Narin’in köyü
Türkiye bir aydır Diyarbakır’ın Tavşantepe Köyünü ve bu köyde işlenen küçücük bir çocuğa ait cinayeti konuşuyor. Henüz net ve tam bir sonuca ulaşabilmiş değil. Ulaşması da zor görünüyor?
Peki neden?
Neden anne-baba da dahil bütün bir köy, bütün bir sülale, Türkiye’nin gündemi olma pahasına işlenen cinayeti açıklamıyor?
Soru bu?
Bu soru kadar, bu sorunun cevapsız kalmasına neden olan yine bu köyün toplumsal gerçeğidir. Bir toplumu ya da sosyal organizasyonu anlamanın yolu, o toplum ya da topluluğun yahut grubun sosyal yapısını anlamaktan geçer. Buna sosyal/toplumsal gerçeklik deniliyor.
Narin cinayeti ile Türkiye ilginç bir sosyal gerçeklikle karşı karşıya geldi. Bir bakıma aynada kendini gördü. Karşımızda bir sosyal yapı var ve bu yapı, sır vermiyor.
Ne pahasına?
O köyün küçücük bir kızı olan Narin’in öldürülmesi pahasına.
İşte asıl irdelenmesi analiz edilip, açıklığa kavuşturulması gereken patolojik durum bu.
Toplumu ya da topluluğu anlamanın yolu, toplumsal gerçekliği anlamaktan geçer.
Öyle ise toplumsal gerçeklik nedir?
“Toplumsal gerçeklik, bir topluluktaki düşünce, inanç ve ilkeler bütünüdür.”
Bu durumda o köyün/ topluluğun gerçekliğini anlamak için önce o toplumun inanç değerlerini, düşünme, akıl yürütme, fikir yürütürken kurdukları zihinsel bağları anlamamız gerekecek. Kısaca sosyal ilişki düzenini, zihniyetini bilmemiz gerekecek.
Başka?
Kendilerince doğru saydıkları ilkeleri anlamamız öğrenmemiz gerekecek.
Şunu unutmayalım: Sosyal/toplumsal gerçeklik toplumsal etkileşim sonucu ortaya çıkar ve bireysel güdü ve eylemleri aşar.
Yani?
Yani tek başınayken kendi kendine doğru saydığı, önemsediği fikir, düşünce ve eylemleri, grupla hareket ettiğinde unutur, yok sayar. Görmezden gelir.
Tavşantepe Köyü, bir deneysel alan, bir gözlem yeri olarak örnek sayılacak sosyolojik bir inceleme alanı. İyi bir çalışmayla mükemmel bir bilimsel tez çalışmasına konu olabilir. Yapılabilir ama kumun aklına gelecek de yapacak? Orası belirsiz.
İşte bakın, Tavşantepe’de sosyal ilişkilerin doğurduğu sosyal gerçek, hem dinin doğrularına ve hem de ülkenin genel ahlak ve insani değerlerine uymamasına rağmen, bütün dünyaya meydan okurcasına kendi içinde başarıyla işliyor. Esneme yapmıyor. Basit çatlaklar dışında, tam kapasite ile çalışıyor. Müthiş bir grup dinamiğine sahip.
Halbuki olağan toplumsal düzende küçücük bir çocuğun öldürülmesi karşısında insanların vidanı sızlar ve kim ne saklarsa saklasın biri dayanamaz bildiğini söyler. En azından analar yavrusunun acısını içine gömme pahasına susmaz. Feryat eder. Dini bütün biri çıkar “Allahtan korkarım” der.
Hukuka, adalete, insana saygılı olanlar, “adalet yerini bulsun” deyip, canla başla olayın çözülmesine destek verir.
Tavşantepe Köyü’nde ise herkesten çok feryat etmesi gereken anne susuyor.
Efendim “görmemesi gereken bir şey görmüş de”; görsün. Olağan koşullarda ana yüreği susmaz. Ölüm, insanın canı, hayatın kendisi, “görülmemesi gereken şeyden” daha mı ucuz? Daha mı az utanç verici?
Bu köy ilginç!
Burada insan hayatı her şeyin üstünde görülmüyor. “Köyün, köyde yaşayan güç odaklarının ve güç merkezlerinin” onuru, itibarı, geleceği, hayatı, bütün öteki insanların üstünde.
Dini/İslami doğruların üstünde.
Ana yüreğinin ve vicdanının üstünde.
Ahlakın üstünde.
Faziletin de büsbütün üstünde.
Burada, köyün kendi sosyal gerçeğinden doğan köy/aşiret ve topluluk töresi geçerli. Olağan yerleşik hukuk kuralları, bilimin kuralları, ülkede var olan genel aklın kuralları geçersiz. Dolayısı ile Tavşantepe’de önümüze çıkan kültür, tipik bir kabile kültürü. Kendi içinde tutarlı, belirli bir mantığa büründürülmüş haliyle yaşıyor.
Bu kültürden demokrasi çıkmaz.
Hukukun üstünlüğü çıkmaz.
Evrensel uygarlık normları da çıkmaz.
Kim bilir Türkiye’de böyle buna benzer neler var?
Üniversiteler sosyoloji öğretirken azıcık sahaya yönelseler iyi olacak.
Masumiyetin tebessüm etmiş hali olan Narin’in cinayetine saklayan Köy, anomik değil, patolojik bir durumu gösteriyor.