Hangi dil bayramı! Hangi Türkçe?!

Dil bayramı! Dilimiz öyle köreltildi ki, hangi dilin bayramı diye sormak gerekiyor.

Üstelik iki dil bayramı kutlanıyor. Biri Karamanoğlu Mehmet Bey’in 748 yıl önce 13 Mayıs 1277 günü “Şimden gerü hiç kimesne kapuda ve dîvânda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayrı dil söylemeyeler.” buyurduğu iddia edilen gün, diğer bayram ise 1932’de düzenlenen Birinci Türk Dil Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül.

İki bayramı da kutlayacak hâlimiz yok... Çünkü “Türkçe” yok!

Türkçemize dair sık yazıyorum. Mektuplar da geliyor. Bir mektubu noktasına virgülüne dokunmadan veriyorum:

“Sayın Arslan Bey;

Yeniçağ’daki yazılarınızı yıllardan beri, ilgiyle ve beğenerek okuyorum. Sizi, okul arkadaş sohbetlerinden az da olsa tanıyorum.

65 yaşında, (sizin gibi) Dil Tarih (Sinoloji-1986) mezunu, ayrıca anne tarafından da hemşehrinizim. (Çekerek, Kadışehri) Ankara’da ikamet ediyorum.

25.04.2025 tarihli Yeniçağ Gazetesi’ndeki, “Türkçe Nasıl Kurtulur?” başlıklı yazınıza istinaden, bu satırları yazma gereği hissettim.

Hepsi sizlerin de yakınen bildiği şeyler. Amacım sizinle biraz “dertleşmek.”

Son 20-25 yılda hızlı bir şekilde günlük hayatımıza giren internet, Türkçe’mizi içinden çıkılması zor bir sürece sürükledi malumunuz.

Bir dile elbette yabancı dillerden kelimeler girebilir, bunun önüne geçmek dünyadan ayrışmak anlamına gelir. Ancak bu kelimeler mevcut dilin kurallarına uydurulmak zorundadır. Günümüzde ülkemizde üzüntüyle gözlemlediğimiz, yabancı kelimenin o dildeki yazılış ve söyleniş biçimiyle yazılması ve kullanılması dilimize yapılan en büyük ihanettir.

İşin en acı tarafı da, basın yayında kullanılan dil... Örneğin; lansman, medya, start almak, tonmayster, kampüs, check in, check out, final four, start almak, scout, Ankamall, eNTiVi, TiVi 8, BiBi,(C)Si, slim fit, dron, drift, double, auoto, wash, hair design, show room...v.b. bir çok kelime İngilizce okunuşuyla başta devletimizin resmi kanalı TRT başta olmak üzere ulusal kanallarda kullanılmakta, yazılı basında İngilizce yazılışıyla yazılmaktadır.

Bu durum, işyeri isim ve tabelalarında da ne yazık ki aynıdır.

İşyerimin bulunduğu Çankaya-Aşağı Öveçler Mahallesi 1314. cadde sonu, 1308. sokak ve yakınındaki işyeri isimleri aynen şöyle: (Hiçbir ekleme ve çıkartma yapılmadan.)

Beyaz Desing of furniture, VELUX, SKA STAYSAFE, solvay coffee, Helen d’souffle, MAFTECH Güvenlik, Adress Kuaför, DKM Home Design, AYTECH Güvenlik, Oranj Gayrimenkul, DURVET total worth it, Carpe Diem, Carnavvale patisserra, Vlan Technology...

Bence dehşet verici bir yozlaşma belirtisi.

Bu rahatsızlığımı CİMER’e bildirdim ancak, belediye kanalıyla bana gönderilen yanıt, kalıplaşmış, içi boş mevzuat ve topu başka kurumlara atmaktan ibaret.

Ayrıca, TDK’ya da iletilmek üzere, (TDK Başkanı’na yakın) bir arkadaşıma gönderdim bu yazıyı.

Takdir edersiniz ki benim gibi düşünen kişilerin bireysel olarak yapabilecekleri oldukça sınırlı.

Siz basın mensuplarının, ilgili Kurum ve kişiler üzerinde daha etkili olacağı gerçeğiyle, bu konuyu gündemden düşürmemenizi bir Türk ve Türkçe sevdalısı olarak istirham ediyorum.

En içten saygı ve selamlarımla, iyi çalışmalar diliyorum.”

Halit UYGUN

***

Halit Uygun Bey’in bahsettiği yazımın girişinde şunları yazıyorum:

“Dilimizin nasıl köreltildiğinin artık farkına bile varamıyoruz.

Dil mücadelesi yıllar yılıdır sürer. Bütün dertleri Arapçadan Farsçadan geldi; bu kelimeler atalım.

Her dilin ortak değerleri vardır. Arapçadan, Farsçadan, Latinceden, Ermeniceden, Rumcadan, İngilizceden, Fransızcadan gelmiş... Gelir.

Zaman ve şartlar dil üzerinde etkilidir.

Medeniyet bir alışveriştir ve dil de medeniyetin bir unsurudur.

Türkler Orta Asya’dayken en çok temasta olduğu Çinlilerden kelime almıştır.

Çay, inci, ipek, şemsiye, porselen, kâğıt... Bunları Türkçe asıllı mı sanıyorsunuz?

İslâma geçişten sonra da Farsçadan ve Arapçadan çok kelime dilimize girmiştir. Zaman içinde bu dillerden giren birçok kelime atılmıştır. Zaten bunun ölçüsünü Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Necip Âsım... Daha birçok isim ortaya koymuştur.

Medeniyet alışveriştir. Başka türlü gelişme mümkün değildir. Bunları defalarca yazdık.”

Aynı yazımızda Prof. Dr. Erol Güngör’ün şu sözlerini de veriyorum.

“Türk aydınları Türk dilini kurtarmak zorundadırlar. Dilin kur­tarılması milliyetçiliğin asgari şartıdır.”

Burada şu soru da karşımıza çıkıyor: Hangi milliyetçilik?

Alternatif dil bayramının kutlandığı bir ülkede nasıl uyuşulacak, nasıl bir arada fikir üretilecek? Sanmayın ki, çatışma Cumhuriyet döneminde ortaya çıktı... Cumhuriyetten önce aydınlarımız karşı karşıyaydılar. Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve çevresi orta yol ararken, dibine kadar Türkçe diyenler vardı. Ve yine dibine kadar Türkçe deyip de Türkçenin dibini delenlerin galip geldiği bir vaziyetteyiz.

Şu örneği vermiştim. Bir daha vereceğim. “Gökkonuksal Avrat -Türkçenin Türkçesi” kitabımızdan aktarıyorum:

“Prof. Dr. Özcan Başkan, Türk Dilini Tetkik Cemiyetinin (Şimdiki TDK) kuruluşunun bir yıldönümünde “Alternatif dil bayramı”nda bir konuşma yapmıştı. Ben de Beyoğlu’nda bir tiyatro salonunda düzenlenen toplantıya Prof. Dr. Özcan Başkan konuşurken girmiştim. Merhum hoca konuşmasının sonunda: “Neden Türkçüler, milliyetçiler dilin arılaştırılmasına sahip çıkmıyorlar, anlamıyorum.” mealinde sözler etmişti. En sahip çıkması gereken belki Atsız’dır. Atsız’ı okuyun, görüşlerini bir vesileyle vermiştim, kelime ırkçılığına şiddetle karşı idi. Sebeplerini de sıralamıştı.”

Son yazının devamında “Peşin hükmü ortadan kaldırmak, birbirimizi anlamak ve hep konuşmak, konuşmak, konuşmak...” diyorum.

Ama konuşamıyoruz. Fikirlerimiz ayrı, dünyalarımız ayrı.

Yazarın Diğer Yazıları