Kamu maliyesinde faiz sarmalı ve alarm zilleri

foto-onur-canakci.jpg

Türkiye’nin kamu maliyesi, 2024 itibarıyla son derece kritik bir eşiğe gelmiş durumda. Hazine’nin faiz ödemeleri, 2000 yılından bu yana ilk kez anapara ödemelerini geride bırakarak ekonomik yönetişimde yapısal bir bozulmanın habercisi oldu. Bu durum, yalnızca devletin borç yükünü değil, borç yönetiminde yaşanan zafiyetleri ve makroekonomik istikrarsızlığı da gözler önüne seriyor.

Yukarıdaki grafiklerde bu kırılma net biçimde izlenebiliyor. Üstteki grafikte faiz ödemelerindeki yıllık artış oranı yer alırken, alttaki grafik yıllık anapara ve faiz ödemelerinin düzeyini gösteriyor. Özellikle 2020 sonrası dönemde her iki göstergede de dramatik bir yükseliş dikkat çekiyor. 2024 yılına gelindiğinde ise kırılma noktası yaşanıyor: Faiz ödemeleri, ilk kez anapara ödemelerinin üstüne çıkarak, kamu borç yönetiminde “faiz sarmalının” derinleştiğini belgeliyor.

Kriz yıllarını hatırlatan tablo

Faiz ödemelerindeki artış oranı, 1990’lı yılların ekonomik krizlerle hatırlanan dönemine benzer seviyelere ulaşmış durumda. O yıllarda yüksek enflasyon, döviz krizleri ve yapısal reform eksikliği nedeniyle Türkiye mali piyasalarında istikrar sağlanamıyordu. Ancak 2002 sonrası dönemde uygulanan sıkı maliye politikaları ve IMF programları sayesinde faiz yükü kontrol altına alınmış, borçlanma maliyetleri düşürülmüş ve kamu maliyesi görece disipline edilmişti.

Ancak 2020’li yılların başında bu kazanımlar hızla eridi. Grafikler, özellikle son dört yılda faiz ödemelerinde neredeyse “eksponansiyel” bir artışı gözler önüne seriyor. Bu artış, yalnızca nominal faiz giderlerinin artmasıyla değil, borcun yapısının da değişmesiyle ilişkili. Zira son dönemde artan döviz cinsi borçlanma, kur şoklarına karşı savunmasız hale gelinmesine neden oldu. Aynı zamanda, iç borçlanma faizlerinin de yükselmesiyle birlikte, Hazine neredeyse çifte baskı altında kaldı.

Faiz, bütçeyi yutuyor

2024 itibarıyla faiz giderlerinin anaparayı geçmesi, devletin borçlarını çevirmek için artık sadece ana borcu değil, faiz yükünü de taşımakta zorlandığını gösteriyor. Bu durumun temel birkaç nedeni bulunuyor:

  1. Politika Faizindeki Artış: TCMB’nin 2023 ve 2024 yıllarında yaptığı faiz artışları, devletin borçlanma maliyetini doğrudan etkiledi.
  1. Enflasyonun Kalıcılığı: Yüksek ve yapışkan enflasyon, reel faiz oranlarını yüksek tutmak zorunda bırakıyor.
  1. Kur Garantili Projeler: Kamu-özel işbirliği projelerinde verilen kur ve gelir garantileri, döviz yükümlülüğünü artırarak faiz giderlerine yansıyor.
  1. Mali Disiplinsizlik: Hükümetin kamu harcamalarını kısmak yerine seçim dönemlerinde genişlemeci politika izlemesi, bütçe açığını ve faiz ihtiyacını körükledi.

Sürdürülebilirlik tehlikede

Bu trendin devam etmesi, Türkiye’nin bütçe sürdürülebilirliği açısından büyük riskler barındırıyor. Faiz ödemelerinin toplam bütçe içindeki payı arttıkça, sosyal harcamalara, yatırımlara ve kamu hizmetlerine ayrılabilecek kaynaklar azalıyor. Bu da ekonomik büyümenin potansiyelini düşürüyor ve gelir dağılımını daha da bozuyor.

Ayrıca, yatırımcı güveni açısından da bu tablo ciddi bir tehdit oluşturuyor. Faiz ödemelerinin anaparayı aşması, piyasalarda “borcun çevrilebilirliği” konusunda kaygılara yol açabilir. Bu da Türkiye’nin kredi notunu olumsuz etkileyebilir ve dış borçlanma maliyetlerini daha da yukarı çekebilir.

Ne yapmalı?

Bu gidişatı durdurmak için hükümetin acilen mali disipline dönmesi, harcamaları rasyonelleştirmesi ve gelir artırıcı yapısal reformlara yönelmesi gerekiyor. Özellikle vergi tabanının genişletilmesi, kayıtdışı ekonomiyle mücadele ve harcamaların etkinliği büyük önem taşıyor. Aksi takdirde Türkiye, yeniden 90’ların borç-faiz sarmalına sıkışmış bir ekonomiye dönüşebilir.

Sonuç

Grafiklerin ortaya koyduğu üzere, Türkiye’nin kamu maliyesi alarm veriyor. Faiz ödemelerinin anaparayı aşması, yalnızca teknik bir borç göstergesi değil, aynı zamanda ekonomik yönetişimdeki yapısal sorunların çarpıcı bir yansımasıdır. Eğer bu eğilim durdurulamazsa, Türkiye ekonomisi hem bütçe dengesi hem de finansal istikrar açısından çok daha zorlu bir sürece girebilir. Artık “faizle değil, üretimle büyüme” anlayışının sadece söylemde değil, uygulamada da hayata geçirilmesi şarttır.

Yazarın Diğer Yazıları