Mısır’da “iç savaş”a doğru!

Mısır’da, ne yazık ki, sivil halka karşı kanlı saldırıların devam etmesi, Orta Doğu’nun ne denli  “hassas”  profil çizdiğini adeta ispatlıyor.
Gerçekten de, Orta Doğu’nun artık hiçbir  “siyasi”  girişimi daha doğrusu  “manevra” yı sindiremediği açıkça görülüyor.
Özellikle, ihtilalcilerin en ufak hatası bile kargaşalara sebep oluyor.
Böylesine kanlı girişimlerin hiçbir gerekçe ve hiçbir nedeninin kabul edilemez olduğunu  “haykırmak”  gerekiyor.
Her ne kadar, devrilen iktidar hakkında çeşitli önemli iddialar mevcutsa da, işi katliama kadar götürmeye hiçbir zaman “cevaz”  verilemeyeceği yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
Devrik Cumhurbaşkanı Mursi’nin yakın çalışma arkadaşlarından bir kaçının, Sina’dan toprak verme pazarlığına giriştiği söylentileri gittikçe halka yayılıyor ve tedirginlik yaratıyor.
Sina’dan Filistin yönetimine toprak terk ederek İsrail’e örtülü bir avantaj kazandırma operasyonunda 8 milyar dolarlık bir ödentiye rağmen sonuç alınmaması üzerine ihtilalin hız ve güç kazandığı iddiaları artık Orta Doğu’ya yayılıyor.
Ancak, Sina’dan İsrail’e dolaylı olarak toprak kazandırma operasyonunun yeni iktidar döneminde de devam edeceğinin endişeleri bir türlü silinmiyor.
Bir yandan, iktidarın kanlı girişimleri diğer yandan,  “Müslüman Kardeşler” in katı direnişinin ülkeyi bir iç savaşa getirme kavşağında olduğu öne sürülüyor.
En azından, daha önce 80 yıl yer altından mücadele eden  “Müslüman Kardeşler” in Cezayir tipi bir direnişe geçebileceği gerçeği bile Mısır’ı çok tehlikeli bir konuma sokuyor.
Gündeme Cezayir gelmişken, bu ülkede çok yakın geçmişte yaşananları hatırlatmak icap ediyor.
Cezayir’de 1991 yılında yapılan seçimin ilk turunda  “devlet partisi” FLL’nin yüzde 23,4’üne karşı oyların yüzde 47,3’ünü FİS rumuzu olan İslami Parti aldığında Cezayir’e bağımsızlık kazandıran ordu harekete geçmişti.
Cezayir’de 1997 sonbaharında büyük bir sivil katliam yaşanıyordu.
10 yıllık geçen sürede, ilk etapta 100 binden fazla insan ölürken ekonomi büyük darbeler yiyiyordu.
Sonuç olarak bilanço; kimin ve niçin öldürüldüğü  “kesin”  bilinmeyen en az 140 bin hatta 150 bin cesetten bahsediliyordu.
İşin acı tarafı, olaylarda 60 bine yakın kadının ölmesiydi.
Mısır’ın böylesine bir tehlikenin içinde olması bütün Orta Doğu’nun dengelerini alt üst edeceği kuşkuları şimdiden siyasi ve ekonomik bakımdan önlemlerin alınmasını gündeme getiriyor.
Zaten; Orta Doğu bataklığının, kime ne getireceğinin önceden pek bilinmediği hatta tahmin edilemeyeceği bir daha ortaya çıkmış bulunuyor.
Yani, çok dikkatli davrananların bile çoğu kez yanılgıları daima öne çıkıyor.
Özellikle, ülkelerin iç işlerine karışmama ilkesi önemli yer alıyor ve izleniyor.
Bölgede  “söz sahibi”  olma veya  “ben de varım”  diyebilmenin ağır faturası sonradan kesiliyor.
Hal böyle iken, Türkiye’nin artık daha  “ağır başlı”  olması bir  “zaruret” olarak değerlendiriliyor.
Tabii ki; Orta Doğu’da filizlenen parlamenter demokrasiyi desteklemek şartı herkese düşüyor.
Ancak, ölçüyü kaçırmak daima tehlikeli boyutlara ulaşıyor.
İktidarın yönlendirdiği Türkiye’nin büyük bir bölümünün, haklı protestolarını desteklemekle beraber daha  “soğukkanlı” olmak ve olayların seyrine göre tavır almak hepimize düşüyor.
Bu arada, yerle bir edilen çok yakın zamanların dost ve kardeş Libya’sının nasıl imha edildiğini, insanlarının ve liderlerinin nasıl öldürüldüğünü, ülkenin şimdiye kadar kargaşa içinde olduğunu da hatırlatmak yerinde oluyor. 
Üstelik, iktidarın Libya’ya karşı olan,  “bilinen”  tutumu ile Mısır’a gösterdiği “ilgi”  çelişkiler doğuruyor.
Bu zincire, Irak’ta özellikle Irak’ın Kuzeyi’nde yaşanan katliam ve suikastları hatta Suriye’yi katmak gibi bir gerçek karşımıza çıkıyor.
Batı’nın içine düştüğü  “çifte standart” a ne yazık ki Türkiye de  “bulaşmış”  bulunuyor.
Unutulmamalıdır ki, Orta Doğu’da bir ülkede kriz doğmaya görsün; bunalımlar ve problemler  “çözülemez”  bir şekilde arka arkaya geliyor.

Yazarın Diğer Yazıları