Biliyorsunuz ikinci dünya savaşını bitiren olay Amerika Birleşik Devletlerinin Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı iki atom bombası oldu.

Dünyanın ilk nükleer saldırıları yani Hiroşima ve Nagazaki'ye yapılan atom bombası saldırıları 6 Ağustos 1945 Pazartesi günü "Little Boy" adı verilen Uranyum-235 tipi bir atom bombası ile Hiroşima'ya ve 9 Ağustos 1945 tarihinde "Fat Man" olarak adlandırılan Plütonyum-239 tipi atom bombası ile Nagazaki'ye gerçekleştirdiği saldırılardır.

Bu saldırılar o kadar dehşet verici bir yıkıma sebep olmuştur ki Amerika karşısında direnmeyi planlayan en radikal Japonlar bile yelkenleri suya indirip, teslim olmak zorunda kalmıştır.

Bu iki saldırı, dünyada askerî nitelikte gerçekleştirilen ilk nükleer saldırılardır ve sonrasında başka hiçbir nükleer güç askeri amaçlı olarak bir nükleer silah kullanmamıştır!

Uluslararası kamuoyunda bu işleri bilen stratejistler Hiroşima’ya atılan atom bombasının Japonlara, Nagazaki’ye atılan atom bombasının ise Stalin’e atıldığını söyler. Uzman askeri yorumcuların görüşlerine göre Amerika bu şekilde Stalin’in tüm Asya kıtasını işgal etmesini engellemiştir.

İkinci dünya savaşı sonrasında tüm devletler nükleer silah sahibi olmak için uğraşmış; SSCB, İngiltere, Fransa ve Çin nükleer kulübe dahil olmuştur.

Bugün itibarıyla nükleer silahı olan sekiz egemen devlet bulunmaktadır ve bunlardan beşi, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması uyarınca "nükleer silahlı devlet" olarak kabul edilmektedir.

Nükleer silah edinme sırası şu şekildedir: ABD, SSCB (Rusya Sovyetler Birliği'nin selefi), Birleşik Krallık, Fransa, Çin.

Nükleer silaha sahip olduğu bilinen diğer devletler ise Hindistan, Kuzey Kore ve Pakistan’dır. Resmi olarak doğrulanmamış olsa da İsrail’in de nükleer silaha sahip olduğuna inanılmaktadır.

İkinci Dünya savaşında bu yana dünyada bir “NÜKLEER DEHŞET DENGESİ” olarak adlandırılan bir tür güç dengesi kurulmuştu.

Nükleer bir savaşın kazananının olmayacağı gerçeğinden hareketle nükleer silah sahibi devletler birbirleri ile savaşmaktan kaçınmıştı. Ufak tefek vekalet savaşları olsa da bu çatışmalardan hiç biri Üçüncü Dünya Savaşını başlatacak bir nükleer saldırıya neden olmamıştı.

Bu dönemde nükleer silah sahibi ülkeler bir taraftan bu bombaları düşman topraklarına ulaştıracak uçak ve füzeler geliştirirken diğer taraftan da düşman füze ve uçaklarını durduracak hava savunma sistemleri geliştirmek için ölümcül bir yarışa girmişlerdi.

Bu yarışın tamamı kinetik sistemler üzerine inşa edilmişti yani füze ya da uçağı bir başka füze ya da uçakla durdurmak ana yöntemdi.

Değişimin ilk işareti Amerikan Başkanı Ronald Reagan tarafından verilmiş onun açıkladığı Yıldız Savaşları Projesi bu nükleer dehşet dengesinin karakterini değiştirmişti.

Sonra 90’lı yılların başında Soğuk Savaş bitti nükleer dehşet dengesi bir manada rafa kaldırıldı taki Putin’in Ukrayna işgaline kadar da bir daha konuşulmadı.

Şimdilerde ise Nükleer Dehşet Dengesi ya da Nükleer Caydırıcılık yeniden gündemde taraflar birbirini nükleer bir saldırı başlatmakla tehdit ediyor.

Tarafların nükleer bir saldırı yapabilmek için uçak ya da füze kullanmaları temel yöntem amma ve lakin yeni bir teknoloji nükleer savaş başlığı taşıyan füze ya da nükleer bomba taşıyan uçakların daha havada, hatta yerdeyken durdurulmasında çok işe yarayacak gibi görünüyor.

Bu teknoloji Reagan’ın Yıldız Savaşları Projesinde de bahsedilen lazer teknolojisi. Sonuçta ne kadar çok ve güçlü nükleer bombanız olursa olsun füze ya da uçaklarınız bu bombaları düşman topraklarına ulaştıramazsa bunların hiç mi hiç anlamı kalmayacaktır.

Lazer silahları karşısında ise nükleer bomba ya da başlık taşıyan füze ve uçakların hiçbir şansı olmayacak.

Sonuç olarak lazer teknolojisini geliştirip uygulamaya sokabilen devletler nükleer tehdide karşı büyük bir bağışıklık kazanmış olacaktır.

Lazer silahları yerden havaya ya da havadan havaya kullanılabilecek ama siz birde bu silahların uzaya yerleştirildiğini düşünün, uçaklar havalanamadan füzeler silolardan çıkamadan imha olacaksa nükleer bomba sahibi olmanın ne anlamı olur?