Liyakat şart mı?

Plaket almak için sahneye çıkan Ziraat Bankası Genel Müdürü Alpaslan Çakar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a "Buradaki en büyük hayırsever benim, en çok parayı ben verdim" dedi.

Devlet bankasının genel müdürü en büyük hayırsever olarak ödülü hak ettiğini ifade ediyor! Kurum adına değil, şahsı adına konuşuyor! Ben verdim diyor (!) şahsi parasını vermiş olmalı değil mi? Oysa bankanın parasını vermiş!

Bu haberi okuduğumda aklıma liyakat nedir sorusu geldi?

Kurum kültürü ve geleneklerinin liyakat sistemi nedir?

Siyasal veya dış baskıların etkisiyle liyakatin göz ardı edilmesi halinde ne olur?

Akrabalık, arkadaşlık veya çıkar ilişkilerine dayalı kayırmacılık varsa başka nerelere, ne verilmiştir?

Yetkin kişilerin doğru eğitimi veya deneyimi kazanmamış olması durumunda kurumlar nasıl yönetilemez hale gelir?

Kafam bu sorular ile meşgul olurken ilkokul 3. Sınıfa giderken yaşadığım bir anı canlandı gözümde; İzmir’de Gürçeşme semtinde cami durağında yaşıyorduk. Okuldan çıktıktan sonra eve geliyor babamdan harçlık istiyordum.
Babam evin bitişiğindeki dükkânında terzilik yapıyordu.
Bazen o zaman bakırdan 10 kuruş veriyordu.

O 10 kuruşu aldığımda mahalle bakkalından teneke kutuların içerisinde satılan, tanesi 10 kuruş olan, daire şeklinde satılan, tek bir çikolata almaya gidiyordum.
Bazen de 25 kuruş veriyordu (O da haftada 1 veya 15 günde bir anca oluyordu).
25 kuruş aldığım zaman, gürçeşme cami durağının hemen aşağı tarafında bir Yahudi mezarlığı vardı.
Bu mezarlığın köşesinde bir bisiklet tamircisi bulunuyordu ve aynı zamanda bisiklet kiraya veriyordu.

Bir tur atmak bisikletle 25 kuruş idi.
Yahudi mezarlığı köşesinde başlayıp, tütün depolarının etrafında devam eden ve Ülkü sinemasından dönerek, tekrar Yahudi mezarlığın köşesine gelen, yaklaşık bir kilometrelik bir parkurdu bu tur…
Babamdan 25 kuruş harçlık aldığım bir gün koşa koşa bisikletçiye gittim ve bir bisiklet seçerek bir tur atıp bisikletçiye bisikleti teslim ettim.
Tam dönüp eve doğru gidecekken, benden yaşça büyük sanırım 13-14 yaşlarında iyi giyimli bir çocuk bisikletçiye doğru yanaştı ve elindeki bozuk paraları uzatarak “on tur” dedi!
Ben haftada veya 15 günde bir tur için harçlık alabilmişken, on turluk bir bisiklet kiralanması bende büyük heyecan yarattı. O dönemin ülkedeki en büyük zenginin çocuğu olmalı idi!
O çocuğu hayranlıkla, imrenerek izlemeye başladım.
Her turda dönerken göz göze geldik ve gülümsedim…
Üçüncü turu tamamladığı zaman biraz duraksadı ve bana doğru seslendi “birkaç tur atmak ister misin?!”
“Olur abi” diye hiç düşünmeden bisiklete sarıldım! Vazgeçmesine fırsat vermeden hemen kabul etmiştim…
Bir taraftan da şaşkınım, nasıl bir bonkörlüktü bu?
Hayatımda ilk defa orada bisikletle iki tur atmıştım. Bu iki tur için de hiçbir şey ödememiştim (!) hediye almıştım!
İkinci turun sonunda tamam artık deyip, bisikleti istedi.

Ben onun geri kalan turları tamamlamasını bekleyip, teşekkür ettim ve büyük bir mutlulukla eve döndüm.
Eve geldikten sonra kulaklarımda hep “sen de 1-2 tur atmak ister misin” sesi vardı!
Demek ki ben babamdan harçlık almasam da bisikletle 1-2 tur atabilirdim!
Artık hemen hemen her gün okuldan çıktıktan sonra ilk işim bisikletçinin yanına uğrayıp, oralarda oyalanmaya başlamıştım.
On tur bisiklet kiralamaya gelenlerden göz göze geldiklerime “abi bir turda da ben atabilir miyim(!)” diye ricada bulunuyordum.
Kimisi terslese de, zaman zaman “olur” diye, bana bir tur hediye edenler vardı!
Hatta bir müddet sonra bisikletçi beni gördüğü zaman “hadi gel 1-2 turda benden” demeye başlamıştı.

Ülkemdeki bazı görevlilere bakınca aklımda bu anı canlanıverdi(!)

Sadece sıfat sahibi olmak için mi görev alınıyor?

Sorumluluk gerekmiyor mu?

Bu kadar kolay ise “bir tur da ben atabilir miyim” acaba?..

Yazarın Diğer Yazıları