Köy Enstitüleri'nden Kent Enstitüleri'ne...

Köy Enstitüleri'nden Kent Enstitüleri'ne...
Cumhuriyet kurulalı bunca yıl geçti. Biz hâlâ geri kalmışlık çemberini, zincirlerini kıramıyoruz.

Vatandaşlarımızın çoğu çağ dışı bir yaşam sürüyor, yanlış ve yönlendirilmiş inançların ve yoksulluğun çaresizliği içinde çırpınıyor. 500 milyar dolar borcu olan bir ülke, bağımsızlığı tehlikede, yer altı, yerüstü zenginlikleri soyuluyor, dünyanın bugünkü haydut Amerikan yönetiminin dümen suyundan gidiliyor... Neden böyle oldu? Nasıl oldu da buralara geldik? Çağ dışı yanlış ve yetersiz eğitim ve bize uymayan modeller nedeniyle...

Laik, demokratik, aydınlanmacı, üretici eğitim modeli olan Köy Enstitüleri modeliyle halkımız geri kalmış toplum olmaktan çıkacak, ivme kazanacak, atılımlar yapacak ve yaratıcı olacaktır... Ama bu uyanış, ülkenin geleceğini karartan dış güçlerce, kendi çıkarlarını her değerin üstünde tutanlarca engellendi, daha sonra da bu Enstitüler kapatıldı.

İnsanın yaşam sevincini, çalışma gücünü artıran uğraşların başında Güzel Sanatlar gelir. Bu Güzel Sanatlar Eğitiminden geçen, bu evreyi yaşayan toplumlar, daha çabuk gelişir, yenilenir ve yaşamı daha güzele doğru değiştirir, topluma canlılık ve hız kazandırır. Onun için Köy Enstitülerinde resim, müzik, edebiyat, şiir, tiyatro etkinliklerine önem verilmiş ve her öğrenciden bu etkinlik türlerinde beceri sahibi olması istenmiştir. Her öğrenci bir müzik aletini çalacak, şarkılarımızı, türkülerimizi söyleyebilecek, halk oyunlarımızı oynayabilecek, çok kitap okuyacak, sevecek okuyacak, güzel konuşacak... Bunlar gerçek aydın olmanın ön koşulları değil midir?

Köy Enstitüleri kapatılalı yaklaşık 70 yıl geçti... Bugün ülkemizde eğitim ne durumda? 8 milyon vatandaşımız okuryazar değil, okullaşma oranları: İlköğretimde %80, ortaöğretimde %28, yüksek öğretimde %5. 2016/2017 eğitim-öğretim yılında: 150.000 öğretmen açığı, 4000 okul açığı var. Diğer taraftan; okullar satılığa çıkarılıyor, MEB'de Programların hazırlanması işi Talim Terbiye Kurulu var iken, açık arttırmayla dış ülkelere özel kesime satılığa çıkarılıyor. Eğitim hızla özelleştiriliyor. Eğitimde Birlik, Eğitimde Eşitlik kaldırılıyor...

Köy Enstitülerini yeniden yaşama geçirebilsek...

17 Nisan 1940 Köy Enstitüleri Yasasının kabul edildiği gündür. Köy Enstitüleri ile bugünkü eğitim modeli arasındaki en önemli ayrıcalık; üreten, sorgulayan insandan, ezberleyen, sorgulamadan kabullenen 4-5 seçeneğin ötesinde farklı doğrularında olacağını düşünmeyen insana geçtik. Ezberci test sistemi Türk eğitimini bitirdi. İdealizmi yok etti. Ülkenin her karış toprağı benim memleketim diyen öğretmenden, yıllarca atanamadığı için kişilik erozyonuna uğrayan öğretmenlere geldik.

Çevresine ve sorunlarına duyarlı öğrencilerden, olup bitenlerin neredeyse hiç birine duyarlık, tepki göstermeyen nesillere geldik. Bu kişilerin çoğu, sanattan, kültürden, üretimden, saygıdan, idealizmden habersizler.

***

Aradan 70 yıl geçmesi, o mucizeyi yeniden yaratmamıza engel değildir. Yeter ki isteyelim. O günleri bugünlerden farklı kılan, yalnızca inanç eksikliği ve farklılığıdır. O zamanın insanları, eğitimin ülkenin geleceği için olmazsa olmaz olduğuna inanıyor ve tüketen değil, üreten insanlar yetiştirilmesi gerektiğine inanıyorlardı.

Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, Türkiye bugün çok farklı yerlerde olurdu.

Köye dayalı toplumdan, kentsel yaşama döneli çok oldu. Bunun geri dönüşü olmaz. O halde dün Köy Enstitüleri'yle gerçekleştirdiğimiz eğitim modelini Kent Enstitüleri'yle yeniden yaşama geçirebiliriz. Bu Enstitüler üniversite ve TSK iş birliğiyle sağlanabilir.

Bu durumda neler yapmalıyız?

Ulusal kurtuluşçu, ulusal bağımsızlıkçı, çağdaş, bilimsel, demokratik, katılımcı, ilerici, laik, parasız, karma eğitimin uygulandığı bir temele oturtulacak bir eğitim modelini, yani bir Köy Enstitüleri modelini uygulayabilirsek; kişilikli, araştırıcı, sorgulayıcı, üretici, eleştirel düşünceye sahip insanlar, nesiller yetiştirebiliriz.

Yeniden Çağdaş Köy Enstitüleri kurmalıyız. TSK içinde de, onların katkılarıyla yöresel teknik okullar açabilmeliyiz.

Yavaş yavaş ama planlı ve güdümlü bir programa göre ülkemizin tüm değerli kaynakları, vatan topraklarının bir bölümünü, Atatürk devrinin tüm ulusal endüstriyel kuruluşları özelleştirilerek satılıyor, yok ediliyor. Adeta Atatürk'ün imzasını, adını, anısını taşıyan her bir yapıt özellikle ve öncelikle ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Ulusça kalkınışın kaleleri yıkılmak isteniyor...

Üniversitelerin sustuğu, Sendikaların kıstırıldığı, sivil toplum örgütlerinin korkutulduğu, TSK'nın çökertildiği, Türkiye'nin geleceğinin satışa çıkarıldığı (köprüler, şehir hastaneleri) genel anlamda vatandaşların geçim ve gelecek endişesiyle (31 milyon vatandaş borçlu durumda/18 milyon kişiye sosyal yardım katkısı veriliyor) sindiği, dolayısıyla ülke sorunları konusunda sessiz kalmayı tercih ettiği, asgari ücretle yaşamlarını sürdürmeye çalışanların "düşünemez, tepki veremez" duruma getirildiği bir süreç yaşıyoruz. Sözlü ve yazılı medya organlarının yaklaşık yüzde doksanının tek taraflı olarak iktidar kanadınca tutulması, bir anlamda işgal edilmesi bu ülkede demokrasinin ve hukukun olmaması anlamına gelir. Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir Hukuk Devletidir.

Temelleri Anayasanın ilk 4 maddesiyle atılmış ve kurulmuştur. Bu esasların dışında yapılacak eylemler, uygulamalar yasa dışıdır. Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti, varlığını sonsuza dek de hiç şüphesiz sürdürecektir. Yarın, bugünden daha aydınlık olacaktır.