“Rüya bütün çektiğimiz”
Önce bir gazeteci grup toplantısı sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, “DEM Parti'yle de iş birliğine açık olduğunuzu söylediniz. Onlar somut adım bekliyor. Somut adım gelir mi sizden?" şeklinde bir soru yöneltti. Sorunun muhatabı olan Sayın Erdoğan ise cevap hakkını bir başka gazeteciye(!) devretti. O da bu hakkı bihakkın kullandı. Aslında olay biraz daha sadeleştirilince şöyle bir manzara oluştu yani. Çözüm süreci ile ilgili bir soru soran gazeteciye bir başka gazeteci cevap verdi.
Bu çok da anormal bir durum değil çünkü epey bir zamandır gazetecilerin misyonu destekledikleri taraf adına sözcülük yapma seviyesine kadar ulaşmış durumda zaten. Burada enteresan olan sorunun muhatabı Sayın Cumhurbaşkanının soruyu yönlendirerek işi bir sınav seviyesine kadar çekmiş olması idi. Allah var sınavın muhatabı da dersine çalışmış, oldukça hazırlıklı bir cevap verdi ve beklendiği gibi yüksek bir not aldı.
Cevap son derece politik idi, “Somut adım beklemeden olumlu havayı sürdürelim”. Aslında hazır cevabı veren başka bir gazeteci olunca ikinci soru için de zemin oluşmuştu ama o ikinci soru yine de gelmedi. Niye?
Yani niye somut bir adım olmayacaksa, yeniden bir çözüm süreci olmayacaksa daha düne kadar en ağır sözlerle oluşmuş bir ilişki biçimi olumlu bir havaya dönsün ki? Diye de sorulabilirdi ama olmadı. Olumlu havanın oluşması için elbette tek şart bir çözüm süreci daha olmayabilir, ya da başka bir isimle de ifade edilebilir ama, varlık sebebi olarak çözüm süreci ve/veya o anlamda başka bir kazanımı ortaya koyan ve neredeyse başka bir konusu olmayan bir siyasi hareket bu yumuşamayı o zaman niye kabul etsin?
İşte bu ikinci soru gelmedi ve gazetecinin, gazeteci ile mülakatı da uzun sürmedi.
Ardından çözüm süreci kutlamalarına katılan başkaları da oldu elbette. DEM Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın “Harita yeniden çizilmek isteniyor” cümlesi de oldukça tanıdık bir cümle idi, mesela. Olası yeni bir çözüm sürecinin potansiyel tarafları senkronize bir şekilde yaşanacakları şimdiden gerekçelendirme yolunu bulmuş görünüyorlardı.
Hatimoğulları’nın bu tanıdık cümlesi üzerinden her ne kadar kendileri yeni bir çözüm süreci okuması yapsa da cümlenin diğer kullanıcılarının asıl hedefi güvenlik endişesi üzerinden oluşturulabilecek koalisyonu genişletmek olarak görünüyordu.
Garip olan İsrail’in bir NATO üyesine saldırma ihtimalinin içeride bir çok şeye rıza oluşturmak için kullanılması ile, bu rızayı oluşturmayı deneyenlerin taban siyasetinde devamlı dillenen ‘üslerin kapatılmasına yönelik çağrılarını’ da aynı anda yönetebilme becerileri olsa gerek.
İsrail bu hâli ile bir NATO ülkesine saldırmayı zaten aklının ucundan bile geçirmez orasını biz biliyoruz ve bunun iç siyaset malzemesi olarak kullanılmak üzere oldukça mümbit bir zemin oluşturduğunu da görüyoruz ama durumdan sadece biz değil İsrail bile rahatsız olmuş olacak ki İsrail Cumhurbaşkanı “Türkiye’ye saldırmak gibi bir planımız yok” şeklinde ifadelerle Erdoğan’ın endişelerine cevap verme ihtiyacı duydu.
Ama konjonktürü Türkiye’deki bütün kesimleri bu endişeler üzerinden konsolide etmek üzere fırsata çevirmeyi hedefleyen her kesim, kendi tarafından çekiştirmeye devam edecek gibi görünüyor.
Bu iklim bizi yeniden bir çözüm sürecine doğru götürür mü bilinmez ama ilk çözüm sürecinin, bir süre itibarını kaybetmiş mimarları dahi şu anda yeniden sahne almaya başlıyor. Hatta içlerinden birileri şu anki iktidarın güvenlikçi politikalarının gazabına bile uğramış olanlar. Sonunda haklı çıkmış olmanın ya da kendilerinin beslendiği kaynakların, aslında bu iktidara da istediği zaman ve istediği şekilde müdahale edebileceğini görmenin zafer sarhoşluğundalar.
Hatta çözüm sürecinin bazı kanaat önderleri başladıkları yeni kutlamalara CHP’nin de katılması gerektiğini ve dahi gerekirse iktidarın bile önünde bu sürece destek vermesi gerektiğini düşünüyorlar. Bütün bunlar da bize bir kez daha gösteriyor ki. Türkiye’de ne yaptığınız değil yapılan şeyi kimin yaptığı önemli. Bugün başkasının ima dahi etmesi halinde vatana ihanet ile suçlanabileceği bir sürecin vatan adına bir gereklilik olarak izah edilmesinin taşları döşenmeye çalışılıyor.
Ülkenin o kadar yakıcı ve başat sorunları var ki içlerinden sadece birini seçerek onun üzerinden siyaset üretmeye çalışan bir sürü siyasi hareket doğmuş durumda. Her sorunun muhatabı da sadece o konuda elde edeceği bir kazanımla kendi taraftarları gözünde muteber olarak hayatta kalma yolunu seçiyor. Eğer var olan hükûmet bir kez daha hem muhataplarını hem de toplumun geri kalanını yeni bir çözüm sürecine ikna edebilirse, açıkçası kimsenin bir daha herhangi bir konuda şikâyet etme hakkı yok demektir.