Telaşlı olduk. Sürekli bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz. Sabah kalktığımız andan itibaren zihnimizde sürekli bir “yetişme” hali var: İşe yetişmek, toplantıya yetişmek, spora yetişmek, arkadaşa yetişmek. Adımlarımız hızlı, tempomuz yoğun. Coşarcasına değil koşarcasına yaşıyoruz. Hayatı sindirmiyoruz.

İnsan beyni, dikkatini aynı anda birçok yere veremez. Psikoloji araştırmaları gösteriyor ki, bir hedefe odaklandığımızda çevresel farkındalığımız önemli ölçüde azalıyor. Bu duruma “tünel görüşü” deniyormuş. Koşarken —hem mecazi hem de gerçek anlamda— gözümüz sadece önümüzdeki yola kilitleniyor. “At gözlüğü takmış.” derler ya işte öyle oluyoruz. Alanımız daralıyor. Keşke çevremizi görebilmemize imkân veren bir hayat tarzı benimseyebilsek. Sağımızdaki ağacı, solumuzdaki evi, arkamızdaki geçmişi fark edebilsek. Hızımız azaldıkça algımız artar. Tabi istersek..

Tarih boyunca birçok düşünür bu duruma dikkat çekmiş. Antik Yunan filozoflarından Aristoteles, “Altın Orta” ilkesinden bahsetmiş. Her şeyde olduğu gibi yaşamda da denge kurmamız gereğini vurgulamış.

Tembellikte de acelecilikte de, önemli olan ölçüdür. Sade hayatlarda, doğayla iç içe yavaş bir yaşamın insan ruhunu nasıl beslediğini düşünün. Koşmayı bırakıp yürümek, zihni dinginleştirir. Beyin dinlenme moduna geçerken yeni fikirler için alan açar. Herkes bunu yaşantısına uyarlayabilecek konfor alanına sahip olmayabilir ama en azından deneyebilir.

Açan çiçeği, ekmek kırığı taşıyan karıncayı, susamış bir kediyi fark etmeyi başarabilmek niyet ister. Yalnızca varmak isterken; bunları göremeyiz.

Farkındalık yavaşlamayla gelir. Son yıllarda bilinçli farkındalık kavramı, psikoloji literatüründe ve kişisel gelişim alanlarında çokça yer buluyor. Bu yaklaşım, anın içinde kalmayı, etrafımızda ve içimizde olanları yargılamadan fark etmeyi gerektiriyor. Duyarlı yaşarken düşünceler daha berrak, kararlar daha bilinçlidir.

Bunları konuşmak kolay. Sizce ben yapabiliyor muyum? Hayır:( Çoğu zaman birsürü güzelliği kaçırıyorum. Hatırladıklarımın en korkuncu, gündelik aptal telaşlarla çocuklarımı sevmeyi, mıncıklamayı unutmam. Sorumluluk duygusu ‘an’larımı çaldı. Yaşayabilseydim bugün yanıma kâr kalacaktı. Şimdi itile kakıla milletin bebesinden makas almaya çalışıyorum. Kıymetini bilemediklerime ağzımın suyu akıyor.

Yavaşlamak zor. Cesaret istiyor. Herkesin koştuğu bir dünyada yürümeyi seçmek; etrafını görmek, insanları fark etmek, kendi iç sesini duymak, hatta bazen sadece bir nefesi hissedebilmek çok zor.

Ağırlaşalım, anlarımızın tadını çıkarmayı unutmayalım.