Abdullah Öcalan’a neden kıymet verilir, neden medet umulur, bir türlü anlamış değilim. Adamı hapse atmışsın, hadi söyle militanlarına silahı bıraksın, diyorsunuz.
Adamın derdi kendi. İmralı’dan ah bir kurtulsam, hesabı içinde. Kandil’dekiler de, “Tamam ama şartımız var, gelsin, Serok Apo bunu bizim yüzümüze söylesin.” diyorlar, “Bizim için artık PeKeKe yok” demiyorlar:
“Çağrının içeriğine olduğu gibi katılıyoruz ve kendi cephemizden çağrının gereklerine uyacağımızı ve uygulayacağımızı belirtiyoruz. Bugünden geçerli olmak üzere ateşkes ilan ediyoruz.”
Öyle ifade kullanıyorlar ki, sanki Türkiye Cumhuriyeti’ni köşeye sıkıştırmışlar, İmralı’daki istedi, diye ateşkes ilân ediyorlar.
Bir de şart koşuyorlar. “Serokumuzu gönderin, gelsin kendisi kendi hür iradesiyle silahı bırakmamızı istesin, samimiyetini görelim.” demeye gelmiyor mu şu açıklamaları:
“Söz konusu Çağrı ile Kürdistan ve Ortadoğu'da yeni bir tarihsel sürecin başladığı açıktır. Bunun dünya genelindeki özgür yaşamın ve demokratik yönetimin gelişimi üzerinde de büyük etkisi olacaktır. Bu temelde sorumluluk hepimizindir; herkes görev ve sorumluluğuna sahip çıkmak ve gereğini yerine getirmek durumundadır.”
Bu sözlerden “Önümüzü açın, silahı bıraktırıyorsunuz, istediklerimizi de istediğimiz gibi söyleyecek ve alacağız.” manası çıkmaz mı?
Abdullah Öcalan ise “fesih”ten bahsediyor:
“1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.”
Burada kafa karıştıran bir ifade de “reel sosyalizm”.
“Reel sosyalizm”in aydınlatıcı bir açıklaması da yok... Ama neticede bir “çöküş”ü ifade ediyor.
Ekşi Sözlük’te Prof. Dr. Korkut Boratav’dan bir alıntı yer alıyor:
“Ekim Devrimi’ni örnek alan toplumlar, bazılarınca daha sonra ‘reel sosyalizmler’ olarak adlandırıldı. Bu terim, devrim öncesi sosyalizm tasarımları ile sonraki somut gerçeklikler arasındaki uyumsuzlukları ima etmektedir.
Bu farklılıklar bir yana, reel sosyalizmlerin yaşandığı tüm tarihsel deneyimler, sınıfsız, sömürüsüz toplumların kurulabileceğini, uzunca süreler boyunca yaşayabileceğini göstermiştir...
Reel sosyalizmler insanlığa büyük bir armağan olarak görülmelidir.”
“Sosyalizm” dediklerini “komünizm” diye anlayın. Ekim Devrimi, komünistlerin kutsadıkları bir ayı gösterir. Viladimir Lenin’in liderliğinde Ekim 1917’de Çarlık Rusya yıkılmış, komünist Sovyetler Birliği’nin temeli atılmıştı.
Ankara, temkinli. Önceki hataya düşmüyor görebildiğimiz kadarıyla... “Önceki” derken 2013-2015 “Çözüm=Çözülme” dönemini kastediyorum.
O dönemde DEM’in bir önceki adı HDP’nin milletvekilleri İmralı’ya gittikleri gibi, Kandil’e de çok rahat çıkıyorlar, PKK’ın elebaşılarıyla yarenlik ediyorlar, İmralı’ya laf taşıyorlardı.
PKK’nın militanlarını dağlardan çekmesi çok konuşulmuştu. Selahattin Demirtaş, İmralı’ya ve Kandil’e gidip gelenler arasındaydı. Kandil’dekiler o zaman ne dedilerse, göstermelik ne yaptılarsa, şimdi de farklı bir yol takip etmediklerini ortaya koyuyorlar.
Kandil’dekilerin son açıklamaların, önceki “Çözüm=Çözülme” dönemindeki sözlerden ne farkı var?
3 Nisan 2013 günü İmralı’ya Selahattin Demirtaş, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan gitmişlerdi. Selahattin, Kandil’dekilerden taşıdıkları sözleri Abdullah Öcalan’a aktarıyor:
“S. Demirtaş: KCK’nin açıklamaları oldu. Karayılan ve Cemil Bayık arkadaşların surece dair değerlendirmeleri oldu. Sizin çağrınızın gereğini yerine getirmek için kendilerinin hazırlık yaptığını, ancak Hükümetin ve Meclisin de üzerine düşeni yapmasını beklediklerini, bunlar olmadan gerillanın bir tek geri adım atamayacaklarını belirttiler. Gelmeden önce herhangi bir aktarımları var mı diye haber gönderdik. Selamları vardı, aktarımlarının yaptıkları açıklama çerçevesinde olduğunu belirtmişler.” (İmralı Notları, s. 47-48)
Kandil’dekiler, sadece ateşkesten bahsediyorlar. Üstelik, “Apo gelsin, kongremize katılsın, silah bırakmayı bize söylesin.” diyorlar.
PKK’nın elebaşıları muhali, oymayacak şeyi istiyorlar.
Silahı bırakıyorum, diyen ya bir şeyler elde etmiştir, bu elde ettiklerini yeterli buluyordur ya da baştan yenildiklerini kabulleniyordur.
Abdullah Öcalan, açıklamasında, satır aralarında Türkiye’yi kargaşaya sürükleyecek hedefini yine gösteriyor.
(Daha yazacağız.)