Küresel ekonomide son iki yıldır gıda fiyatları geriliyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) verilerine göre, 2022’de zirveye çıkan fiyat endeksi 2024 itibarıyla ciddi biçimde düşüşe geçti. Hububat, yağ, süt ürünleri ve et fiyatlarında genel bir gevşeme görülüyor. Enerji fiyatları da pandeminin ardından dengelenmiş durumda. Yani, dünyada temel malların maliyeti azalıyor.

Ancak, Türkiye’de tablo tam tersi. Aynı dönemde gıda fiyatları üç haneli oranlarda artıyor. Enflasyonun bel kemiği olan mutfak harcamaları hâlâ hane bütçesini eritiyor. Market raflarında etiketler her ay yenileniyor. Bu durum, fiyat baskısının artık dış kaynaklı olmadığını, ülke içindeki para politikası ve mali dengelerdeki bozulmanın temel neden haline geldiğini gösteriyor.

------

Faiz–Kur Kısır Döngüsü

------

Ekonomik yönetim için artık neredeyse çıkışsız bir denklem söz konusu. Faiz indirirse, döviz kuru üzerindeki baskı anında artıyor. Çünkü yabancı sermaye çıkışı hızlanıyor, tasarruf sahipleri Türk Lirası yerine dövize yöneliyor. Kur yükselince ithal girdiler pahalanıyor; üretim maliyeti artıyor, enflasyon yeniden tırmanıyor. Bu durumda üretici, ihracatçı ve tüketici aynı anda zarar görüyor.

Tersine, faizleri yüksek tutmak da çözüm değil. Kredi maliyetleri tırmandıkça reel sektörün nefesi kesiliyor. İşletmeler finansman bulmakta zorlanıyor, konkordato ve iflas haberleri çoğalıyor. Banka kredileri daralıyor, yatırım iştahı kayboluyor. Bu sarmalda özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin ayakta kalması her geçen ay daha da güçleşiyor.

-----

Dar Gelirli İçin Tükenme Noktası

------

Bu sıkışmanın en ağır yükünü dar gelirli kesim taşıyor. Sabit maaşlılar, emekliler ve asgari ücretliler, yüksek fiyatlar karşısında alım gücünü tamamen kaybetmiş durumda. Maaş artışları daha cebe girmeden eriyor. Ev kiraları, gıda ve ulaşım giderleri maaşların çok üzerinde artıyor. İnsanlar tasarruf etmeyi bırakalı çok oldu; artık temel ihtiyaçları karşılamak bile borçlanmayı gerektiriyor.

Öte yandan, birikimi olan küçük bir kesim hâlâ “taşı toprağı” yatırım aracı olarak görüyor. Kimisi dövizde, kimisi mevduatta “carry trade” kazançları elde ediyor. Sermayesi olan kazanıyor, emeğiyle geçinen kaybediyor. Bu durum gelir dağılımını daha da bozuyor, orta sınıfı eritiyor. Artık ekonomi yalnızca büyüklüklerle değil, toplumun adalet duygusuyla da sınanıyor.

-----

Enflasyonun Psikolojisi

-----

Rakamlar kadar algı da önemli. Türkiye’de insanlar fiyatların düşeceğine inanmıyor. Bu da enflasyonu kronikleştiriyor. Vatandaş “yarın daha pahalı olur” korkusuyla erken harcıyor, talep canlı kalıyor. Firmalar ise gelecekteki maliyet artışlarını önden fiyatlara yansıtıyor. Böylece bir beklenti sarmalı oluşuyor: Herkes birbirine karşı korunmaya çalışırken, enflasyon kendini yeniden üretiyor.

Küresel ölçekte gıda ve enerji fiyatlarının düşmesi normal şartlarda Türkiye için fırsat olabilirdi. Ancak içerideki yapısal sorunlar — özellikle bütçe açığı, borç yükü ve finansal güven eksikliği — bu avantajı ortadan kaldırıyor. Merkez Bankası’nın politika faizi yüksek kalsa da, piyasa faizleri arasındaki farklar, likidite sıkışıklığı ve güven eksikliği kredi akışını tıkıyor.

-----

Yay Gerilmiş Durumda

------

Ekonomi, gerilmiş bir yaya benziyor. Bir uçta yüksek faiz baskısı, diğer uçta artan kur riski var. Yay gevşetilse kur fırlar, sıkı tutulsa reel sektör kırılır. Bu denge sürdürülebilir değil. Ne iç talep canlanabiliyor ne ihracat gelirleri artıyor. Devlet harcamaları ve kamu borçlanmasıyla çevrilen büyüme modeli artık duvara dayanmış durumda.

Bu tablo içinde, ekonomik kararların artık sadece “faiz indir–arttır” eksenine sıkışması büyük bir hata. Çünkü sorun para politikasının ötesinde: üretim yapısının ithalata bağımlılığı, verimsiz teşvik sistemi, kayıt dışı ekonomi, düşük tasarruf oranı ve adaletsiz gelir dağılımı temel nedenler olarak duruyor.

------

Çıkış Yolu

------

Gerçek bir çıkış, kısa vadeli pansumanlarla değil, uzun vadeli bir yeniden yapılanmayla mümkün. Tarımda verimlilik artışı, enerji maliyetlerini azaltacak yatırımlar, üretim zincirlerinde yerlileşme ve gelir politikalarında adalet sağlanmadan hiçbir para politikası kalıcı sonuç vermez. Ayrıca ekonomik güvenin yeniden inşası, hukuk ve kurumların bağımsızlığıyla sağlanabilir.

Şu anda Türkiye ekonomisi tam anlamıyla “sıkışmış” durumda. Ne gevşemeye yer var, ne daha fazla sıkılaşmaya. Yayın kopmaması için rasyonel adımlar, tutarlı bir plan ve toplumsal güven gerekiyor. Aksi halde, hem üretici hem tüketici aynı anda tükenmeye devam edecek.