği için daha büyük faturalara dönüşüyor.

Türkiye ekonomisinin bugün ihtiyacı olan şey, odadaki fili saklamak değil, kapıyı açıp dışarı çıkarmak. Yani gerçeklerle yüzleşmek.

  • Döviz açığını azaltmak için şirketlere riskten korunma araçları sunmak, ihracat gelirlerini artıracak politikaları devreye sokmak gerekiyor.
  • Tarımda ise ithalata bağımlılığı azaltacak, üreticiyi koruyacak ve tüketiciye ucuz ürün ulaştıracak kalıcı düzenlemeler şart.

Yoksa her ay milyarlarca dolar açığın, her yıl milyarlarca lira zararın konuşulduğu bir tabloya mahkûm kalırız.

Türkiye, çok kez krizlerle sınandı. 1994, 2001, 2018… Her seferinde dersler çıkarıldı ama tam anlamıyla kalıcı adımlar atılmadı. Bugün yeniden benzer bir döneme giriyoruz.

Eğer döviz açığı küçültülmez ve tarımda üretim güçlendirilmezse, sadece rakamlardan ibaret olmayan çok daha ağır sonuçlarla karşılaşabiliriz: İşsizlik, enflasyon ve daha da derinleşen gelir adaletsizliği.