Kur’an-ı Kerîm mealine müdahale eden Diyanet İşleri Başkanlığı acaba camilerin kaçı Diyanet’in kontrolünde, baktılar mı?
Türkiye’de ne kadar cemaat, ne kadar tarikat varsa her birinin camileri de var. Halka ulaşmanın yolu cemaatlerin/tarikatların vakıfları, dernekleri değildir; herkese kapısı açık, herkesin namazını eda edeceği camilerdir ve Türkiye’de birçok cami, tarikatların/cemaatlerin ”üye” devşirme mekânlarıdır.
O camilere Diyanet’in vaizleri, imamları uğramazlar. Tarikatların/cemaatlerin şıhları içlerinden tekmil yetiştirdiğine inandığı birine “Sen git, şu hayırsever müridimizin apartmanın altında açtığı mescitte vazife yap” buyruğunu verir. Namazı o kıldırır, o vaaz eder, cumalarda, bayramlarda hutbeyi o okur.
Cemaatçilerin/tarikatçıların vaazları da hutbeleri de masaldır.
Sahih hadis çok azdır. Kur’an mealini tekeline alan Diyanet, hadislere de bir sınırlama getirecek mi?
Yüzlerce, binlerce hadis yoktur. Hadisler zaten Hz. Peygamber’in dar-ı bekaya irtihalinden 100 sene sonra toplanmaya başlanmıştır. Kur’an-ı Kerîm bile ilk sahabeler döneminde yazıya geçirilmiştir. Hadisler ise ağızdan ağıza yayılmıştır. Belge olmadıktan sonra ne kadarını doğru kabul edebiliriz? Ölçü Kur’an-ı Kerîm’dir. Ne kadarı uyuyor, ona bakılır.
Sahabelerden o kadar çok kıssa anlatılır ki... Sınırı yoktur.
Diyanet’e şunu soracağım... Medreselere pek itibar ediyorsunuz. O medreseler sizin kontrolünüzde mi?
Medrese ders verilen yer. Zaman için sadece dinî derslerin verildiği mekânlar olarak tarihte yerin aldı. Ama tarihten bu zamana aynı kalıp içinde taşındı.
Medreseler açık tutulacak, hiç kontrol edilmeyecekse devletin resmî kuruluşları imam hatipler, ilâhiyat fakülteleri niye var? (Bir tarihte Diyanet İşleri Başkanı, bir medreseyi ziyaret etmiş, öve öve bitirememişti. Biz de bu saçmalığı tenkit etmiştik.)
Tarihe gömülmeyi, Mustafa Kemal Atatürk medreseleri kapattı, diyerek kinlenmeyi bırakın. Medreseleri ıslah için M. Kemal’den önce ne gibi çalışmalar yapıldığına, “Han” diye andığınız II. Abdülhamid’in neden modern okulları öne çıkardığını bir araştırın. Sonra bugüne gelin... Dünya nereye gidiyor, biz nereye gidiyoruz, bir bakın.
Dinî hâller her yerde her zaman karşımıza çıkar. Dinî hayatı bilmek zorundayız ve öncelikle İslâm en doğru şekilde, kimseye dudak büktürmeden, resmî okullarda öğretilmelidir. Ama öğretilirken falanca vakıf, filanca dernek diyerek cemaat-tarikat elemanları ders versin diye çağrılmamalıdır.
Dinî zemin sağlam tuğlalarla örülürse, temeli alanlar, daha ilerisini araştırarak, görerek öğrenecekler, meraklarını giderecekler, fikirlerini sağlam dinî bilgilerle bezeyeceklerdir. Yeter ki, kendilerini Allah’a ulaşmanın vasıtası görenler baş tacı edilmesin. Baş tacı edilen “biri” onulmaz yara açtı. Onun bunun uydusu oldu, darbeye kalkıştı.
Önümüzdeki en bariz örnek bu. Bu örnekten de mi ders çıkarmıyoruz?
6 yaşındaki kız çocuğu evlendirmeye kalkan ve evlendirmeyi çok tabiî gören insanların içimizde açtığı yaranın tarifi yok.
Cemaatçilik/tarikatçılık, dinde tek adamcılık, daha ötesini söyleyeceğim, tapıcılık öyle bir çirkeflik ki, bu beyinleri çürümüşler baş tacı ediliyor, üniversitelerde “İslâm” adına konferanslara çağrılıyor.
Hiç mi ilâhiyatçı ilim adamı bulamıyorlar da, akıl dışı, mantık dışı, din dışı sivri laflarla adları öne çıkanlar sapkın fikirlerini anlatsınlar diye, okuma, yetişme kademesinin son merhalesi üniversitelerde akıl verdirilmesi isteniyor?
Kur’ân meallerini, kanun çıkarttırarak kontrolüne alan Diyanet, sahiplenmese de, daha önce “Tarikatlar Raporu” hazırlamıştı.
Böyle bir rapor hazırlandıysa, bu tarikatların kontrole alınması gerektiği de akla gelmiştir.
Dinde, hikâye uydurulmamalı, akıl yürütülmelidir.
Halkın birbirine kinlendirildiği şu zamanda birlik nasıl sağlanır bilmiyorum ama dinî meselelerde mutlaka hassa olunmalı, herkesin kabulleneceği bir yol takip edilmelidir.