Dünya bir kez daha tarihin dikenli yol ayrımında duruyor. Ortadoğu’nun kalbinde, bir kez daha bir bahane patlamaya hazır bir füzeye dönüştü. İsrail, İran’a "nükleer silah geliştiriyor" gerekçesiyle saldırdı. Halbuki Amerikan istihbaratı bile İran’ın elinde aktif nükleer başlık olmadığını defalarca raporlamıştı. Ama gerçek, artık yalnızca bilgi değil, bir politik manevra biçimi oldu. Ve bu manevra, sadece Ortadoğu’yu değil, tüm gezegeni uçurumun eşiğine getiriyor.
***
İsrail, sahip olduğu 90 nükleer başlığa rağmen, İran’ın potansiyel programını bir tehdit olarak gösterdi. Oysa aynı İsrail, Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması’nı (TPNW) imzalamamış, hatta varlığını bile açıkça doğrulamamış bir ülke olarak nükleer şeffaflıktan en uzak devlettir. İran ise, gerek Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimlerinde gerekse ABD istihbarat raporlarında aktif bir nükleer silah geliştirme programına sahip olmadığı doğrulanan bir ülkeydi.
Fakat burada doğrular değil, güç konuştu. Ve güç, yalanı silaha dönüştürürken diplomasi yerle bir edildi.
***
Nükleer silah paradoksu...
Sahip olan korkutur, sahip olmayan saldırıya uğrar...
Dünya üzerinde şu an resmi olarak 9 ülkenin elinde nükleer silah bulunuyor:
Rusya (5449), ABD (5244), Çin (600), Fransa (290), Birleşik Krallık (225), Hindistan (180), Pakistan (170), İsrail (90), Kuzey Kore (50).
Bu ülkelerin ortak özelliği nedir biliyor musunuz? Hiçbiri Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması’nı imzalamamıştır. Yani bu silahların dünyadan silinmesini isteyen bir uluslararası çabaya bile omuz vermemişlerdir.
Bu tablo, çıplak gerçeği haykırıyor.
Nükleer silaha sahip olmak değil, ona sahip OLAMAMAK tehlikeli hale geldi.
Nükleer başlıkları olan ülkeler, diğerlerine nükleer silah geliştirme hakkını tanımıyor.
Yani, elinde ateşli silah olan birinin, diğerlerine sopa taşıdığı için saldırması gibi absürt ama korkutucu bir çelişki.
***
İsrail’in İran’a saldırısı sonrası beklenen oldu. ABD, İsrail’e tam destek verdi. Oysa bu savaş meşru müdafaa değil, bir nükleer gölge tiyatrosuydu. Washington, ne kadar istihbarat verisi İran’ın masumiyetine işaret ederse etsin, İsrail’e sırtını dönmedi.
ABD’nin kör desteği, sadece ittifak mı, yoksa göremediği felakete ortaklık mı?
Bu koşulsuz destek, artık politik değil, etik bir sorundur. Çünkü bu destek, bir ülkenin nükleer olmayan başka bir ülkeyi yok etmesine sessiz kalarak, dünyanın geri kalanına "Eğer bizdensin, yalanla bile savaş başlatabilirsin." mesajını veriyor.
***
Albert Einstein, atom bombasının yaratılmasına katkıda bulunmuş ama ömrünün sonuna kadar bunun pişmanlığını yaşamıştı.
Onun kehaneti hâlâ yankılanıyor:
"Üçüncü Dünya Savaşı'nda hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama Dördüncü Dünya Savaşı taş ve sopalarla yapılacak."
Einstein'ın hayal ettiği kabus kapıda...
Einstein'ın sözleri artık nostaljik bir bilgelik değil, yüze vuran soğuk bir gerçeklik. Çünkü bugün, Orta Doğu’da atılacak tek bir nükleer bomba, yalnızca iki şehri değil, tüm insanlığı cehennemin kapısına sürükleyebilir. Atmosferde oluşacak radyasyon, küresel iklim dengesini altüst edebilir. Milyonlarca insan yalnızca patlamayla değil, sonrası gelen nükleer kıtlık, kanser dalgası ve iç savaşlarla yok olabilir.
Ve bu defa Hiroşima'daki gibi "bir son" olmayacak, çünkü bu sefer kimse hayatta kalmayabilir.
***
Taş ve sopaya dönmemek için son şans...
Bugün, nükleer bir savaş tehdidi artık uzak bir senaryo değil, güncel bir başlık. İsrail-İran savaşı, yalnızca iki ülkenin değil, insanlığın da sonunu getirebilir. Nükleer silahlar, bir ulusun güvenlik aracı değil, tüm insanlığın yok oluş butonudur ve nükleer savaş başladığında kazanan olmayacak.
Eğer dünya bu savaşı seyretmekle yetinirse, belki de Einstein haklı çıkacak... Dördüncü Dünya Savaşı gerçekten taş ve sopalarla yapılacak. Ama o savaşı yapacak insan kalır mı, işte asıl bilinmeyen bu.
Sadece hayatta kalmayı başaran birkaç kişi, geçmişin aptallığını konuşacak...
Belki de bir mağaranın duvarına insanlığın kendi kendini nasıl yok ettiğini çizecek...