Özhan Canaydın'ın son dileğini Gürel Yurttaş açıkladı. Süleyman Seba'ya ne söyledi

Özhan Canaydın'ın son dileğini Gürel Yurttaş açıkladı. Süleyman Seba'ya ne söyledi

Gürel Yurttaş / YENİÇAĞ

13 yıl geçmiş aradan, güzel insanlardan Özhan Canaydın''ı ölümsüzlüğe göç etmemizin ardından.

13 koca yıl! 13 tane 365 gün. Nasıl da hızlı dönüyor dünya. Son görüşmemizi hatırlıyorum; sanki daha dün!

Daha önce de yazmıştım o günü. Bir daha anımsatmak istedim sizlere. Ki o güzel insanları unutmayalım, gençler de bilsin diye. Büyük kulüplerin başkanlarının bugünkü gibi birbirlerine saldırdığını sanmasınlar istiyorum.

O güzel insanlardan biri de Süleyman Seba''ydı işte. Özlüyorum, çok arıyorum. Şöyle bir bakınca geriye; tanıdığım pek çok insanı kaybettiğimi görüyorum. Öbür taraftaki tanıdıklarım bu taraftakileri geçti sanırım. Bu benim de öbür tarafa doğru yoluma son sürat devam ettiğimi gösteriyor.

Güzel insanların son temsilcilerindendi başkan. Küçüklerini seven, büyüklerine saygı duyan tam bir Cumhuriyet beyefendisiydi. Şıktı, centilmendi. Rakibi kazanınca centilmence alkışlardı. Hiç unutmam; Fenerbahçe''nin bir golünü alkışladı diye az yerden yere vurulmamıştı. Oysa doğru olan onun yaptığıydı, izinden gidilseydi eğer çoğu sıkıntıyı, düşmanlığı çözebilirdik biz.

Zaten tanıyordum da... Bir dostlar sofrasında yakından tanıma fırsatı buldum onu. Rahmetli Süleyman abi (Seba) ile başkanlığında ve sonrasında zaman zaman buluştuğumuz o meşhur dostlar sofrasında... Genellikle Valideçeşme''de, bir kaç masalı, küçük bir lokantada...

Yine o akşamlardan biriydi. Laf lafı açıyor, Süleyman abi masadaki herkese arada bir takılıyordu. Keyifliydi. Yalnız bir de huyu vardı; o konuşurken masada birinin telefonunun çalmasına sinir olurdu!

O akşam da... Tam o konuşurken Faik abinin (Gürses) telefonu çaldı. ''Yine kızacak'' diye yan gözle bakarak Süleyman abiye telefonu açtı. Tam "Alo" demişti ki; beklenen oldu. Süleyman abi;

- Kim o kardeşim? Ne istiyor bu saatte? Şeyi şey ediyoruz şurada. İki laf edemeyecek miyiz yahu?

Faik abi telefonu kulağından ayırmadan;

- Özhan abi arıyor abi, Özhan Canaydın, karşılığını verdi.

- Allah Allah! Çağır gelsin kardeşim, davet et. Neredeymiş? Niye gelmiyor?

Faik abi telefonla kısa bir süre konuştuktan sonra;

- Şurada Maçka''daki evindeymiş abi geliyor, dedi.

Yarım saat sonra geldi. Gecikmesinin nedenini, "Şurada Hint lokantası da varmış başkan, yanlışlıkla oraya gitmişim" diye açıkladı.

Herkesle selamlaştıktan sonra Süleyman abiyle birbirlerine sarıldılar ve yanına oturdu.

Süleyman abinin masasında bizleri görünce;

- Abi, dedi; basın burada. Konuşmalarımıza dikkat mi edeceğiz?

- Yok efendim, karşılığını verdi Süleyman abi her zamanki kibarlığı ile ve ekledi:

- Burası dostlar sofrası. Onlar burada gazeteci kimlikleriyle oturmuyorlar. Burada olan, burada kalır!

Nasıl bir geceydi, o nasıl doyumsuz sohbetti.

Unutamadığım gecelerden birini yaşadım ben. Saatlerce sürdü o gece dostlar sofrasında muhabbet.

Bir ara Özhan abi şoföründen arabasındaki çantasını istedi. Gelen çantadan da ipek bir kumaşa özenle sarılmış bir rozet çıkardı. Bu Beşiktaş''ın ilk rozetiymiş, yazıları Osmanlıcaydı. Bu rozetten iki tane varmış, bir tanesi meğer Özhan abinin Beşiktaşlı olan babasındaymış. Onu Süleyman abiye hediye etti.

Süleyman abi ne kadar almak istemese de "Bu çok değerli yahu. Kalsın sende" dese de vermeden gitmedi. Süleyman abi de o rozete sonsuzluğa göçene kadar gözü gibi baktı.

Özhan abi öyle şeyler anlattı ki; elbette hepsi dostlar sofrasında kaldı. İki güzel insanın o sohbeti, kahkahaları, seslerinin tonu bile şu satırları yazarken hala kulaklarımda.

Hatta ayrılırken oradan dileğini söyledi. Dedi ki;

- Biz de başkanlığı bırakınca böyle dostlar sofrası kurabilecek miyiz?

- Tabi başkan, her zaman bekleriz. Burası senin de şeyin. Biz buralardayız. Davet bekleme yahu, kalk gel; dedi Süleyman abi Özhan abiyi uğurlarken.

Ama olmadı...

Özhan abi başkanlığı bıraktıktan sonra hastalandı maalesef. Doktorlar derdine derman olamadı, şifa bulamadı. Bir süre sonra da ölümsüzlüğe göç etti.

O başkanlık yaptığı sürece centilmence uzattığı her elin sertçe geri çevrilmesine... Kendi kulübünün içinden ve taraftarları tarafından bile eleştirilmesine... Galatasaraylılığına bile dil uzatılmasının cüret edilmesine... O kadar üzülmüştü ki, belki de hastalığı bundan tetiklendi; kim bilir!

Şimdi bakıyorum da bugüne... Bugünkü dostluklara... Tanınmış başkanlara... Yetkili insanlara...

O günlerle bugünleri kıyaslayamıyorum.

Büyük usta Yaşar Kemal''in dediği gibi: "O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler."

Kim bilir; belki de buluşmuşlardır bulutların üzerinde bir yerde. Yine sohbet ederken atıp da kahkahaları, herhalde acıyarak bakıyorlardır oralardan bizlere; nelerle uğraşıyorlar, diye!

Saygı ve sevgiyle anıyorum ikisini de...

Ne yazık ki onlar gibileri bir daha da gelmedi! Görünen o ki gelmeyecekler de...

Biz de anılarıyla yaşayıp gideceğiz işte böyle; ah o günler o günler

Yazarın Diğer Yazıları