Bugün PKK’yı başımıza musallat eden Abdullah Öcalan’ın önünü açma çabaları bir tarafta, bu çabalardan istifade, devletten ne koparırız hesabı bir tarafta...

Şu satırları okuyalım:

“Türkiye'yi bölmek isteyen güçler 1984'de Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla atağa geçmişlerdir. Yılanın başı küçükten ezilir, beslenip büyüdükten sonra mücadele güçleşir. Sonra yılan yandaş da toplar, sürüyle dolaşır.

Dikkat buyurunuz: İhtilâl ihtilâli çağırmıştır. 27 Mayıs İhtilâlinden sonra ‘hak ve hürriyet’ adıyla sağlanan birtakım imkânlar yanlış kullanılmış ve Türkiye kanlı bir badireye sürüklenmiştir. Ardından 12 Mart Muhtırası’yla karşılaştık. Bu muhtıra çare olmamış, ileride olaylar daha da büyümüştür. Vatanseverlerle devlet yıkıcıları aynı kefeye konmuş, ihtilâle zemin hazırlanmıştır. Büyük şamatayla gelen 12 Eylül'ün ürünleri ortada: Türkiye’yi düze çıkardıklarını zanneden generaller başımıza Özal’ı ve bölücüleri sarmışlardır. Bunun ardından gelecek bir ihtilâl -Allah korusun- öncekilere benzemeyecektir.

Artık Türkiye'de yılan sürüyle dolaşıyor. Siz o sürüyle mücadele etmek değil; sürüye kolluk vazifesi görüyorsunuz. Teröristlerin giriştiği her hareket ileri bir adım demektir. Terörü kökten sona erdirecek tedbiri almak zorundasınız ve bu sizin son şansınızdır.

‘Demokratik’ dedikleri mevcut yapılanmayla, ‘demokratik açılım’ istekleriyle sonuç almak sizin arzunuz hilafınadır. HEP’li, SHP’li iktidarlardan bir şey bekleyemiyoruz. Bunlardan birçoğunu sürüyle dolaşan yılanların unsurları görüyoruz. Onlar kendilerini böyle gösterdikleri için görüyoruz.

Eninde sonunda milletin sağduyusu galip gelecektir.

Hiçbir zaman kanlı Nevruz'la karşılaşmak istemiyoruz.” (22 Mart 1992).

Bu satırların yazıldığı tarihe dikkat: 22 Mart 1992.

Muhtemelen kullandığım kelimelerden, üslûptan benim yazdığımı anladınız.

O yazıda “Bunun ardından gelecek bir ihtilâl -Allah korusun- öncekilere benzemeyecektir.” cümlesi de dikkatinizi çekmiştir. Nitekim 15 Temmuz 2016 Darbe Teşebbüsü’yle Türkiye’nin nasıl kaosa sürüklendiğini biliyoruz.

O yazıyı yazdığım dönemde DEM yerine HEP vardı. Erdal İnönü’nün başında olduğu SHP, PKK uzantılarını TBMM’ye sokmuştu.

Yine dikkatinizi çekerim... o zaman PKK Nevruz’u kendi bayramı göstermek istemiş, büyük çatışmalar çıkmıştı. O çatışmalar sürerken ben yazıyı yazıyorum, ertesi günü o zaman yazdığım gazetede köşemde yayınlıyorum. (Cizre’de, o nevruzda çatışmalarda, 57 kişi hayatını yitirmişti. Vurulanlardan bir de Sabah gazetesinin muhabiri İzzet Kezer idi.)

***

Nevruz, hepimizin bayramı, Türk’ün bayramı diye bir tarafa çekilmek istense, nevruz üzerine o kadar yazı yazılsa, kitaplar çıkarılsa bile “nevruz” artık PKK’nın “hücum bayrağı”dır. Diledikleri gibi kutluyorlar. Daha önce Abdullah Öcalan’ın kutlama mesajları bile okunuyordu. Geçen nevruzda, 21 Mart’ta Abdullah Öcalan’dan mesaj getirmek istemişlerdi. Diyarbakır’da, İstanbul’da meydanlarda okuyacaklardı. Nasıl olduysa, DEM’in her istediğinde, “Buyurun, Abdullah Öcalan Beyefendi’yle görüşüp konuşup mesajlarını getirin.” dendiği hâlde, hükûmet kanadı nasıl olduysa, uyandı. Bu defa mesaj getirilmesine izin vermedi.

Nevruzdan sonra yine DEM’cileri, “başkanım, başkanım...” diye diye bir önüne yatmadıkları kaldığı Abdullah Öcalan’a gönderdiler.

Ne konuştuklarını ne getirdiklerini hiç önemsemiyorum.

Defalarca yazdık... Adam hapiste. Hapisteki adam nasıl söz dinletebilir! Ve üstelik o adamda mutlak hâkimiyet görüyorsan, neden önünü açacaksın! Önünü açtığında yine kaldığı yerden devam etmeyecek mi?

Dikkatinizi çekmek isterim... MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 22 Ekim 2024 günü TBMM’de grup toplantısında “Şayet teröristbaşının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, ‘Umut Hakkı’nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın.”

Devlet Bey, “umut hakkı”nı Türkiye’ye tanıttı böylece... Belli ki, bu cümleyi kurmak için inceden inceye düşündü. Öğrenciliğimizden beri tanırız. Kendilerinin ön açmasıyla kitabını yazmış, genel başkan seçildikten sonra ilk yurt dışı gezisinde takip etmiş tek gazeteci olarak titizliğini bilirim. Derin derin düşünmeden kârını, zararını hesap etmeden böyle bir cümle kurmaz.

Sonraki açıklaması da önemli. Tavrı kesin. 5 Kasım 2024 günü partisinin grup toplantısında önceki sözlerini altını çize çize pekiştiriyor.

PKK yanaşmaları silah bırakma karşılığı ne verilecek diye bekliyorlar. Bunu açık açık söylüyorlar da. Devlet Bahçeli ise sadece “umut hakkı”ndan faydalanma şartlarının altını tekrar tekrar çiziyor:

“Tekrar söylüyorum; Türk ve Türkiye Yüzyılında terörün kökü kazınacaktır.

Kürt kardeşlerimizle tek yüreğiz, bölücü teröre karşı aynı cephedeyiz.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan terörist başı, terörün bittiğini, PKK’nın lağvedildiğini, ihanet ve bölücülüğün çıkmaz sokak olduğunu söyleyecekse, haydi DEM grubuna gelsin, bunları teker teker söylesin, ak koyun kara koyun ortaya çıksın, umut hakkından da istifade etsin.

Sözümün arkasındayım ve teklifimde ısrarlıyım.

Tabular kalktıkça, ezberler bozuldukça, statüko delindikçe, insanlar birbirine dürüst davrandıkça, içlerinden geçeni özgürce söyledikçe, bir anlaşma ve mutabakat noktasından diğerine küçük adımlarla ilerlemek daha kolaydır.

Kürtlerle kucaklaşma asıldır, terörle mücadele esastır; silahlı eşkıyayı temizlemek kaçınılmazdır, siyasette uzlaşmak ortak yararımızadır.

Kürt kardeşlerimizle aramıza hiçbir mihrak giremez.

Kürt kardeşlerimizi Türk milletinden ayrıştırmaya hiçbir şerefsizin eylem ve provokasyonu kâfi gelemez.”

Devlet Bahçeli ısrarla, birlik şartıyla, silah bırakma şartıyla umut hakkından bahsediyor.

Ama... Karşı tarafın asıl hedefi ne? Ona bakacağız.