En son bir ailenin kaldıkları otelin odasında böceklere karşı yapılan bir ilaçlama yüzünden yok olduğunu hepimiz gördük değil mi?
Peki neden?
Neden bu kadar aptalca bir ihmal yüzünden koskoca bir aile çoluk çocuk yok oldu?
Bu memlekette basit bir ilaçlama bile niye böyle bir felakete dönüşüyor?
Öncelikle şunu söyleyeyim bu facianın tek sebebi tamamen cehalettir, bu kadar riskli bir işin liyakatsiz insanlara emanet edilmesi bu faciayı yaratmıştır.
Aslında sorun daha adlandırmada ortaya çıkıyor...
Her nedense bu kadar tehlikeli kimyasal maddelere TARIM İLACI ya da BÖCEK İLACI adı verilmiş...
İlaç adı ise esas olarak insan sağlığı için fayda üreten, iyileştirme amaçlı kimyasallar için kullanılıyor.
Zihnimizde ilaç tanımı bu şekilde kodlandığı için de böcek ve benzeri haşereleri yok etmek için kullanılan çok zehirli kimyasallara BÖCEK İLACI ya da TARIM İLACI dediğimizde bu kimyasalların tehlikesi bir çok kişi tarafından algılanamıyor.
Aslında bence doğru kullanım aynı kemirgenlere karşı kullanılan zehirli kimyasalları FARE ZEHİRİ olarak kullandığımız gibi BÖCEK ZEHİRİ ya da TARIM ZEHİRİ şeklinde olmalıdır.
İşin içine herkesin çok iyi bildiği ZEHİR sözcüğü girdiği anda bu kimyasallar ile uğraşan kişiler ne kadar cahil olurlarsa olsunlar eminim ki çok daha dikkatli olacaklardır.
Gelelim işin denetim yönüne:
Öncelikle bu kadar zehirli, insan yaşamı, çevre ve halk sağlığı için bu kadar tehlikeli böyle kimyasallar bu konuda çok ciddi bir eğitim almamış eğitimi bir sertifika ya da yetki belgesine bağlanmamış kişiler tarafından asla kullanılamamalıdır.
Böcek ya da tarım zehri olarak tanımlanan bu son derecede zehirli kimyasalların daha satış sürecinden başlayarak kimin sattığı ve kimin kullanacağı belirlenmelidir. Satış sadece kullanma yetkisine haiz kişilere yapılmalıdır.
Bu tip felaketleri önlemek istiyorsak önce bu zehirli kimyasalları imal edeceklerin ve sonra da satacakların çok ciddi bir eğitim ve denetime tabi tutulması gerekmektedir.
Sonra gerekli eğitimi alarak yetkili kullanıcı olma ehliyeti kazanıp bunu sertifikalandırmayan
bir kişiye bu kimyasalların satışı ya da teslimi kesinlikle yasaklanmalıdır.
En son olarak da bu kimyasalların kullanımını talep eden gerçek ya da tüzel kişiler muhakkak sertifika sorgulaması yapmalı, sertifikası olmayan kişi ya da kurumlardan bu hizmetin alınması yasaklanmalıdır.
Özellikle okul, hastane, otel, ibadethane ve benzeri insanların toplu olarak bulunduğu yerlerde bu tip kimyasalların kullanımı için işverenin iş sağlığı ve güvenliği birimi denetiminde hareket etmesi mutlak suretle temin edilmelidir.
Ayrıca şunu da asla unutmamak gerekir bu zehirli kimyasalların tek riski İstanbul’da son yaşanan olayda görüldüğü gibi insanları kısa sürede aniden zehirleyip öldürmesi değildir.
Bu kimyasallar gerek kullanıcıları gerekse de kullanılan yerlerde bulunan insanlar üzerinde uzun vadede anlaşılması zor etkiler yaratıp, kanser ve benzeri ölümcül hastalıklara da yol açabilir ya da böbrek, karaciğer ve benzeri organlarda geri dönüşü olmayacak hasarlar oluşturabilir.
Bu zehirli kimyasalların uzun vadede çevre üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler ise çok ama çok öngörülemezdir.
Tamam, bu kimyasallara kısa sürede çok yoğun bir şekilde maruz kalındığı zaman etkisi hemen fark edilebiliyor. Amma ve lakin uzun sürede, az az maruz kalınan bu zehirli kimyasalların uzun vadeli etkisini anlamak da öngörmek de çok kolay değildir.
Hatırlatmak isterim ki dünya tarihinde “DDT faciası” diye bir olay var!
"DDT faciası", dikloro difenil trikloroetan (DDT) adlı organik klorlu insektisitin (böcek ilacı) çevre, yaban hayatı ve insan sağlığı üzerindeki yıkıcı etkilerini tanımlayan bir terimdir. DDT, 20. yüzyılın ortalarında tarım ve halk sağlığı için "mucize ilaç" olarak görülmüş, ancak uzun vadeli birikimi ve toksik etkileri nedeniyle küresel bir çevre felaketi olarak nitelendirilmiştir.
DDT'nin "facia" boyutu, 1960'larda bilimsel araştırmalarla gün yüzüne çıktı. Maddenin suda çözünmemesi, toprakta ve suda yıllarca kalıcı olması, biyoakümülasyon (besin zincirinde birikme) yapması başlıca sorunlardı:
DDT Balıklar, kuşlar ve memelilerde birikerek üreme sorunlarına yol açtı. Özellikle yırtıcı kuşlarda (kartal, pelikan) yumurta kabukları inceldi, popülasyonlar % 90'a varan oranlarda azaldı. ABD'de nehirler ve göller "ölü bölgeler"e dönüştü.
DDT Yağ dokusunda birikerek kanser, doğumsal anomaliler, bağışıklık baskılanması ve nörolojik sorunlara (örneğin Alzheimer riski artışı) neden oldu. Anne sütünden bebeklere geçtiği belgelendi. Türkiye'de 1980'lere kadar kaçak kullanımı devam etti.DDT, "inatçı kirletici" olarak adlandırıldı; bir kez yayıldı mı, nesiller boyu etkiledi. Örneğin, 1970'lerde ABD'de insan vücutlarındaki DDT seviyeleri hâlâ çok yüksekti.
Bu "facia", Rachel Carson'ın 1962'de yayımladığı Silent Spring (Sessiz Bahar) kitabı sayesinde kamuoyuna mal olmuş ve modern çevre hareketinin temel taşlarından biri haline gelmiştir.