Ahmet Özer’in tahliyesi sonrası yaptığı konuşmada MHP lideri Devlet Bahçeli’ye teşekkür etmesi, ilk bakışta kişisel bir nezaket ifadesi gibi görünse de, siyasetin derin katmanlarında çok daha büyük bir anlam taşıyor. Çünkü bu teşekkür, CHP’nin son yıllarda “Kent Uzlaşısı” adıyla yürüttüğü pragmatik yerel siyaset anlayışının nasıl bir kimlik bulanıklığı yarattığını açık biçimde gösterdi.

Özer, bu sözleri söylerken yanında İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik ve Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu vardı. Aynı gün, CHP’nin en güçlü yerel figürü Ekrem İmamoğlu hakkında “çete suçu” iddianamesi açıklanmış, partinin İstanbul örgütü de bu dosya üzerinden demokrasi ve hukuk savunusuna girişmişti. Böylesi bir günde, Bahçeli’ye teşekkür eden bir CHP’li belediye başkanının görüntüsü, yalnızca sembolik bir tezat değil; parti içi değerler hiyerarşisinin ne kadar sarsıldığını da gösteren bir tabloydu.

PRAGMATİZM Mİ, EROZYON MU

“Kent Uzlaşısı” aslında 2019’dan itibaren CHP’nin yerel başarılarının arkasındaki önemli bir stratejiydi. Parti, büyükşehirlerde farklı eğilimleri bir araya getirerek geniş tabanlı bir muhalefet koalisyonu kurdu. Ancak zamanla bu strateji, ideolojik netlikten uzaklaşma ve her kesimle “uyumlu” görünme kaygısıyla bulanık bir hal aldı.

Ahmet Özer örneği, bu bulanıklığın en görünür biçimidir. Çünkü bir CHP’li belediye başkanının, yargı süreçlerinde rolü tartışılan bir siyasi lidere tahliyesi için teşekkür etmesi, parti kimliğiyle doğrudan çelişen bir davranıştır. Bu durum, CHP’nin “hukukun üstünlüğü” ilkesine olan bağlılığını zedelediği gibi, seçmen nezdinde de “ilkesizlik” algısını güçlendirir.

SESSİZLİĞİN ANLAMI

Belki de olayın en dikkat çekici yönü, Özer’in bu sözleri sarf ederken yanında duran Dilek İmamoğlu ve İl Başkanı Özgür Çelik’in sessizliğiydi.

Ne bir şaşkınlık ifadesi, ne de bir düzeltme… Sanki partide artık bu tür çelişkiler kanıksanmış gibiydi.

Oysa siyasette sessizlik, bazen en güçlü ifadedir. Bu sessizlik, CHP’nin “devletle uyumlu muhalefet” çizgisine yönelip yönelmediğine dair soruları da beraberinde getirdi. Çünkü Bahçeli’ye teşekkür eden bir belediye başkanı ile “siyasi baskıya direnen” bir İmamoğlu’nun aynı anda partinin yüzü olması, partinin kendi iç tutarlılığını zorluyor.

Devlet Bahçeli, son yıllarda yargı süreçlerine dair yaptığı açıklamalarla kimi tahliyelerde dolaylı etkiler yaratmış bir siyasi figür. Bu yönüyle bakıldığında, Özer’in sözleri bir minnet ifadesi olabilir. Ancak siyaset, sembollerle konuşur.

Bir CHP’li başkanın “tahliyemi Bahçeli’ye borçluyum” mesajı vermesi, yargının tarafsızlığına gölge düşürürken, partinin kurucu değerlerinden biri olan “bağımsız adalet” ilkesini de sorgulatıyor.

Bu durum, yalnızca Özer’in değil, CHP’nin son dönemdeki duruşunun da bir yansıması. Zira parti, merkezde konumlanma arayışında hem sağa hem sola sinyal gönderirken, kendi ideolojik çizgisini giderek silikleştiriyor. Bu strateji kısa vadede oy getirse de uzun vadede kimlik aşınmasına yol açıyor.

Tam da Özer’in bu açıklamayı yaptığı gün, İmamoğlu hakkında hazırlanan “çete suçu” iddianamesi açıklandı. CHP bu süreci siyasallaşmış yargının bir ürünü olarak nitelendirirken, aynı gün partinin başka bir mensubunun yargıdan “siyasi bir destek” gördüğüne inanarak teşekkür etmesi, bu anlatıyı zayıflattı.

Bir yanda “adalet mücadelesi” söylemi, diğer yanda “devlete teşekkür”…

Bu tablo, muhalefet hattının inandırıcılığını aşındırıyor. Özellikle CHP’nin genç ve şehirli seçmeni için bu tür görüntüler, partinin samimiyetine dair soru işaretleri doğuruyor.

KENT UZLAŞISI MI, KİMLİK BUNALIMI MI?

CHP’nin tarihsel kimliği, Cumhuriyet’in laik, halkçı ve adil devlet anlayışı üzerine kuruludur. Bu çizginin son yıllarda yerel siyaset adına esnetilmesi, partiyi kimlik bunalımına sürüklüyor. “Kent Uzlaşısı” formülü, muhalefeti genişletme amacı taşırken, artık ideolojik tutarlılığı zedeleyen bir pragmatizm örneğine dönüşmüş durumda.

Ahmet Özer’in Bahçeli’ye teşekkür etmesi, bu dönüşümün küçük ama çarpıcı bir örneği olarak tarihe geçti.

Bir yanda adalet talebiyle meydanlarda konuşan bir lider, diğer yanda adaleti bir siyasi lütuf gibi gören bir teşekkür dili…

Bu çelişki, CHP’nin yalnızca stratejik değil, ahlaki bir sınavla da karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

Ahmet Özer’in sözleri, CHP için bir uyarı niteliğinde okunmalı.

Eğer parti, “devletle kavga etmeyen ama halka yaslanan” bir siyaset hattı kurmak istiyorsa, bunun yolu teşekkürlerden değil; ilkelere bağlılıktan geçer.

Bahçeli’ye edilen teşekkür, bir bireyin minnettarlığından öte, CHP’nin ideolojik pusulasının ne yöne döndüğünü gösteriyor.

Bugün CHP’nin önündeki en zor soru şu:

Muhalefet olmanın sınırı nerede biter, iktidarla uzlaşmanın bedeli nerede başlar?

Bu soruya verilecek cevap, yalnızca bir belediye başkanının değil, tüm bir partinin geleceğini belirleyecek.