Türkiye ekonomisi son yıllarda yüksek borçlanma, zayıflayan yabancı ilgisi ve kamu bankalarının artan rolü ile dikkat çekiyor. 2025 verileri, Hazine’nin borçlanma stratejisinde ve Merkez Bankası’nın rezerv yönetiminde önemli kırılganlıkları gözler önüne seriyor.
Hazine’nin borç çevirme oranı: %143
Hazine’nin iç borç çevirme oranı 2025 itibarıyla %143’e ulaşmış durumda. Bu oran, Hazine’nin vadesi gelen her 100 TL borç için 143 TL yeni borçlandığını gösteriyor. Yani borç stoğu sürekli şişiyor ve kamu maliyesi giderek daha fazla borca bağımlı hale geliyor. Yıl sonu itibarıyla toplam borçlanma tutarı 2,6 trilyon TL seviyesinde. Bu tablo, bütçe gelirlerinin borç faizlerine yetmediğini ve yeni borçlanmanın bir kısır döngüye dönüştüğünü kanıtlıyor.
Kamu bankalarının baskınlığı
Grafiklere bakıldığında, Hazine’nin borç stokunun dağılımında kamu bankaları %34,4 ile en büyük paya sahip. Özel bankalar daha sınırlı bir pozisyon alırken, yabancıların elindeki oran sadece %7’de kalmış. Bu durumun iki kritik sonucu var:
1. Yabancı ilgisinin zayıflığı: Yatırımcı güveni hâlâ kırılgan. Uluslararası fonların Türkiye’nin borçlanmasına mesafeli durması, risk algısının yüksek olduğunu ortaya koyuyor.
2. Kamu bankalarının yükü: Hazine’yi fonlayan ağırlıklı kaynak kamu bankaları. Ancak kamu bankalarının asli görevi ekonomide kredi akışını sağlamak ve reel sektörü desteklemek iken, bu kaynakların önemli bölümü devlete borç vermeye yöneliyor. Bu, özel sektörün finansmana erişimini daraltıyor ve büyüme dinamiklerini zayıflatıyor.
Kısacası, Hazine’nin borçlanmasında “piyasa koşullarında talep görme” değil, daha çok “zorunlu yerli finansman” öne çıkıyor. Bu da sürdürülebilirlik açısından olumsuz bir tablo çiziyor.
Merkez Bankası’nın rezerv mücadelesi
Diğer bir dikkat çekici veri Merkez Bankası’na ait. 31 Aralık 2024 ile 25 Eylül 2025 arasında net döviz pozisyonu 12,2 milyar dolar artarak 45,2 milyar dolara ulaşmış görünüyor. İlk bakışta olumlu gibi duran bu gelişmenin perde arkasında ise önemli zorluklar var:
• Aynı dönemde TCMB, net bazda 16,8 milyar dolar döviz satışı yapmış. Yani piyasaları dengelemek için rezervden ciddi çıkış gerçekleşmiş.
• Rezerv artışının kaynağı daha çok altın. Altının rezervlere katkısı 29 milyar dolar seviyesinde. Bu da döviz tarafındaki gerçek tablonun hala kırılgan olduğunu gösteriyor.
Aylık bazlı veriler de tabloyu destekliyor: 2024’ün ortasında pozitif girişler görülse de, özellikle 2025’in ilk aylarından itibaren sert dalgalanmalar var. Mart ve Nisan 2025’te rezervlerde kayda değer düşüşler gözlenmiş. Bu, küresel gelişmelere karşı rezerv tamponunun hâlâ sınırlı olduğunu ortaya koyuyor.
Olumlu yönler
Tüm bu tabloya rağmen birkaç olumlu nokta var:
• TCMB’nin net rezervinin artması, özellikle 2023–2024 döneminde çok tartışılan negatif rezerv sorununa göre ilerleme anlamına geliyor.
• Altın rezervlerinin güçlenmesi, portföy çeşitliliği açısından Merkez Bankası’na bir güvence sağlıyor.
• Borçların büyük oranda yerli kurumlarda olması, ani yabancı çıkış riskini sınırlandırıyor.
Ancak riskler daha ağır basıyor
Yine de bütün resmi değerlendirdiğimizde olumsuz taraflar daha baskın:
• Hazine’nin borç çevirme oranı sürdürülemez seviyelerde. Sürekli artan borçlanma, faiz yükünü büyütüyor.
• Kamu bankalarının Hazine’yi fonlaması, kredi piyasalarını sıkıştırıyor. Bu durum reel sektör yatırımlarını zayıflatıyor ve büyüme potansiyelini sınırlıyor.
• Yabancı yatırımcı ilgisinin düşük kalması, Türkiye’nin risk primini aşağı çekmesini engelliyor.
• TCMB rezervlerindeki artış kırılgan. Döviz satışı ihtiyacı devam ettiği sürece, kalıcı bir güçlenmeden bahsetmek zor.
Sonuç
Türkiye ekonomisi, 2025 itibarıyla borçlanma ve rezerv yönetiminde kritik bir kavşakta bulunuyor. Bir yandan kamu bankaları aracılığıyla Hazine ayakta tutulmaya çalışılıyor, diğer yandan Merkez Bankası rezervlerini döviz satışlarıyla koruma çabasına giriyor. Ancak bu mekanizmalar uzun vadede sürdürülebilir değil. Kamu maliyesinde borç-faiz sarmalı derinleşirken, rezervler hâlâ kırılgan kalmaya devam ediyor.
Eğer yabancı yatırımcı güveni yeniden kazanılamaz ve kamu bankalarının yükü hafifletilemezse, Türkiye’nin borçlanma stratejisi daha da maliyetli hale gelecek. Bu tablo, ekonomik programın dayanıklılığını sorgulatıyor ve gelecek için dikkat çekici bir kırmızı bayrak niteliği taşıyor.