Gerçekten de Türkiye belki de Cumhuriyet tarihinin en ağır ve en kapsamlı krizini yaşıyor. Dahası, bu krizi tam olarak tanımlayamıyoruz. Çünkü yaşadığımız her ekonomik sarsıntıyı geçmişteki krizlerle kıyaslayarak anlamlandırırız. Oysa bugün elimizde karşılaştırabileceğimiz bir örnek yok.
Evet, Türkiye Cumhuriyet tarihi boyunca büyük krizler atlattı. Siyasetçilerin sıkça dile getirdiği gibi, “70 sente muhtaç” olduğumuz dönemler bile yaşandı. Ancak bugün içinden geçtiğimiz süreç, geçmişteki hiçbir krize benzemiyor. Bu ne sadece bir kur krizi, ne sadece bir işsizlik krizi, ne de yalnızca bir enflasyon krizi… Hepsinin iç içe geçtiği, ucu görünmeyen, bitmek bilmeyen bir krizle karşı karşıyayız.
Klasik ekonomik krizlerden farklı bir tablo var önümüzde. Normalde bir ülkede hiperenflasyon yaşanır, işsizlik artar ya da siyasi gelişmeler ekonomik dengeleri bozar. Ardından sıkı bir program uygulanır, acı reçete devreye girer ve kriz bir–bir buçuk yıl içinde sona erer. Oysa Türkiye’de 2018’den bu yana kesintisiz süren bir kriz var. Halk nefes alamaz hâle geldi. Daha kötüsü, bu duruma alışmaya başladı.
İşte tehlikeli olan da bu…
Türkiye yaşadığı krizi artık kader olarak görüyor. Enflasyonun yüzde 35’e yapışmış hâlini olağan kabul ediyor, hiçbir zaman düşmeyeceğine inanıyor ve buna göre yaşamını yeniden şekillendiriyor. Dün açıklanan istatistikte, Türkiye’deki enflasyonun Avrupa ülkelerinin hiçbirinde olmadığı bir kez daha ortaya kondu. Avrupa’da yıllık enflasyon yüzde 1–3 arasında değişirken, bizde bu oran bir ayda gerçekleşiyor. Bu tabloyu bir Avrupalının anlaması mümkün değil; ama biz artık çok iyi anlıyoruz.
Ekonomik kriz yaşam biçimimizi bile değiştirdi. Esnaf fiyatlamasını “nasıl olsa yüzde 50 olur” diyerek yapıyor. Şirketler planlarını buna göre kuruyor. Hükûmetin 2026 için açıkladığı yüzde 16 enflasyon hedefi ise toplumda karşılık bulmuyor. Çünkü gerçek hayatın matematiği çok daha farklı.
Burada asıl büyük zarar, çalışanlara ve emeklilere verilen zam politikasında ortaya çıkıyor. Mehmet Şimşek’in devreye aldığı “beklenen enflasyona göre zam” uygulaması maalesef toplumun alım gücünü ciddi biçimde eritti. “Geçmiş enflasyona göre zam yapmak yanlış, biz düşüreceğiz” denilerek verilen düşük artışlar, gerçekleşen yüksek enflasyon karşısında çalışanı, işçiyi, memuru ve emekliyi ezdi. Bu, bana göre bu millete yapılmış en büyük ekonomik haksızlıklardan biridir.
Gelelim yazının başındaki soruya:
Piyasalar ne zaman düzelecek? Enflasyon ne zaman düşecek? Gelir ve refah seviyemiz ne zaman artacak?
Bu sorunun yanıtı aslında çok net:
AKP ve mevcut kadrolar yönetimde kaldığı sürece ekonominin düzelmesi mümkün görünmüyor.
Türkiye 2008’de bir ekonomik kriz yaşadı. O dönem toplumun büyük bölümü, “Bu krizi çözerse yine AKP çözer” diyerek oy verdi. Çözülmedi. Sonraki seçimde aynı düşünce tekrarlandı. Ve bugün 2025’in sonuna gelmiş durumdayız. 2026’da seçim olur mu, olmaz mı? Net bir öngörü yok. Ama muhtemel bir seçimde yine aynı cümleyi duyacağız:
“Bu krizi çözerse Erdoğan çözer.”
İşte bizim kader dediğimiz döngü tam da bu.
Denenmişi defalarca denemek, bozulanı bozan kişinin düzelteceğine inanmak…
Peki krizin ne zaman biteceğine, piyasaların ne zaman açılacağına dair yanıtı aldınız mı?
O hâlde son karar sizin.